Amerika’nın Ukrayna Savaşına HAYIR! NATO Defol!

IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili için Örgütlenme Komitesi’nin (OCRFI, DEYTÖK) deklarasyonu

2022 yılına Avrupa’nın göbeğinde emperyalizmin bir savaşa yürüyüş hamlesiyle giriyoruz.

Rusya ile Ukrayna arasındaki sınırın her iki yanında da nükleer silah sahibi iki büyük gücü, yani ABD ile Rusya’yı, yarın öbür gün bir sıcak çatışmaya sürükleyebilecek devasa askeri kuvvetler konuşlanmış durumda.

Avrupa kıtasında 1945 yılından bu yana benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışın sorumlusu emperyalizm ve esas olarak da Amerikan emperyalizmidir.

Devamı

Filistin Halkının Katledilmesi Durdurulsun!

IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili için Örgütlenme Komitesi’nin (OCRFI, DEYTÖK) Bildirisi

Filistin halkının uğradığı felaketin insanlık olarak bugün tanık olduğumuz son perdesi son yetmiş beş yılda meydana gelmiş olan olaylarla süreklilik içerisindedir.

Filistin halkının yaşadığı felaket Britanya emperyalizmi, Amerikan emperyalizmi ve SSCB’deki Stalinist bürokrasinin karşıdevrimci ittifakının sonucudur. Bu ittifak dünya düzenini korunmak adına Tarihsel Filistin’in bölünmesini sağlamış, 29 Kasım 1947 tarihli BM 181 sayılı kararı bu bölünmenin mührünü teşkil etmiştir. Bu karar Filistin halkının kendi kaderini özgürce belirlemesi hakkını inkâr eden bir karardır. Filistin toprağını iki devlete ayırma iddiasında olan bir karardır. Tabii bu iki devletten biri olması gereken “Arap Devleti” hiç gün yüzü görmemiştir.

Camp David’ ten 1993 Oslo Anlaşmaları’na kadar uzayan sözde “barış planları” da Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının inkârı üzerine temellenmişti. Birleşmiş Milletler örgütünün Güvenlik Konseyi bugün yine Filistin halkının günümüzde uğradığı saldırının üzerini örtüyor. İşte bu yüzden de, “Sosyalist“ Enternasyonalin ve eski Stalinci partilerin “uluslararası hukuka” veya “BM kararlarına” çağrı yapmaları gülünçtür. Zira Filistin halkının karşı karşıya kaldığı bu felaket bizzat Büyük Güçlerin  bu “uluslararası hukukunun” ve BM kararlarının ürünüdür.

İsrail devletinin Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesinden sürmekte olduğu ailelerin tümünün 1948’de Yafa ve Hayfa’dan sürülmüş ve oraya yerleştirilmiş aileler olması önemlidir. Filistinli mücadelecilerin yazdığı gibi: “Şeyh Cerrah trajedisi tüm Filistin’in 1948’den beri süregelen trajedisini özetliyor.” Haklılar: Siyonizmin mantığı Filistin halkını topraklarından kovmak, varlıklarını inkar etmek ve ulusal hakları için ayağa kalkan tüm Filistinlileri kanda boğmak üzerine kuruludur.

Netanyahu bu politikaları kendinden önce gelenlerden daha ileri götürmeye çalışıyor olsa da İsrail devletinin bugün yürüttüğü politikalar Netanyahu’ya özgü değildir. Bu politikalar tam da 1948’de Nakba ile 850.000 Filistinlinin kendi şehirlerinden, köylerinden sürülmesi temelinde kurulmuş olan bu devletin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu sömürgeci, teokratik bir devlettir; kuruluşundan bu yana Filistin halkına karşı ayrımcılık üzerine ve bu halkın yerinden sürülmesi üzerine inşa edilmiştir. Marksistler açısından Siyonizm her zaman Avrupa’daki ezilen Yahudiler arasındaki gerici bir azınlık akımı olmuştur; eşit haklar için demokrasi mücadelesine sırt çevirmiş olan bir akım. 1945 yılının ardından Nazi rejiminin 6 milyon Yahudiyi imha etmiş olması trajedisini ikiyüzlüce kullanarak Ortadoğu’daki emperyalist politikanın bir aygıtı haline gelmiştir. Çoğu durumda da kendi istekleri hilafına Filistin’e göç etmeye itilen Yahudi nüfus için bir “ölüm tuzağı” olarak İsrail devleti her aşamada biraz daha emperyalizmin, özellikle de ABD emperyalizminin yardımcı bir aygıtı haline gelmiştir. Tüm dünya İsrail devletinin mevcut politikalarını ABD fonları ve ABD silahları olmadan sürdüremeyeceğini biliyor – yılda 3,8 milyar dolar askeri yardım ve 8 milyar dolar kredi güvencesi. İsrail devleti her gün daha fazla ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu görevini görmektedir. Bu nedenle de diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Biden yönetiminin Trump’ın dış politikası ile aynı çizgide olması şaşırtıcı değildir. Trump Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti ilan etmişti; Biden da aynı fikirdedir, sömürgeci-yerleşimci İsrail devletinin tüm destekçilerinin eskimiş nakaratını tekrarlayarak “İsrail devletinin kendini savunma hakkı olduğunu” açıklamaktadır. Netahyahu da bu politika doğrultusunda fanatik yerleşimcilere dayanarak Kudüs’ün “etnik temizliğini” yürütmektedir. Biden’a bu çabalarında tüm emperyalist hükümetler de destek olmaktadır. Fransa’da Macron, Almanya’da Merkel, İngiltere’de Johnson vb. – ve her zamanki gibi saldırganlarla kurbanları aynı kefeye koyan Avrupa Komisyonu. Son birkaç saattir Merkel ve Macron hükümetleri Filistin halkı ile her türlü dayanışma gösterisini yasaklamak üzere adımlar atmışlardır. Filistin halkının trajedisi Arap Birliği’ni ve bölgedeki istisnasız tüm rejimleri de suç üstünde yakalamaktadır. Körfezin petrol monarşilerinden “Arap milliyetçisi” rejimlere kadar tümü, Filistin devrimine karşı kendi rollerini oynamaktadırlar. Bunlara Filistinli mültecilere karşı ayrımcılık yapan Lübnan rejimi, Gazze’ye uygulanan ambargonun kilit taşı olan Mısır’daki kana susamış Sisi rejimi, Körfez monarşileri, son dönemde diplomatik ilişkilerde getirdiği “normalleşme” ile aslında süregelen bağları resmileştirmekte olan Fas krallığı dâhildir. Geçmişteki ve bugünkü söylemleri ne olursa olsun bu rejimler hiçbir zaman Filistin halkı ile müttefik olmamışlardır; aksine onların cellâtları olarak davranmışlardır. Filistin halkı 1948’den bu yana mücadelelerine damga vuran ihanetlere ve trajedilere karşın hiçbir zaman ulusal haklarından vazgeçmemiştir. Abluka altındaki Gazze’den yerleşimlerle bölünmüş Batı Şeria’ya, Kudüs’teki mülteci kamplarından “1948 bölgelerindeki” Hayfa’daki, Umm Al-Fahm’daki, Lid’deki ve diğer yerlerdeki Filistinlilerin ayaklanmasına kadar Filistin halkı bir kez daha birliğini ve ulusal ve demokratik özlemlerini gerçekleştirmek üzere tarihi mücadelesini ortaya koyuyor. Özlemleri Irkçı Devletin, küresel emperyalizmin ve ona tabi yoz rejimlerin duvarlarına çarptığı için Filistin halkı ittifaklarını sadece uluslararası işçi sınıfında ve ezilen halklarda bulabilir. Ancak üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı rejimin sürdürülmesinden doğan barbarlıkla karşı karşıya olan bu kesimlerde kendisine dost bulabilir. Bu nedenle tüm dünyada işçi örgütlerinin sorumluluğu koşulsuz olarak Filistin halkının yanında yer almaktır. Son dönemlerde –azınlıkta da olsa- İsrail’in Yahudi nüfusu içerisinden Filistin halkının katledilmesine karşı güçlü sesler çıkmıştır. Bunlardan biri meşhur insan hakları savunucusu dernek B’tselem olmuştur, açıklaması şöyledir: “Ürdün nehri ile Akdeniz arasında: Yaşanan Irkçılıktır” Bir diğer örnek ise İsrail ordusunda hizmet vermeyi reddeden 60 genç lise öğrencisidir, şu açıklamayı yapmışlardır: “Bizden kana bulanmış bir üniformayı giymemiz isteniyor. Nakba ve işgal ile İsrail toplumu çürük temellerde kurulmuştur ve bu yaşamımızın her alanında yansımasını bulmaktadır: ırkçılık, siyasal nefret dili, polis şiddeti.” Bu yazı yazılırken bir “iç savaş” tehdidinden bahseden İsrail liderleri Gazze Şeridi’ne yönelik olarak süren acımasız hava saldırılarına ilave olarak yeni bir büyük kara saldırısına hazırlanıyorlar. Her zamankinden de fazla mümkün olan tek çözüm, kuruluş kongresinde Filistin ulusal hareketinin formüle etmiş olduğu çözüm, yani tek, laik ve demokratik bir Filistin devletinin tüm tarihsel Filistin bölgesinde kurulması ve inançları veya kökenleri ne olursa olsun bütün vatandaşlarına eşit hakların teminatını vermesidir. Ne yazık ki hareket daha sonra “barış anlaşmaları” adı verilen süreçte bu çözüm formülünü “geçersiz” ilan ederek terk etmiştir. IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili için Örgütlenme Komitesi (DEYTÖK) tüm örgütlerini ve militanlarını kendi görüşlerini ortak eylem için önkoşul olarak öne sürmeksizin tüm dünyada Filistin halkının katledilmesinin derhal durdurulması talebi ile yapılacak gösterilere katılmaya ve şu sloganları yükseltmeye çağırır:

  • Filistinli göstericilere yönelik baskı derhal durdurulsun!
  • Gazze’nin bombalanması derhal durdurulsun!
  • Kara harekatına hayır!
  • Filistinlilerin Şeyh Cerrah mahallesinden sürülmeleri derhal durdurulsun!
  • Filistin halkına özgürlük!
  • Tüm mülteciler için geri dönüş hakkı!

14 Mayıs 2021

Avrupa İşçi Konferansı Sonuç Metni

Paris, 12-13 Mayıs 2018

Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasından 25 yıl sonra biz, işçiler ((Yaşamak için işgücünü satmak zorunda olan tüm işçiler, yani kol ve kafa emeğiyle ücretli çalışanlar, işleri elinden alınmış aktif ve emekli işçiler, eğitim alan genç işçiler.)), gençlik ve işçi hareketi militanları Belarus, Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Makedonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, İspanya, İsviçre ve Türkiye’den gelerek Paris’te 12-13 Mayıs 2018 tarihlerinde toplandık ve Fransa, Almanya ve İtalya’dan gelen çağrıya cevap verdik.

Devamı

Bu bir erken seçim değil her tür demokrasiyi ortadan kaldırma kararıdır!

Devlet Bahçeli’nin Tayyip Erdoğan’la aldığı 26 Ağustos 2018’de erken seçim önerisinin sözde 30 dakikalık bir görüşmeyle 24 Haziran 2018 tarihine çekilmesi kararı, bütün açıklığıyla bu kararın daha önceden danışıklı olarak alınmış olduğunu gösteriyor. Üstelik bu kararın gerekçesi olarak ileri sürülen görüşler özrü kabahatinden büyük dedirten türden.

Evet Bahçeli, Erdoğan’ın da kendisiyle aynı görüşte olduğunu ifade ettiği bir gerçeği avazı çıktığı kadar haykırıyor: “Bu işi bir an evvel bitirelim ve kurtulalım şu seçim belasından!” Yani Türkiye’deki mevcut iktidar bloku bırakın demokratik bir seçimi, var olan demokrasi kırıntılarına bile tahammülü olmadığını ilk kez bu kadar açık bir biçimde dillendirmiş oluyor. Seçmen tercihini kendilerinden yana kullandığında demokrasi bir faziletken, şimdi işler tersine döndüğünde bir baş belası haline geliyor.

OHAL koşullarında yapılacak olan “seçimlerin” aslında seçimden başka her şeye benzeyeceği şimdiden belli olmakla birlikte uygun olmayan koşullar altında da olsa bir sınıf mücadelesi öznesi olduğu görülmelidir. İktidar Bloku bu kararıyla hem Türkiye burjuvazisinden hem de emperyalist burjuvaziden kendi iktidarı için onay istiyor. TÜSİAD türü burjuvalardan “istikrar” adına, Anadolu ve büyük şehir “çakalları”ndan ihalelerin sürdürülmesi adına ve tabii emperyalist burjuvaziden de ülkenin varını yoğunu talan eden büyük “projeler”in gerçekleştirilmesi adına onay istiyor. Tabii emperyalist sisteme başta Ortadoğu olmak üzere sunulacak destekler de işin cabası.

İşte bu koşullar altında sahte seçimlerin hiçbir sorunu çözmeyeceğini bile bile bu mücadelede saf tutmak işçi örgütleri ve ezilen halk için bir zorunluluk ve hayat memat meselesidir. Çünkü demokrasi için mücadele işçi sınıfı için din ve vicdan özgürlüğü, fikir özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kadar ve hatta belki onlardan daha fazla örgütlenme özgürlüğü anlamına gelir. İşçi sınıfının siyasal ve sendikal örgütlenme hakkı elinden alındığında – ki OHAL rejimi bu hakkın gasp edilmesinin ayyuka çıkmış halidir- ortada bugün görüldüğü gibi demokrasinin kırıntısı bile kalmaz ve diğer bütün haklar da hasır altı edilir. İşçi sınıfı, ezilen halklar ve gençlik örgütlenemiyorsa ülke boğuluyor demektir.

Bu koşullar altında ivedilikle yapılması gereken ne?

İktidar Blokuna karşı demokrasi için mücadele edecek bütün siyasi yapılar adaylarını göstermelidirler. Hatta bu konuda bütün işçi ve gençlik örgütleri birbirlerine destek olmalıdırlar. Mümkün olduğu kadar fazla aday – her kesimi temsil eden- gösterilmelidir. Bu, İktidar Blokunun seçimleri ilk turda kazanmaması için bir zorunluluktur. Bütün muhalif adaylar aralarında peşinen bir yazılı anlaşmaya varmalıdırlar, o da şu olmalıdır: Aralarından hangisi ikinci tura kalır ve seçilirse başkanlık sistemine son verecek bütün düzenlemeleri (yani TSK’da, Emniyet’te, yargıda, eğitimde) yaparak 6 ay sonunda demokratik seçimlere gitme taahhütünde bulunmalıdır. O halde muhalefetin yapması gereken tam bir “tabula rasa”dır, yani sil baştandır. Adına ister kurucu meclis deyin ister demeyin, barajların sıfırlandığı, her partinin eşit propaganda hakkına sahip olduğu ve eşit koşullar altında girdiği bir seçim sonucu oluşacak bir meclis böyle işlev görür. Egemen bir karakter kazanır. İkinci tura kalmak için mücadele edecek adaylar başkanlık rejimini değil, parlamenter sisteme derhal geri dönüşü sağlayacaklarını ortaklaşa taahhüt etmelidirler.

Esas seçim sonrası ne olacak?

Şu anda görüldüğü kadarıyla muhalefet bu seçimlerde büyük çoğunluğa sahiptir. Ama iş gene pekala “atı alan Üsküdar’ı geçti”ye dönebilir. Buna karşı bile biz bir kurucu meclis mücadelesinin yolunu açmış oluruz ki bu sınıf mücadelesinin günümüz koşullarında ayrılmaz bir parçasıdır.

Son söz CHP’ye

CHP Genel Başkanını aday göstermemelidir. Çünkü bir parti eğer demokrasiden söz ediyorsa kendi başkanı, esas olarak sembolik bir karakter taşıyacağını ileri sürdüğü cumhurbaşkanlığına değil başbakanlığa talip olmalıdır. Demokrasiyi savunmak bunu gerektir.

 

20 Nisan 2018

PGB Sosyalizm

Trump’ın Provokasyonu: Filistin Halkı Tehlikede!

IV. Enternasyonal’in Yeniden Oluşumu için Örgütlenme Komitesi’nin (OCRFI) Deklarasyonu

ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı ve ABD Büyükelçiliği’ni bu şehre taşıyacağı yönündeki provokatif açıklaması Filistin halkının ve Filistin halkının kendi geleceklerini kendileri belirleme hakkını koşulsuz destekleyen tüm dünyadan insanların haklı öfkesine sebep oldu. Filistin halkı bir kere daha tehdit altında!

Trump’ın provokasyonunun ardından kimi devlet başkanları ve siyasal liderler açıklamayı “esefle karşıladılar”, kimileri de bunu ABD yönetiminin politikasının gerçekliğini yansıtmayan “sorumsuz” bir açıklama olarak tanımladılar.

Elbette dünyanın en güçlü burjuvazisinin hükümetinde en üst düzeyde bir kriz mevcuttur. Ancak Trump’ın provokasyonu ABD emperyalizminin ve onun müttefiklerinin öncülüğünü yaptığı, halklara karşı yürütülmekte olan yaygın savaşın bir parçasını oluşturmaktadır. Bu adım; onun Kuzey Kore’yi haritadan silme tehdidinden, Suudi Arabistan’ın Yemen’de yürüttüğü soykırımsal savaşta ABD’nin dahlinden, Afganistan’daki güçlendirilmiş işgalden, Venezüella’nın istikrarsızlaştırılmasında ABD’nin doğrudan müdahalesinden ve Lübnan ve İran’a yönelik ABD-İsrail-Suudi tehditlerinden sonra gelmiştir. Bu, Cumhuriyetçi olsun Demokrat olsun, Trump’tan önce de Beyaz Saray’da olanların izlediği politikanın bir devamı ve hızlandırılmasıdır. Trump’ın Ortadoğu’da yeni kıyımların zeminini hazırlayan provokasyonu aslında üretim araçlarının özel mülkiyeti sisteminin varmış olduğu çıkmaz sokağın bir ifadesidir. Bu sistem bugün ancak üretici güçlerin kitlesel imhası pahasına, özellikle de silah ve savaş ekonomisinin büyümesi aracılığıyla yaşamını sürdürmektedir.

Uluslararası basının yansıttığı gibi Trump’ın provokasyonu Beyaz Saray temsilcilerinin Ortadoğu’da aylar süren müzakerelerinin sonucu olmuştur: “Ocak ayından bu yana ABD Başkanının damadı Jared Kushner sürekli Kudüs ile Riyad arasında mekik dokumuştur. Aslında eski bir İsrail rüyası üzerinde çalışmıştır: Arapları – en azından Körfez monarşilerini- İsrail’e yakınlaştırmak.” Bu pazarlıklar gerici Arap rejimleri ile İsrail devleti arasındaki açıkça ilan edilen işbirliğini beraberinde getirmiş, İsrail Genelkurmay Başkanı’nın bir Suudi gazetesine “İsrail ve Suudi Arabistan, İran’ın niyetleri hakkında tam bir görüş birliği içerisindedir” şeklinde demeç vermesi sonucunu doğurmuştur. Aynı bu müzakereler gibi ABD Başkanı’nın -Ortadoğu’da kontrolü elinde tuttuğunu iddia eden- açıklamaları bir kere daha Filistin sorununun öne sürüldüğü gibi bir tarafta “Yahudiler”, diğer tarafta “Müslümanlar”ın olduğu dini bir çatışma olmanın çok uzağında olduğunu göstermektedir. ABD emperyalizminin himayesinde Vahabi İslam’ın Suudi temsilcileri ile “Yahudiler adına” konuştuğunu iddia eden Siyonist devletin temsilcileri el ele vererek Filistin halkına karşı bu yeni darbeyi hazırlamışlardır. Bu, acısını Yahudi nüfus da dahil olmak üzere bölgenin tüm halklarının çekeceği bir darbedir.

Trump’ın provokasyonu 70 yıl önce, Kasım 1947’de BM’de Amerikan, İngiliz ve Fransız emperyalist liderlikleri ile SSCB Stalinist bürokrasisi arasında ulaşılan üst düzey bir anlaşmaya dayanarak dayatılmış olan Filistin’in taksimi planı ile başlamış mantığın devamıdır. Filistin’in bölüşümü, teokratik Siyonist Devletin kurulmasıyla sonuçlanmış ve bu devletin hedefi her geçen gün daha fazla Filistinlinin topraklarından atılması, sürekli katliamlara uğraması olurken, Yahudi nüfus da sömürgeci bir idare mantığına sıkıştırılmış ve hapsedilmiştir. Bu bölünmenin kabulüne ve İsrail devletinin tanınmasına dayanan tüm anlaşmalar, özellikle de Oslo Görüşmeleri (1993) Filistin halkının üzerindeki boyunduruğu ve topraklarından kovulmuşluklarını sadece pekiştirmiş ve milyonlarca Filistinli mültecinin en basit demokratik hakları olan 70 yıl önce çıkartıldıkları köylerine ve şehirlerine dönme haklarını kullanmalarını daha da imkansız hale getirmiştir.

Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Oluşumu için Örgütlenme Komitesi (OCRFI), ABD Yönetiminin başı tarafından yapılan provokasyonu şiddetle kınamakta ve Filistin halkının toprak, barış ve özgürlük hakları için mücadelesine, bir başka ifade ile Filistin halkının bir ulus olma hakkı ve tüm mültecilerin geri dönme hakkına koşulsuz desteğini tekrarlamaktadır.

OCRFI; Filistin halkının savunulması için, ABD emperyalizminin ve onun Ortadoğu’daki hizmetkarlarının, yani İsrail devletinin ve gerici Arap devletlerinin politikalarına karşı çıkılması için işçi örgütlerine ve demokratik örgütlere birliktelik çağrısı yapmaktadır. OCRFI’ya bağlı örgütler Filistin halkını savunan her türlü eyleme -kendi bayrakları ile- katılacaklardır.

OCRFI; işçi hareketi içerisinde 1947’de BM’in taksim planına karşı çıkan tek akım olan Dördüncü Enternasyonal’in mücadelesinin devamının bir parçasıdır. Bu akım, o gün bu planı doğru bir şekilde “aynı anda hem Arap kitlelerin mücadelesini, hem de Yahudi işçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu anti-emperyalist bir patlamadan saptırarak bir kardeş katli kavgasına yönlendirmenin en etkili yolu” olarak tanımlamıştı (Quatrième Internationale, Aralık 1947).

Bu süreklilik içerisinde OCRFI Filistin halkının kendi geleceğine özgürce karar verme hakkını ve Kudüs başkenti olacak şekilde tüm tarihi Filistin bölgesini kapsayacak, dini ve etnik kökenlerinden bağımsız olarak tüm vatandaşları için eşit hakları güvenceye alacak demokratik ve laik bir Filistin Cumhuriyetinin yolunu açacak bir Filistin Kurucu Meclisini savunduğunu duyurmaktadır.

8 Aralık 2017
OCRFI Uluslararası Komitesi

 

Haritalar sırasıyla 1946 yılındaki Filistin topraklarını ve Yahudi yerleşimlerini, 1947’deki BM bölünme planı sonrası durumu, 1949-1967 yılları arasında Filistin ve İsrail topraklarını ve 2000 yılındaki durumu gösteriyor.