Yeniden Kitlesel İşçi Partisi Üzerine

(Sungur Savran’a çeşitli hatırlatmalar)

— Şadi OZANSÜ

Patronsuz Generalsiz Bürokratsız SOSYALİZM dergisinin Temmuz 2001 tarihli 1. sayısındaki “Kitlesel Bir İşçi Partisinin Gerekliliği Üzerine” ve gene aynı derginin Mart 2002 tarihli 4. sayısındaki “Kitlesel Bir İşçi Partisinin İnşasının İmkanları” başlıklı yazılarıma ek olarak, bu sayıda, aynı konuda daha ayrıntılı bir başka yazı yazmama derginin Yayın Kurulu olarak karar verdiğimizde, İŞÇİ MÜCADELESİ dergisinin Ocak- Şubat 2004 tarihli 10. sayısında Sungur Savran’ın kaleme aldığı “Lula’nın bir Yılı: Post-Leninizmin İflası” başlıklı yazıyla karşılaştık. Bu yazının başlangıç ve sonuç bölümlerine eğreti olarak tutturulanüslup vepolitik değerlendirmeler, bizi, ister istemez, son yirmibeş yıllık tarihimizin bir kez daha gözden geçirilmesine sevk etti. Dolayısıyla, Yayın Kurulu olarak planlamış olduğumuz yazıdansa, aynı yazıyı Sungur Savran’ın bize sunmuş olduğu tartışma alanından yararlanarak şekillendirmeyi daha uygun bulduk. Bu imkanı bize sağladığı için, gerek İŞÇİ MÜCADELESİ dergisine, gerekse Sungur Savran’a teşekkür ederim. Devamı

Ya İşçilerin Kendi Hükümeti, Ya Kıyamet!

— PGB Sosyalizm

Kadın, erkek işçiler! Kamu emekçileri!

Gençler! İşsizler! Yoksul çiftçiler!

Emekliler! Küçük esnaf! Dininden, milliyetinden veya cinsiyetinden dolayı zulme uğrayanlar!

Sömürülen, horlanan, aşağılanan emekçiler!

Yıllardır bir avuç yerli ve yabancı patronun çıkarı için peşkeş çekilen bütün zenginlikler; yani yer altı ve yer üstü bütün üretim tesisleri, yani maden ocakları, yani demir çelik fabrikaları, yani Sümerbank, yani Petrol Ofisi, yani Süt Endüstrisi kurumu, yani Kara Yolları, yani Demiryolları, yani Hava Yolları, yani Deniz Yolları, yani PTT, yani ormanlar, yani okullar, yani hastaneler ve daha aklınıza gelebilecek, biz yoksulların vergileriyle inşa edilmiş her türlü değer, bugün adına özelleştirme denilen soygun ve talan politikalarıyla yerli ve yabancı büyük patron şirketlerine sudan ucuz fiyatlarla satılıyor. Öte yandan, milli bankalar ve TEKEL de, aynı şekilde yerli ve yabancı büyük finans kuruluşlarına satılmak üzere… Bu satışlar gerçekleştikçe, her gün daha fazla kardeşimizin işlerine son veriliyor. 2000-2001 mali çöküşünden sonra, sanki bu çöküşün sorumlusu onlarmış gibi, yaklaşık 1,5 milyon çalışan sokağa atıldı. Henüz işlerinden atılmayanlara da sürekli aba altından sopa gösterilerek yüzde “sıfır” zamlı toplu sözleşmeleri kabul etmeleri sağlanıyor. İşten atılma korkusuyla hareket edemez duruma gelen işçi kardeşlerimiz 1989-1990 yıllarından bu yana sürekli olarak daha fazla yoksullaşıyorlar, yeni iş yasalarıyla patronların keyfine bırakılmış çalışma koşulları getirilmek isteniyor; sendikalarımız yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Bu büyük patron saldırıları ile sosyal güvenlik sistemimiz çökertilmek isteniyor.

Bütün bunlara karşı;

İşçilerin ücretleri ilk elde 1989-1990 yıllarının satın alma düzeyine yükseltilmelidir!

İşsizliğe karşı, iş saatleri kısaltılmalı, vardiya sistemi arttırılmalı, genç işsizlere böylelikle yeni iş alanları açılmalıdır! Dört vardiya, tam istihdam, 35 saat çalışma haftası!

Bütçede eğitime ayrılan pay 1980’den bu yana yüzde 17’lerden yüzde 7’lere, sağlığa ayrılan pay yüzde 12’lerden yüzde 2’lere indirilmiş bulunmaktadır. Bu paylar ilk elde en azından yeniden 1980 öncesi oranlara yükseltilmelidir!

Özelleştirilmiş bütün KİT’ler, derhal ve tazminatsız olarak yeniden devletleştirilmelidir! Kamu kesiminin büyük patronlar düzeninde bir israf ve yolsuzluk yuvası haline gelmiş olmasının geniş halk kesimlerinde yarattığı haklı tereddüt, kamu mülkiyeti ile özel mülkiyet arasında kayıtsız kalmamıza yol açmamalıdır. Kamu mülkiyeti, işçilerin denetiminde güçlendirilmelidir!

35 milyon çalışana hizmet sunan SSK batırılmamalı, tam tersine işçilerin yönetiminde güçlendirilmelidir! Bütçeden ayrılan paylarla yeni SSK hastaneleri, dispanserleri, klinikleri açılmalıdır! Birer hırsızlık yuvası olan özel hastanelere ve özel sağlık sigortası uygulamalarına son verilmelidir! Eğitime aktarılacak ek kaynaklarla daha fazla sağlık personeli yetiştirilmelidir! Özel eğitime ve özel sağlığa hayır! Sağlık ve eğitim parayla satılacak mallar değildir! Bedava olmalıdır!

Acilen çok geniş bir kamu yatırımları programına gidilmeli, merkezi bir planlamaya baş vurulmalıdır! Yerli ve yabancı mali şirketlerin gücünün artması sanayileşmenin gelişeceği anlamına gelmez, onlar, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en ucuz yoldan kar etmeyi düşündüklerinden, sanayi yatırımları gibi nispeten pahalı yollara başvurmaktansa, para sermaye ile para kazanma yolunu tercih etmektedirler! Onların amacı sanayiyi güçlendirmek değil, çökertmektir! Yerli ve yabancı özel mali şirketlerin istihdam ettiği işçi sayısı komiktir: Türkiye’nin en büyük para babalarından Sabancı’nın çalıştırdığı işçi sayısı en fazla 30 bin, Koç’un ise 60 bin civarındadır. Oysa sadece kapatılmak istenen Zonguldak maden işletmelerinde çalışan işçi sayısı 1990’lı yılların başında 50 bin dolayındaydı! Bu da gösteriyor ki, Türkiye’de gerçek bir sanayileşme ancak yeniden millileştirilecek işçi denetimindeki KİT’ler ve yeni KİT’ler üzerinde yükselebilir!

Bir kumarhane olan borsa kapatılmalıdır.

TSK’ ya bağlı OYAK Bank’ın tüm belgeleri açıklanmalı, Merkez Bankası ve Ziraat Bankası dışında tüm bankalar, yani tüm özel bankalar kamulaştırılarak, tek bankada toplanmalı, bu tek banka aracılığıyla dış ticarete devlet tekeli konmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde halkın çoğunluğunun gelirinde mücadeleler ile sağlanabilecek bir iyileşme, bankaların büyük patronların elinde kalması halinde uzun süre korunamaz. Büyük patronların şirketlerinin paralarını yurtdışına kaçırmaları, devalüasyon ve hayat pahalılığı, elde edilen ücret artışlarını kısa sürede eritiverir! Döviz rezervlerinin planlı kullanımına, döviz kurlarının denetlenmesine ve dış ticaret üzerinde devlet tekeline dayalı bir politikaya geçilmelidir! Mali piyasalar denen hırsızlık şebekesinin egemenliğine son verilmelidir!

Kriz bahanesiyle işçi çıkarmış işyerlerinin muhasebe kayıtları derhal açılmalı, ne kadar karda ya da zararda oldukları ortaya dökülmelidir! Onların bütün spekülasyona dayalı karları ilan edilmelidir! Eğer zarardaysalar, kendilerini yönetemiyorlar demektir, o zaman işçi denetiminde kamulaştırılmaları gerekir! Büyük patron şirketlerini kayıran ticari sır sistemine son!

Yabancı sermayeyi teşvik adı altında uluslararası şirketlere daha fazla kar edebilmeleri için her türlü olanak sağlanmaktadır. Uluslararası tahkim kabul edilerek bu şirketlerin kazanamadıklarını iddia ettikleri karlar için dahi tahkime gitme hakkı tanınmıştır. Uluslararası tahkim kabul edilemez!

Sosyal güvenlik imkanlarının, iş güvencesinin, grev ve toplu pazarlık imkanlarının olmadığı “serbest ticaret bölgeleri” uygulamalarına derhal son verilmelidir!

Bütün bu tedbirlerin gerçekleştirilmesi için iç ve dış borçların geri ödenmesi derhal durdurulmalı ve IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü ile bütün bağlantılar kesilmelidir! Bu tedbirler alınmadığı taktirde halkın çoğunluğunun gelirleri iyileştirilemez, işsizlik, yoksulluk ve açlıkla mücadele edilemez!

“Bütün bunlar yapılırsa memleket ekonomisi krize düşer, perişan oluruz” denilecektir. Bu yalandır! Memleketi bu hale getiren büyük patronların yıllardır uyguladıkları bu politikaların kendisi değil midir? Esas bu politikalar ekonomiyi krize sokmuştur; bunun bedelini mazlumlar değil bizzat büyük patronlar ödemelidir! Kriz büyük patronların yönetemediğini göstermiştir. O zaman bırakın işçiler, emekçiler, ezilenler yönetsin! Hiç merak etmeyin onlardan çok daha iyi yöneteceklerdir!

İşçiler örgütlü mücadeleye!

Ancak bütün bunların gerçekleştirilmesi için çalışanların örgütlü gücüne ihtiyaç vardır. Türkiye’nin toplam faal çalışan nüfusu Dünya Çalışma Örgütü’ne göre 20 milyon civarındadır. Bu, kentlerde ve kırsal kesimde çalışan toplam nüfustur. Bu nüfusun yaklaşık 15 milyonu sendikasız ve sigortasızdır. Yalnız 3,5 milyonu sigortalıdır. Ve sadece 700 bini hem sendikalı, hem sigortalıdır! Bu rakamlara esaret koşullarında çalıştırılan yabancı kaçak işçileri eklediğimizde gerçek tabloyu ortaya koymuş oluruz. Türkiye işçi sınıfının bu büyük kitlesi bugün hemen tümüyle örgütsüz durumdadır.

Patron yanlısı hükümetlerin yıllardır izlemekte oldukları politikalar işçi örgütlerini yok etmek üzere inşa edilmiştir. 12 Eylül DİSK’i bitirmiştir. Şimdiki yönetimler de Türk-İş’i ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. Sendikaları, grev ve toplu pazarlık hakları ellerinden alınmış işçilerin yukarıda sıraladığımız mücadele programını hayata geçirmeleri düşünülemez!

Bu nedenle;

Yöneticilerinin tüm eksiklerine, tüm yanlış politikalarına rağmen sendikalarımızı sonuna kadar savunmalıyız!

Tek bir çalışanın bile sendikasız, sigortasız çalıştırılmasına izin vermemeliyiz!

Sendikasız, sigortasız, grev ve toplu pazarlık hakkı olmayan ya da bu hakları çalışanlarına tanımayan bütün işyerleri tazminatsız olarak kamulaştırılmalıdır! Böyle bir çalışma yasası için ileri! “Bu hakları işçilere tanıdığımız takdirde batarız!” diyen büyük patronlar yalan söylüyorlar! Sadece karları azalır! Karlarının azalmasına tahammül edemeyenler bizleri baskı altında yönetiyorlar, ne hakla? Bıraksınlar biz yönetelim.

Çalışanların haklarını düzenleyen Uluslararası Çalışma Örgütünün 138 sayılı sözleşmesi hükümet tarafından derhal imzalanmalıdır!

Sendikalarımız devletten ve patronlardan tamamen bağımsız olmalıdır! Sendikalarımız ortak bir çatı altında birleştirilmelidir. Ortak çalışanlar yasası çıkartılmalıdır. Üyelik ve istifa için noter şartı kaldırılmalıdır. Her tür baraj kaldırılmalı, sendikalar arasındaki tüm anlaşmazlıklar işyerlerinde sandık koyularak çözülmelidir.

Emek Platformu yukarıda sıraladığımız talepler doğrultusunda harekete geçmeli, sendikasız işçileri ve tarım işçilerini de kapsayan ortak bir üst örgüt haline getirilerek güçlendirilmelidir!

Sendikalarımızın üye sayıları gitgide azalıyor. Öte yandan, gene sendikalarımız, “sosyal diyalog” adı altında patron örgütleri ve hükümetlerle grev ve özgür toplu pazarlık görüşmeleri olmadan masaya oturmak zorunda kalan örgütlere, yani basit birer “sivil toplum” örgütüne dönüştürülmeye çalışılıyor. Birer işçi örgütü olmaktan çıkarılmak isteniyor. Ekonomik ve Sosyal Konsey bunun aracı olarak dayatılıyor. ESK bir büyük patronlar düzenlemesidir, ESK’ ya hayır!

Sendikalar, işçilerin patronların saldırılarına karşı örgütlü mücadele verdiği işçi örgütleridir Grev ve özgür toplu sözleşme hakkı olmayan sendika, sendika değildir! Grev ve özgür toplu sözleşme hakkının olmadığı rejimler de demokratik rejimler değildir! Sendikalar, toplu sözleşme masasına oturup oturmamaya kendileri karar verirler, bu konuda kendilerine bir dayatma yapılamaz. Ancak Türkiye’de ve tüm dünyada birçok alanda olduğu gibi sendikalar da patronların ve onların hükümetlerinin baskısı ve kuşatması altındadırlar. Devlet elini sendikalardan çeksin! Sendika yöneticilerinin sürekli olarak işçi sınıfından ve onların asıl çalışma alanı olan işyerlerinden kopmamaları esas olmalıdır. Sendika yönetiminin rotasyona dayalı olması, yönetime gelecek yeni işçilerin de aynı deneyimi ve bilgiyi edinmesini sağlayacaktır. İşçi örgütlerinin her kademesindeki görevliler seçimle işbaşına gelmeli ve yine üyeleri tarafından geri çağrılabilmelidir. Bütün yönetici ve işyeri temsilcileri seçimle işbaşına! Sendikaların asıl sahipleri işçilerdir ve sendikaların patronlar ve devletle yaptığı tüm görüşme ve anlaşmalar işçilerin denetimine açılmalıdır. Toplu sözleşme görüşmeleri işçilere açık yürütülsün! Sonuç olarak sendikacıların bürokrasiye ve patronlara teslim olmaları biz işçilerin sendikalarımızdan vazgeçmesi anlamına gelemez. Sendikaları savun ve güçlendir! Bütün işçiler sendikalara! İşçi örgütleri kendi ekonomik ve politik bağımsızlıklarını korumak için mali açıdan da bağımsız olmak zorundadırlar. İşçi örgütleri ancak kendi üyelerinin aidatları ve kardeş işçi örgütlerinin destekleriyle ayakta durmalıdırlar. Çeşitli ulusal ve uluslararası patron örgütlerinin ve vakıflarının yardımlarına bel bağlamayacakları gibi, bunları kesinlikle reddederler! Çünkü bu mali “yardımları” kabullenmek bağımsızlığını yitirmek anlamına gelir, hiçbir şekilde kabul edilemez!

Esnek üretim ile çalışma süreleri azalmıyor, tam tersine patron lehine kuralsızlık getiriliyor. Esnek üretime hayır!

Verimliliği artırma söylemi ile çalışanları birbirleri ile rekabete zorlayan kalite uygulamalarına hayır!

Çocukların yeri okulları olmalı; çalıştırılmaları suçtur!

Yabancı kaçak işçiler bizim sınıf kardeşlerimizdir; ekmeğimizi çalan düşmanımız değil! Onların esaret şartları altında çalışmalarına neden olan “kaçaklık” durumlarına son verilmelidir. Kendimiz için elde ettiğimiz bütün çalışma haklarından onların da yararlanmasını sağlamalıyız! Unutmayalım ki bizim birçok kardeşimiz de Avrupa’da ya da dünyanın dört bir köşesinde onların burada çalıştıkları kölelik şartları altında çalışıp yaşamaktadırlar! Biz dünyanın dört bir köşesinde “kaçak” çalışmak zorunda kalan işçi kardeşlerimizin haklarını nasıl savunuyorsak, burada onlar gibi çalışmak zorunda kalan “kaçak” işçilerle de dayanışma içinde olmalıyız! Mazluma milliyeti ve dini sorulmaz!

Irkçı hareketleri patronlar, çıkarları gerektirdiğinde, işçi hareketinin önünü kesmek için yükseltirler. Türkiye’de de hep böyle olmuştur. Bu saldırgan politikalara ancak işçilerin birleşik mücadelesi ile karşı konulabilir. Bağımsız sendikalarda ve işçi meclislerinde örgütlenen işçiler öz örgütlerini, dünyada sömürü kalkana kadar korurlar. Yaşasın işçilerin birleşik, bağımsız örgütlü mücadelesi!

İçinde yaşadığımız toplumda kadınlar baskıya ve şiddete maruz kalıyorlar. Gitgide artan işsizlik, açlık ve yokluk koşulları kadınların durumlarını daha da kötüleştiriyor. “Yeni Dünya Düzeni” adını verdikleri düzende, gitgide daha fazla kadın ve çocuk fuhuş “sanayinin” içine çekiliyor. Kadınlar işçiler arasına katılıyor ama en güvencesiz, düşük ücretli, kötü koşullu işlerde çalışıyorlar. Aile içerisinde de kadınlar bitmek tükenmek bilmez bir emek harcıyorlar. Kadına yönelik şiddet toplumun en çirkin yüzlerinden biri olarak varlığını sürdürüyor. Evde, özel yaşamda kadınların yaşadığı sorunlar, onların özel sorunları değildir! Bu sorunların çözümü geleceğe ertelenemez. Bu sorunların çözümünü önüne koyan bağımsız kadın örgütlenmeleri ve hareketleri desteklenmelidir.

Kadınlar işçi sınıfının yarısıdır; onların çöküşü işçi sınıfının çöküşüdür; durdurulmalıdır! Eşdeğer işe eşit ücret! Sendikalar sadece erkek işçilerin örgütü değildir; kadın işçileri örgütlemek ve haklarını kazanmak için özel bir mücadele yürütmelidir. Kadınlar sendika yönetimlerine! Evde, parça başı, gündelik çalışanlar dahil tüm çalışan kadınlar sendikalaşmaya, örgütlü mücadeleye!

Eğitimin özelleştirilmesi, yani paralı hale getirilmesiyle birlikte, yoksul gençliğin eğitim hakkı elinden alınmaktadır. Eğitim hakkının yok edilmesi ise, gençliği, hızla uyuşturucu “sanayinin” kollarına atmaktadır. Uyuşturucu “sanayi”, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, hakim sınıfların bir yandan devasa karlar elde etmelerine yol açmakta, öte yandan gençliği uyuşturucuya bağımlı hale getirerek zaten militarist baskı altındaki gençliğin iyice pasifleşmesine neden olmaktadır. Patron hükümetleri; işsizlik, parça başı ve geçici çalışma şartları altında, gençleri işçi sınıfının bütününden ayırmaya çalışıyorlar.

Gençler savaşa karşı barış için, geleceklerinin işçi sınıfının geleceğine bağlı olmasından dolayı ortak ve birlikte mücadele için, çalışma hakkı için, öz varlıklarını korumak için, eğitim hakkı için, gelecek hakkı için, yani tek kelimeyle yaşama hakkı için örgütlü bir mücadele vermelidir.

Kurulduğu günden itibaren büyük patron şirketlerinin üniversitelere müdahalesinin önünü açan Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), büyük patronlarca görevini tamamladı ve şu an yine büyük patronlarca devre dışı bırakılmaya çalışılıyor ve özelleştirmelere hazırlanılıyor. Üniversitelere devletten kaynak aktarılamayacağı savunusuyla üniversitelerin kendi kaynağını kendisinin yaratması büyük patronlar düzeniyle ilişkisini kurması isteniyor. YÖK ve onun yerine ikame edilen tüm üst kurullar dağıtılsın! Patronların aynı saldırısı eğitimin diğer bir ayağı olan meslek okullarında da görülüyor. YÖK ve Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK), meslek okullarının kamu kurumları ve piyasalarla ilişkilerine rehberlik ederek bu saldırıyı hızlandırma çabası içindedir. Meslek okullarında okuyan stajyer öğrenciler, patronların şirketlerinde ücretsiz çalıştırılıyor. Stajyer öğrencilere en az kesintisiz asgari ücret! SSK primleri tam olarak yatırılsın! YÖK’ün muhtaç olan öğrencilere verdiği burs değil, harç ve katkı kredisidir. Bu kredileri alan öğrenciler üniversiteye borçlu olarak gösterilerek hayatları boyunca beyaz eşya fiyatlarına endeksli borç ödeyecekler. Herkese karşılıksız burs hakkı! Öğrenciler gerek lise gerekse üniversitelerde barınma, mediko-sosyal hizmetler ve yemekhaneden yararlanma haklarını da ancak para karşılığı kullanabiliyorlar. Bütün öğrencilere ücretsiz yurt, yemekhane ve mediko sosyal hakkı! Bilimin üretilmesinde ana merkez olan üniversitelerde dünyadaki bilimsel gelişmeleri küçük bir azınlık izleyebiliyor. Eğitim dili yabancı dil kabul edilerek bilgi bir grup ayrıcalıklının elinde bulunduruluyor. Bütün üniversitelerde ana dilde eğitim yapma zorunluluğu getirilsin! Bunların yanı sıra yapılmaya çalışılan yeni değişikliklerle kamu çalışanları üniversitelerden çıkartılarak yerine yarı zamanlı, geçici, çağrılı olarak çalışacak öğretim görevlilerinin alınması projeleri kapıda. Bu projeyle özel şirket çalışanlarının üniversitelere alınması ve bu çalışanlar aracılığıyla derslerde okutulan kitaplara ve bilime doğrudan müdahale etme hakkına sahip olacaklar. Üniversitelerin asıl sahipleri üniversite çalışanları ve öğretim görevlileridir. Öğretim elemanları ve çalışanlar tarafından yönetilen bir üniversite! Üniversitelerin denetimi üniversitelerin diğer bileşeni olan öğrencilere! Öğretim elemanları sendikaları, çalışanların sendikaları ve öğrenci örgütlenmeleri aracılığıyla kurulacak öz savunma komiteleri için ileri!

Medya aracılığı ile toplumun bilgi ve iletişim kanallarına büyük patronlar hakim oluyor. Medyada reklam gelirleri yasaklanmalıdır! Basına özgürlük!

Kırların yoksulları ve emekçileri açlık tehlikesiyle sürekli göçe zorlanıyor ve işsizler ordusuna katılmak zorunda kalıyorlar. Tarım işçileri de işçi sınıfının en örgütsüz ve ağır koşullarda çalışan bir parçasıdır. Tarım işçilerine sınırsız örgütlenme ve grev hakkı! Uluslararası Çalışma Örgütünün yoksul köylü ve çiftçilerin örgütlenmesi sözleşmesinin uygulanmasını sonuna kadar savunulmalıdır! Yoksul köylülerin topraklarını işleme hakkını ortadan kaldıran, örgütlenme haklarını engelleyen ve yerel tarımsal yapılarını yıkan Dünya Ticaret Örgütü politikalarına karşı mücadele edilmelidir. Köylülerin topraklarını kullanma hakkı ve doğal çevrenin korunması sonuna kadar savunulmalıdır.

İşçi Hükümeti büyük toprak sahiplerinin sendikasız ve sigortasız işçi çalıştırmasını yasaklamalı, uymayanların işletmelerini tazminatsız olarak işçilerin denetiminde kamulaştırmalıdır. Toprak ağalığı ve yarıcılığı yasaklamalıdır. Toprak işleyenin su kullananındır! Tarım kooperatifleri yoksul köylülerin özyönetiminde ortak teknoloji ile üretim yapılmasını sağlar. Kooperatif üyesi yoksul köylüler, üyeleri oranında ülke genelinde “köylü meclisleri” aracılığıyla merkezi tarım ve üretim politikalarına katılmalıdır.

Tarım işçilerinin, mevsimlik işçilerin, yoksul köylülerin gerçek kurtuluşu işçi devleti yönetiminde merkezi ve demokratik olarak planlanmış ekonomidedir.

12 Eylül askeri diktatörlüğü ve 28 Şubat askeri darbesi burjuvazinin işçi sınıfına karşı kazandığı ciddi zaferlerdir. Bu hareketlerin amacı Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin, sermayenin “özgür” hareketini kısıtlayan ekonomik, siyasal, örgütsel ve ideolojik hak ve mevzilerini tırpanlamaktı. Bunda da önemli ölçüde başarılı oldular. Burjuvazinin siyasal güçleri arasındaki anlaşmazlık ne olursa olsun kendi adlarına gerçekleştirilen bu rejime yek vücut uyum sağlamışlardır. Türkiye büyük patronlarının örgütü TÜSİAD ile TSK arasındaki çelişki, Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ile yine aynı gazetenin yazarlarından Emin Çölaşan arasındaki çelişki kadardır. Bütün farklılıklarına rağmen son tahlilde Türkiye kapitalizminin ortak çıkarlarını savunmaktadırlar!

TC. devleti doğuşundan bu yana işçi sınıfının ve ezilen ulusun örgütlenmesini hem hukuka hem de zora dayanarak yasaklamış, 12 Eylül’den miras kalan yasa ve düzenlemelerle ve 28 Şubat örtülü darbesi ile güdükleştirilen “parlamenter sistem”, bu yasakları mutlaklaştırmaya çalışmıştır. İşçi sınıfının örgütlenme hakkı engellenemez! Faşistler hariç sınırsız örgütlenme özgürlüğü!

Avrupa Birliği kriterlerini yerine getirmek amacıyla çıkarılan uyum yasaları yaşanan darbelerin gölgesinde oluşan parlamentonun ikiyüzlülüğünün göstergesidir. AB’ye demokratik uyum yasaları hazırlanırken içeride işçi sınıfının örgütlenmesine karşı baskılar devam etmektedir.12 Eylül suçluları kendilerini zaman aşımıyla kurtaramazlar! Siyasi polisin ve MİT’in bütün kayıtları açılsın! Askeri istihbarat, Batı Çalışma Grubu vb suç örgütleri lağvedilsin! Suçlular mahkemeye! Polisler de birer ücretlidir, polise sendikalaşma hakkı!

TSK’ ya bağlı vakıflar ve ticari tüm işletmelerin belgeleri açıklansın!

Askerlik işçiler ve yoksul köylüler için yasal haklardan yoksun olmak ve angarya çalıştırılmak demektir. Kışlada dayağa son! Angaryaya hayır, erlere asgari ücret ödensin! Erlere sendikalaşma hakkı! Erlere oy kullanma hakkı!

Bütün Halklar Kardeştir!

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı sonuna kadar savunulmalıdır. Ve kendi yürüteceği sınıf mücadelesi yoluyla kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerine destek olunmalıdır. Amerikan emperyalizmi, illegal özel güçleriyle, yani başta CİA kanalıyla, dünyanın hemen her bölgesinde halklar arasında düşmanlıklara yol açarak ortaya çıkan çatışmalara “insan hakları ve demokrasi” adına müdahale etme fırsatını yakalayarak katliamlara girişmektedir. Amerikan emperyalizminin tek hedefi emekçilerin birliğini yıkarak halklar üzerinde egemenliğini tesis etmektir. Devasa bir askeri yıkım aleti olan NATO lağvedilmelidir. NATO hiçbir şekilde, milli ve demokratik hakların gerçekleştirilmesine imkan tanıyan bir aygıt olmadığı gibi, tam tersine, emperyalizmin talan politikasının devamlılığını sağlayan bir örgüttür. Yıllardır dünyanın yüz milyonlarca işçi ve köylüsünü sömürerek, onları kan, ter ve gözyaşına boğan günümüzün sözde “demokratik” emperyalist ülkeleri, şimdilerde “medeniyetin savunulması” adı altında, Taliban, Saddam vb. herhangi bir yönetimi bahane ederek yıllarca uyguladıkları vahşi ambargoyu, gerçekleştirdikleri kanlı bombardımanları ve saldırıyı haklı göstermeye çalışıyorlar! Sanki bütün bu rejimleri kendileri yaratmamışlarmış gibi! Amerikan emperyalizminin, yani petrol ve silah tekellerinin ve tabii uluslararası mali şirketlerin hedefi bellidir: Dünyanın tek ve mutlak efendisi olmak!

Avrupa Birliği ise emperyalistler arası rekabette büyük güç olabilmek için kurulmaya çalışılan bir birliktir. Zengin kapitalist Avrupa ülkelerinin bu birliği genişlerken, Doğu Avrupa’nın işçileri Avrupalı patronlara ucuz işgücü olmakta, birliğin diğer ülkelerindeki kazanımlar da gerilemektedir. Avrupa Birliği tüm kapitalist birlikler gibi işçi düşmanıdır; kurtuluşumuz olarak gösterilemez! Avrupa Birliği’ne hayır!

Başta Amerikan emperyalizminin ve dünyanın bütün diğer emperyalistlerinin halkları birbirine düşman yaparak kendi istediklerini elde etme planını bozmak için Türk işçi ve emekçileri hem Türkiye’deki hem Irak’taki Kürt halkına ve emekçilerine barış, dostluk ve kardeşlik elini bir an evvel uzatmak zorundadır. Ancak Türkiye’deki Kürtlerin her türlü demokratik ve milli haklarını sonuna kadar savunmaktır ki, halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirir ve emperyalizmin oyunlarını bozar. Türk, Kürt, Arap ve Farisi halklar arasındaki kardeşlik ve dayanışma ancak böyle sağlanır. Türk, Kürt, Arap ve Farisi işçi ve emekçilerin birliği Ortadoğu’da yıllardır akıtılan kan ve göz yaşlarına son verebilir. Yaşasın Sosyalist Ortadoğu Federasyonu! Bütün dünyanın gözü önünde Filistin halkı yok ediliyor ve Siyonist İsrail devleti meşru kılınmak isteniyor. Filistinliler kendi yurtlarından tümüyle sürülerek büyük İsrail kurulmaya çalışılıyor. Siyonist İsrail devleti yıkılmalıdır! Yahudi, Müslüman, Hıristiyan, bütün Filistinliler ortak devlette toplanmalı ve Filistin, ortak yurtları olmalıdır. Yaşasın Sosyalist Ortadoğu Federasyonu üyesi bağımsız, laik Filistin devleti!

Öte yandan, her ne bahaneyle olursa Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak’ı işgal etmesi Türkiye’nin “milli çıkarlarına” uygun değildir. Türkiye’nin çıkarları, Kerkük ve Musul petrollerinden pay almaktan da geçmez! Nasıl ki Amerikan halkının çıkarları, Amerikan petrol şirketlerinin Irak petrollerine el koymasından geçmezse! Türkiye Kuzey Irak’a müdahale ederse ve Amerika’nın el koyduğu Musul ve Kerkük petrollerinin kırıntılarından nemalanırsa, bundan çıkar elde edecek olan Türk halkı değil, olsa olsa Türk büyük patronları olacaktır. Bugün Türkiye’de, ülkeye giriş maliyeti litresi 400 bin lira olan benzin 1 milyon 700 bin liraya satılmaktadır. Halkımız dünyanın en pahalı benzinini kullanmaktadır. Türkiye Irak petrollerinden pay alırsa benzin fiyatlarının düşeceğine kim inanır? Yıllardır Türkiye’de halkın kullandığı tüp gaz, ya da şimdi doğal gaz, Koç Efendi ve mahdumlarının şirketlerine kar sağlamaktan başka ne işe yarıyor? Benzin gibi tüp gaza da her gün zam gelmiyor mu?

Evet zengin azınlığın dışında yoksul çoğunluğun ve işçilerin ortak çıkarları vardır. Bu çıkarlar sonuna kadar savunulmalıdır. Ama bu çıkarlar nedir? Bunlar, her şeyden önce bu topraklarda yaşayan ezilenlerin ve yoksulların mutluluğu ve refahıdır! Bu çıkarlar, yer altı ve yer üstü kaynakları ve onların işletmeleridir; bu çıkarlar; devlet demir yolları, hava yolları ve kara yollarıdır; bu çıkarlar; Petrol Ofisi, Sümerbank, PTT, TEKEL, Zonguldak Kömür işletmeleridir; bu çıkarlar; SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, yani bütün sosyal güvenlik sistemidir; bu çıkarlar, milli eğitim ve sağlık sistemleridir; bu çıkarlar; grevli, toplu sözleşmeli sendikal örgütlenmelerdir. İşte bütün bu çıkarların ocağına incir ağacı diken veya dikmeye çalışan hükümetlerin ve Milli Güvenlik Kurulunun “Kuzey Irak’ta milli çıkarlarımız söz konusudur, orada Kürt devleti kurulursa müdahale ederiz!” demesinin inandırıcı bir yanı nasıl olabilir? Türkiye’nin Kuzey Irak’a kardeşlik elini uzatacağına, orayı işgale kalkışmasının neresi milli çıkarımızdır! Bunda olsa olsa Türk halkının değil, Türk büyük patronlarının çıkarı vardır! Bu politika şiddetle reddedilmelidir. “Sözde insani amaçlı müdahale ve savaşlara ne tek kuruş, ne tek nefer!”, “Yaşasın bütün halkların kardeşliği!”, “Yaşasın bütün halkların kendi kaderini tayin hakkı!”, “Kahrolsun NATO!”, “Kahrolsun Emperyalist Savaş!”

Dünya ve Türkiye süratle bir felakete doğru gidiyor. Bu felaketin nedeni dünya ve Türkiye büyük patronları düzeni, onların hükümetleri, dünyada ve Türkiye’de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet yok edilmedikçe, yani mülk sahipleri dünyada ve Türkiye’de mülksüzleştirilmedikçe kıyamet engellenemeyecektir. Bundan önceki tüm patron hükümetleri gibi AKP hükümeti de iktidara gelir gelmez, “ben işveren dostu bir hükümetim!” demiştir. Yani kendinden önceki bütün hükümetler gibi, o da, büyük patronların hükümeti olduğunu ilan etmiştir. Kurtuluş yolunun işçilerin kendi eseri olacağı bilinciyle, işçilerin kendi hükümetlerinin kurulması için mücadele edilmelidir.

Ya işçilerin kendi hükümeti, ya kıyamet!

İşçilerin Kendi Partisi için İleri!

İşçiler birleşelim, bütün dünya yok oluyor!

Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlar “insanlığın ortak sorunları” değildir. Büyük sermaye kar için emperyalist devletleri aracılığıyla dünyayı pazar, işçileri de ekmek parasına ölmeden çalışabilecek birer makine parçası gibi görüyor. Havayı, suyu, yeraltı ve yerüstünü, bütün insanları ve canlıları yani top yekûn dünyayı yok olmayla karşı karşıya bırakıyor. Bu gidişi engellemenin tek yolu patronların düzeni olan kapitalizmi, kapitalist devletleri yıkmak, yerine işçi devletlerini kurmaktır. Bunu da ancak bütün ezilenlere ve sömürülenlere önderlik ederek, dünya işçi sınıfı gerçekleştirebilir.

Dünyanın yok olmasını engellemek için, yapılan tahribata son! Bugün bütün dünya, emperyalizmin kâr hırsı, azgın saldırganlığı sonucu bütün olarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Emperyalist ülkelerin elindeki nükleer silahlar, denetimsiz sanayileşme, akarsuların ve denizlerin kirlilik oranları, ormanların ve tüm eko-sistemin tahribi dünyayı toptan yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getiriyor.

Nükleer silahlanmaya hayır! Bütün nükleer silahlar yok edilsin! Sanayi tesislerinin havayı, toprağı ve suyu kirletmesine izin verilemez! Çevreyi kirleten fabrikalarda üretim durdurulsun, gerekli önlemler alınsın! Sistemli kirlilik yayan fabrikalar işçi denetiminde devletleştirilsin!

Muhtemel bir depremde yıkılma ihtimali olan bütün evler derhal yıkılmalı, bunların yerine sağlam ve güvenilir konutlar devlet tarafından inşa edilmelidir!

Bugün büyük patronların elinde hızla ekolojik kıyamete yürüyen bu dünya, yarın bizim elimize geçtiğinde hala yaşanabilir olmalıdır. İşte bu yüzden bu talepler doğrultusunda mücadeleyi daha bugünden ısrarla savunmalıyız. Savunmalıyız ki, çocuklarımızın da bir geleceği olabilsin!

Dünyada ve Türkiye’de işçi iktidarı tek çözümdür!

Gezegenimiz yeni yüzyılda ya uluslararası devrimci bir dalgayla sarsılacak ya da emperyalistler arası rekabet dünyayı açlık, kıtlık, hastalık ve savaşlarla yok edecektir. 1917 Ekim devriminin çocuğu Sovyet devletinin yenilgisi dünya dengesini emperyalist gericiliğin lehine değiştirdi. Zincirlerinden boşalan patronlar, bütün dünyada işçi sınıfına ve emekçilere daha korkusuzca saldırıyorlar. Kendi topraklarındaki işçi sınıfını da, diğer ülkelerdekileri de politika dışına iterek onları büyük patronların kurtlar sofrasına yıllar sonra yeniden atan bürokratik işçi devletleri tecrübesinden gerekli dersleri çıkartmalıyız. İşçilerle patronların iktidar mücadelesi iki yüzyılı geride bıraktı. Bugün bütün dünyada egemen olan patronların düzeni dünyayı ve insanlığı yok ediyor. Türkiye’de ve dünyada daha fazla geç kalmadan milyarlarca işçi olduğumuzu bilerek, işsizleri ve diğer emekçileri de kazanarak bu gidişi durdurabiliriz. Bu azgın ve vahşi düzeni devrimlerle yıkıp sömürüsüz bir dünyayı kurana kadar işçi sınıfına durmak yok!

Bütün bir sınıf mücadeleleri tarihi “sınıfsız toplum ancak dünya çapında kurulabilir” gerçeğini öğretti biz işçilere. “Tek ülkede kurtuluş”, devrime ihanet eden bürokrasinin bu milliyetçi şiarı, artık iflas etmiştir. Kapitalizm bir dünya ekonomisi ve siyaseti yaratmıştır. Patronlarla işçiler arasındaki nihai boy ölçüşme de tüm dünya ölçeğinde olacaktır.

Krizlerle, savaşlarla ve devrimlerle kapitalizmin sonunu hazırlayacak emperyalist çağda yaşıyoruz. Bu süreç içinde sadece Amerikan emperyalizminin krizine değil diğer emperyalist güçlerle aralarında yaşanan çatışmaların ve sürtüşmelerin neden olduğu krizlere de tanık olduk. Uzun yıllardan sonra Amerikan politikaları kitlelerin savaş karşıtı hareketleriyle karşılaşmaya başladı. Ama bu mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için başını işçi sınıfının çekmesi gerekir. Bugün kapitalizmin üstünlüğüne ilişkin ideolojik kampanyanın ses tonu kısılmıştır. Krizler ekonomik olduğu kadar politiktir de. Yeni dünya düzeni masalı pratikte hayata geçirilememiştir.

İşçilerin Kendi Partisi İçin!

Bütün bunların gerçekleşebilmesi için işçilerin kendi partilerini inşa etmeleri bir zorunluluktur. Türkiye’de bugüne kadar kurulan ve hükümetlere katılan bütün partiler büyük patronların çıkarları için çalışmış olan patron partileridir. Kendilerini işçilerin partisi olarak tanımlayan küçük partiler de, işçilerin partisi olmaktan çok, onlar adına hareket edenlerin partisidir. Türkiye’de işçi sınıfının kendi partisi hiçbir zaman olmamıştır. Artık bunun zamanı gelmiştir, hatta geçmektedir. Türkiye’de bugün büyük patronların azgın saldırıları altındaki tüm işçi örgütleri yukarıda sıraladığımız işçi sınıfının en basit çıkarları temelinde bir araya gelerek kendi partilerini inşa etmelidirler. Bizler, kendi programımızı dayatmadan böyle bir partinin inşası için elimizden gelen tüm çabayı göstereceğiz. Bizim amacımız işçi sınıfına bu yolda destek olmaktır. Böyle bir parti ilk elde ancak örgütlü işçi kesimlerine dayanılarak inşa edilebilir. İşçi sınıfının birleşik cephesi anlamına gelebilecek böyle bir partinin inşası için görev başına!

Dünya işçilerinin ve ezilenlerinin birleşik cephesi için! IV. Enternasyonal için!

Başta ABD’nin büyük patron şirketleri olmak üzere, dünyanın bütün büyük patronları, adına G-8 denilen birliktelikleriyle, dünya işçi sınıfına karşı ortak mücadele yürütüyorlar. Gene Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) de, IMF de, Dünya Bankası da onların dünyayı yönetme kurumlarıdır. Yıllardır dünya işçi sınıfının bu uluslararası büyük patron örgütlenmelerine karşı kendi uluslararası örgütleri yok. Dünya çapında bu kadar örgütlü mücadele veren bir güce karşı dünya işçi sınıfı sadece ulusal örgütleriyle başarılı bir mücadele yürütemez. Büyük patronlar nasıl dünya çapında bir örgütlenme yürütüyorlarsa, dünya işçileri ve ezilenler de dünya çapında bir ortak örgütlenme inşa etmek zorundadırlar. Bu ortak örgüt, dünyadaki bütün işçi mücadelelerini birleştiren, onlar arasındaki dayanışmayı ve tecrübe alış verişini sağlayan bir işçi ve ezilenler cephesi olmalıdır. Dünya işçi sınıfının ve ezilenlerinin politik (siyasi parti) ve ekonomik (sendikalar) örgütlerini bir araya getirecek böyle bir cephe, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi yolunda çok büyük bir ileri adım olacaktır. İşte IV. Enternasyonal, böyle bir cephenin içinde kendi programını kesinlikle ona dayatmadan, dürüst ve açık bir eylemli tartışmanın içinde yükselecektir. Bir dünya devrimci işçi partisi olarak IV. Enternasyonal ancak böyle inşa edilebilir!

Yaşasın Dünya İşçilerinin ve Ezilenlerinin Birleşik Cephesi!

Yaşasın Uluslararası Sosyalist Devrim!

Yaşasın IV. Enternasyonal!