— Yayın Kurulu
Elinizdeki sayımız Haziran Ayaklanmasının şekillendirdiği bir dönemin ürünü. Türkiye tarihindeki belki en önemli gelişme diyebileceğimiz bu büyük olayı doğru değerlendirmek için bağlamını iyi anlamak gerekiyor. Şüphesiz Haziran Ayaklanmasının nedenlerini sadece Erdoğan hükümetinin yaşam tarzına müdahaleleri ya da Gezi Parkı’nı yıkmaya çalışmasıyla, hatta bir bütün olarak sadece bu hükümetin her tür hak ve kazanıma saldırmasıyla açıklamak yetersiz kalıyor. Haziran Ayaklanmasını emperyalizmin 2008’den beri süren krizinin oluşturduğu savaşlar, devrimler ve karşı-devrimler dönemi bağlamında bir vaka olarak görmemiz gerekiyor.
Bu anlayıştan hareketle sayımızı bir dünya durumu değerlendirmesiyle açıyoruz. IV. Enternasyonal’in teorik yayın organı La Vérité/Gerçek’in editörlerinin kaleme aldığı metinde ABD emperyalizminin Suriye savaşından geri adım atması ve İran’la ilişkilerini yumuşatmaya çalışmasının yanı sıra Çin-Japonya geriliminde aldığı tutuma da değiniliyor ve bu tavır değişikliği ABD içerisinde süren sınıf mücadelesi koşullarına bağlanıyor. Marksizm’in temel ilkelerinden biri politikaya ülkeler değil sınıflar temelinde bakmak olmasına rağmen ABD’yi bir bütün olarak ele alma eğilimi yaygın olduğundan bu tahlil önem taşıyor. Brezilya ve Avrupa’nın yanı sıra Azanya’daki duruma detaylı olarak değinen metin ayrıca emperyalizmin temel direklerinden Almanya’daki seçimleri analiz ediyor.
Böyle bir buhran döneminin klasik görüngülerinden biri olarak iktidar odakları arasındaki ilişkilerin sürekli değiştiğini görüyoruz. 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla ayyuka çıkan Erdoğan-Cemaat çatışması bunun son örneği ve tabii ki sadece Türkiye içindeki güçlerle açıklanabilecek değil, ABD emperyalizminin doğrudan dahil olduğu bir çatışma olarak görmemiz gerekiyor. Şadi Ozansü makalesinde bu değişen güç ilişkileri ortamında geçici çatışmaları kalıcı, temel çatışmalardan ayırabilmek için bizi meseleye daha geniş bir kapsamda bakmaya davet edip değişik ülkeler ve tarihsel dönemlerden örnekler veriyor. Yarı-sömürge bir ülkedeki politikanın emperyalist bir ülkedekine göre nasıl farklılaşması gerektiğini açıklıyor ve yazısını bir kurucu meclis toplanması için barajsız, yasaksız seçim çağrısıyla sonlandırıyor.
Fulya Ayata, Haziran Ayaklanmasına katılanların çoğunluğunun işçi sınıfına mensup olmasına rağmen işçi örgütlerinin neden katılmadığı sorununu inceliyor. Haziran’ı bir orta sınıf hareketi olarak göstermenin maddi olarak yanlışlığını ve politik olarak hükümete hizmet eden yanını gösteren Ayata, işçi örgütlerinin tarihsel rolünü Türkiye’deki geçmiş örneklerin ve diğer ülkelerdeki güncel örneklerin ışığında açıklıyor. Yazar aynı zamanda işçi örgütlerinin Tunus’ta olduğu gibi canlandırılıp hareketin önder gücü haline getirilmesi için yapılan pratik çalışmalardaki deneyimi de aktarıyor ve işçi örgütlerinin yaşadığı bunalımı aşmak için kitlesel işçi partisi çağrısını yeniliyor.
Türkiye’de Moreno’nun kuruculuğunu yaptığı LIT akımından gelen çeşitli gruplar mevcut. Bunlardan İşçi Cephesi’ne Haziran Ayaklanmasının hemen arifesinde, Mayıs ayında “Gerici Ortayolculuktan Vazgeçin!” başlıklı dostça bir uyarıda bulunarak Suriye konusunda Pablocu (Stalinist bürokrasinin yüzyıllarca hakim kalacağını savunup onların partilerine gizli antrizm yapmayı savunanlar) ve Cliff’çilerle (Sovyetler Birliği’nin devlet kapitalizmi olduğunu ve yıkılması gerektiğini savunanlar) beraber, emperyalizmle aynı çizgide durmamaları gerektiğini belirtmiştik. Edison Cardoni’nin bu sayımızda yer verdiğimiz değerli yazısı LIT’in 30 yıllık tarihinde “Ortodoks Troçkizm’in taşıyıcısı” iddiasına rağmen Troçkizm’le çelişen politikalarına dikkat çekiyor. Bu tespitler Türkiye’deki LIT akımının devamı siyasetlerin tavırlarını açıklamada da yardımcı olacaktır kuşkusuz.
Bu sayımızdaki son metinde Daniel Gluckstein, Fransız Komünist Partisi’nden (FKP) Paul Boccara ile Marx’ın iktisadi teorisi üzerine bir polemik yürütüyor. Marx’ın Kapital’inin demode olduğunu iddia eden Boccara’nın FKP önderliğinde ve Ekonomik Komitesi’nde uzun yıllar görev yapmış olması Stalinizm’in Marksizm’den ne kadar uzaklaştığına dair çarpıcı bir işaret. Gluckstein Boccara ile Marx’ın döneminde varolmayan bilgi teknolojileri gibi görüngüler üzerine tartışırken bir yandan da Boccara’nın önerdiği sosyal güvenlik sisteminin yıkımı, sınıf işbirliği politikalarını da sert bir şekilde eleştiriyor.
Emperyalizmin krizini devrimlere çevirmek umuduyla, bu yolda kitlelere devrimci Marksizm’in birikimiyle yardımcı olmak için:
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Yaşasın Dünya Devrimi!