Trump’ın seçilmesi işçi hareketinin yöneticilerinin politikalarının yenilgisidir

— IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili için Örgütlenme Komitesinin (OCRFI) Bildirisi

5 Kasım 2024 tarihinde ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi dünyanın en güçlü kapitalist ülkesinde burjuvazinin egemen fraksiyonları için, uluslararası planda olduğu kadar ülkesel planda da artık egemenliklerini geleneksel araçlarla sürdürebilmelerinin mümkün olmadığının fiili ifadesidir. Amerikan burjuvazisi ancak sosyal sınıflar ve devletlerarası ilişkilerde geleneksel ilişki tarzlarından kurtulmak yoluyla karşı karşıya kaldığı sorunların çözebileceğine inanıyor.

Bu durumun kökünde yatan şey üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine temellenmiş kapitalist sistemin açmazıdır. Bu ise Marksistlerin en başından beri tahlil ettikleri şeydir. Marx’ın “Kapital”inde, Lenin’in “kapitalizmin en üst evresi Emperyalizm”de ve Troçki’nin kapitalizmden sosyalizme “Geçiş Programı”nda üretici güçlerin gelişiminin artık durduğu saptamalarında (çünkü artık üretici güçler değil yıkım güçleri devrededir) ifadesini bulan kesintisiz Marksist tahlillere dayanır. Gene bu durumun kaynağında giderek artan miktardaki kullanılabilir sermayelerle onların değerlenme sahalarının anemik (kan kaybettirici) karakteri arasındaki ürkütücü uçurum yatıyor. Bu çelişki kapitalist sınıf için en yapay yollar da dahil olmak üzere bütün imkanlar kullanılarak yeni sermaye değerlenme sahalarının açılmasını gerektiriyor ki, bu da ister istemez var olan krizi daha da ağırlaştırıyor.

Devamı

5 Kasım’ın önemi: Bundan sonra ne yapmalı?

— ABD Socialist Organizer (Sosyalist Örgütçü) açıklaması, 9 Kasım 2024

Sermaye medyasının 5 Kasım seçimleriyle ilgili açıklamalarına bakacak olursak, seçmenlerin dramatik bir şekilde faşizme doğru sağa kaydığı ve ABD işçi sınıfı ile Siyah, Yerli ve Renkli Halk (BIPOC) topluluklarının tarihi bir yenilgiye uğradığı sonucuna varmak gerekir. Ama yanılıyorlar.

5 Kasım’da yenilgiye uğrayan işçi ve BIPOC topluluklarının yanlış yönlendiricilerinin Demokrat Parti’ye yönelimi ve yine onların – söylemleri ne kadar radikal olursa olsun- Demokratları desteklemenin bir şekilde yükselen faşizm dalgasına karşı bir siper olabileceği yönündeki yanlış beklentileriydi. Ama beklentinin kendisi doğru değil.

Doğru, çalışan insanlar ve ezilen BIPOC toplulukları ciddi bir darbe aldı. Doğru, cesaret kazanmış bir hükümetin ve kurumsal elitin saldırıları artacaktır.

Ama ancak ABD sendikal hareketinin ve BIPOC örgütlerinin onarılamaz bir şekilde parçalanması ve göçmenlerin topluca sınır dışı edilmiş olması bir yenilgi anlamına gelirdi; ki henüz böyle bir durum söz konusu değildir.

Şu anda yenildiğimizin iddia edilmesi, artık emekçilerin ve BIPOC topluluklarının durumu tüm sömürülenler ve ezilenler lehine çevirme şansının kalmadığını söylemek anlamına gelecektir. Oysa bugün bizim hala yapabileceğimiz ve gecikmeksizin yapmamız gereken bu doğrultuda mücadeleye girmektir.

Trump’ın Oyu Artmadı, Yükselen Sağcı Bir İrade Yok! Olan Demokratlara Karşı Bir Referandumdu!

Trump’ın sirkine herkes kanmadı. Giderek artan sayıda seçmen bir protesto biçimi olarak seçim günü evde kaldı. Buna “Katılımda Çöküş!” adı verildi.

Oyların %93’ü sayıldığında, Trump oy kullananların yaklaşık %50,5’i tarafından seçilirken, Harris oyların %47,9’unu aldı. Oy verme yaşındaki nüfusun sadece %26’sının Trump’a oy vermiş olması dikkat çekicidir. Aslında, Trump 2020’de aldığından daha fazla oy almazken (yaklaşık olarak aynı oyu aldı), Harris 2020’de Biden’ın aldığından 10,9 milyon daha az oy aldı.

Sadece bu istatistikler bile Trump’ın Amerikan halkından sağcı bir yetki aldığı iddiasını yalanlıyor. Sağcıların oyları artmadı ama Demokratların oyları kesinlikle düştü: yaklaşık 11 milyon!

Demokrat Parti, milyarder sınıf tarafından finanse edilen ve kontrol edilen kapitalist bir partidir. İşçilerin çıkarlarını ilerletmek için kullanılamaz. Harris’in kampanyası, geçmiş Demokrat başkanların geleneklerini izleyerek, emekçileri yabancılaştırdı ve Cumhuriyetçilerin zaferine giden yolun açılmasına yardımcı oldu. Nebraska ve Missouri gibi Trump’a oy veren kırmızı eyaletlerde bile aynı sandıkta asgari ücretin artırılması ve ücretli hastalık izninin yürürlüğe sokulması gibi işçi yanlısı önlemlerin kabul edilmiş olması dikkat çekicidir. Sermaye medyasının bizi inandırmak istediği gibi sağın bir sandık zaferinden çok uzak bir durumdayız.

Demokratların Fiyaskosunu Açıklayan Bazı Nedenler

  • Newsweek dergisi (7 Kasım) “Demokratlar Harris’i Neden Reddetti?” başlıklı bir haber yayınladı. Derginin ana cevabı ekonomiye odaklanıyordu. “Seçmenler COVID sonrası yıllardaki yüksek enflasyon nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. … Ekonomik kriz büyük ölçüde göz ardı edildi ve böylece seçmenler hayal kırıklıklarının acısını Harris’ten çıkardı.”
  • Intercept dergisi (7 Kasım) bu konuda Kuzey Philadelphia’da çalışan Kandice Cabeza’dan bir alıntı yaptı:
    • “Siz [Harris] insanlar için ne yapıyorsunuz? Hayat pahalılığı, gıda, tıbbi yardım, sağlık faturaları gibi konularda ne değişiyor? Bu konuda bir şey duymadım. Kimin Bir Numara olacağı konusunda kavga ediyorlar, peki ya biz?”
  • Kamala Harris’in kampanyası öncelikle savaş suçlusu Dick Cheney gibi “neo-conları” hedef aldı. Bu “merkeze doğru taktiksel kayma” kampanyasına yeni seçmenler kazandırmadı; hatta pek çoğunu uzaklaştırdı.
  • Harris kampanyasında, Trump’ınkilerden neredeyse hiç ayırt edilemeyen sert sınır ve göç politikaları savunuldu. Harris Trump’ın politikalarını reddetmedi. Bunun yerine Trump’ı sadece Biden/Harris yönetimi sırasında bu politikanın uygulanmasını engellediği için eleştirdi.
  • Biden gibi Harris de İsrail’in Gazze’deki (Lübnan ve Batı Şeria’da da) soykırımını destekledi ve bu konuda Soykırım Joe’dan ayrı düşmeyi reddetti. Üstelik anketler seçmenlerin ateşkesi desteklediğini ve birçoğunun da ABD’nin İsrail’e silah sevkiyatına son vermesini desteklediğini göstermesine rağmen.
  • Harris’in büyük ölçüde gizli tutulan ekonomik planı Wall Street ve Silikon Vadisi tarafından hazırlanmıştı. Çalışan insanların ihtiyaç ve taleplerine hitap etmiyordu.
  • Kürtaj hakları konusunda: Demokratlar, kadınların Trump’ın kürtaj yasaklarına ve SCOTUS’un (ABD Yüksek Mahkemesi) kararlarına karşı çıkacağına güveniyordu. Bu Harris’in kampanyasının en önemli sloganlarından biriydi. Bunun kendilerini başarıya taşıyacağını umuyorlardı.

Oy kullanan kadınların yüzde elli dördü Demokratlar için oy kullandı, ancak bu hiçbir şekilde bir seferberlik değildi. Kadınlar, Trump’a oy veren eyaletlerde bile oy pusulaları yoluyla meseleyi kendi ellerine aldılar. (Bu eyaletlerin 10’undan yedisi kürtaj yanlısı önlemleri kabul etti. Güneydeki kilit eyalet Florida’da da %60’lık bir baraj olmasaydı, kürtaj hakkı lehine kullanılan %57 oy başarılı olacaktı).

Harris’in de Biden gibi kadınlara sunabileceği hiçbir şey yoktu; Harris’in pozisyonu, sadece masasına bir yasa tasarısı gelirse imzalayacağı yönündeydi. ABD’deki kadınlar, bunun çıkmaz ayın son Çarşambası demek olduğunu biliyorlar.

Demokratlar, bu konuda, Kongre’nin kontrolünü ellerinde bulundurdukları esnada harekete geçmediler. Her bütçe yasasına onay verdiler – kürtaj finansmanını kısıtlayan Hyde Değişikliği’ni içeren bütçe de bunun içerisinde olmak üzere. Bu, Demokratların kürtaj konusundan her seferinde nasıl kaçtıklarının sadece bir örneğidir.

İşçi Hareketi Neden Çok Önemli

Yaklaşık 10 milyon üyeli sendika federasyonunun – işçi bürokrasisi aracılığıyla – Demokrat Parti’ye bağlılığının devam etmesi, karşılaştığımız en büyük engeldir. Bağımlı işçi hareketi her seçimde Demokrat Parti adaylarına milyonlarca dolar katkıda bulunmaktadır. Bu sendikalar milyonlarca üyesini telefon bankacılığı ve kapı çalma faaliyetleri için seferber ediyorlar. Bağımlı işçi hareketinin desteği olmadan Demokrat Parti adaylarının hiçbir şansı olamaz. Oysa bu kaynaklar siyasi bir alternatif inşa etmek için kullanılabilir.

Bağımlı işçi hareketinin Demokrat Parti’ye boyun eğmeye devam etmesi, nihayetinde Demokratların fiyaskosunu açıklayan ana faktördür.

Joe Biden’ın Birliğin Durumu konuşması sırasında UAW (Otomobil İşçileri Sendikası) Başkanı Shawn Fain’ın öne çıkarılması ve kendi onayıyla ulusa Demokrat Parti’nin “en iyi dostu” olarak sunulması ile bu tabiiyet ve kooptasyon özellikle görünür oldu. Biden’ın bu konuşmasının Gazze’deki soykırımı sürdürmek ve Ukrayna’daki bitmek bilmeyen savaşı körüklemekle ilgili olduğu ve kendisine Soykırım Joe lakabını kazandırdığı unutulmamalıdır.

İhtiyaç duyulan şey, emek hareketinin Demokrat Parti’den kopması ve BIPOC ve işçi sınıfı örgütleriyle ittifak halinde bir İşçi Partisi inşa etme mücadelesine demir atmasıdır. Ve bu, her iki kapitalist partiden de temiz bir kopuş olmalıdır.

Engelleri Aşmak

Bize göre, tüm Demokrat Parti’nin peşinden ayrılmayanlar, başta işçi sendikalarının bürokratları, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) ve AOC-DSA-Bernie [AOC: Alexandria Ocasio-Cortez ve Bernie Sanders, Demokrat Parti’nin sol kanadını oluşturan DSA (ABD Demokratik Sosyalistleri) grubuyla ilişkili politikacılar – çn.] kanadı olmak üzere herkes, emekçilerin ve ezilen BIPOC topluluklarının emek, ekonomik ve diğer sosyal adalet hakları için verdikleri mücadelede karşılarına çıkan en büyük engellerdir.

Bernie Sanders Harris’i “işçi sınıfını terk etmekle” suçladı ve şu soruyu sordu: “Demokrat Parti’yi kontrol eden büyük şirketler ve yüksek maaşlı danışmanlar bu felaket kampanyadan gerçek bir ders çıkaracak mı?” Aslında sorunun kendisi Sanders’ın uzun zamandır üstlendiği rolü özetliyor: Bağımsız siyaseti yükseltmeye yönelik her türlü girişimi kapitalist Demokrat Parti çerçevesi içerisine geri döndürmek.

Daha “solcu” bir dille, başkanlık seçimlerinin arifesinde ABD Demokratik Sosyalistleri (DSA) liderliği “İşçiler Daha İyisini Hak Ediyor” başlıklı bir bildiri yayınladı. Şöyle diyorlar: “Eğer Trump kazanırsa, suç Kamala Harris’in ve Demokrat Parti kurulu nizamının olacaktır.”

Ve bir dahaki sefere “Yeni bir işçi sınıfı siyasi partisi inşa etmek isteyen daha fazla adaya ihtiyacımız olacak” diye de ekliyorlar.

DSA bir İşçi Partisi’nden, kapitalizmin ikiz partilerinden bağımsız bir siyasi parti inşa etmekten bahsetmiyor. DSA liderliği Demokrat Parti’de reform yapmaktan ve onu bu “yeni kitlesel işçi sınıfı partisine” dönüştürmekten bahsediyor.

Peki ama DSA kimi kandırmaya çalışıyor? Sadece son dönemde yaşanan bir-iki olaya bakmamız yeterli: DSA üyeleri Jamaal Bowman ve Cori Bush’un Temsilciler Meclisi’nden çıkarılmasında ve Jessica Cisneros’un önemli bir Teksas yarışında Demokrat Parti adayı olmasının engellenmesinde Demokrat Parti etkili olmuştur.

DSA liderliği tüm bunlara karşın Demokrat Parti ön seçimlerine katıldı. DSA liderliği, geçtiğimiz 6 Ağustos’ta Tim Walz’un başkan yardımcısı adayı olarak gösterilmesini “DSA’nın ve solun büyük zaferi” olarak sundu. 

Daha da kötüsü, 20 Nisan’da Kongre’de hem AOC hem de Cori Bush, Ukrayna’daki savaşı körüklemek için 61 milyar dolarlık ek askeri harcamayı ve ABD’nin Çin’e karşı askeri provokasyonları için 8 milyar dolarlık ek harcamayı desteklemek üzere oy kullandılar – tüm bunlar DSA liderliğinden tek bir protesto sözcüğü bile duyulmadan yapıldı!

Siyahların Kurtuluşları için meşru taleplerini Demokrat Parti’ye yönlendiren tüm Siyah yanıltıcılar da aynı derecede suçludur. Bu durum, Demokrat Parti’ye bağlı STK’lar içindeki BIPOC yanlış yönlendiricileri için de geçerlidir.

Trump’a Karşı Birleşik Cephe Direnişi ve Bağımsız Bir İşçi Sınıfı Partisi İnşa Etmek

On yıllardır görülmemiş bir grev dalgasının gösterdiği işçiler arasındaki yeni militanlık bize, emeğin işyerlerinde ve kamusal meydanlarda topluluk aktivist gruplarıyla yan yana bağımsız eylemde bulunması ve yerel düzeyden başlayarak siyasi arenaya kendi adına katılması için açık kapılar olduğunu söylüyor.

Bu nedenle önümüzdeki yılın başında, işçilerin ve BIPOC’un acil taleplerini – Trump göreve gelir gelmez ayaklar altına alacağı talep ve hakları – desteklemek üzere mücadeleyi örgütlemek üzere ülke çapında emek ve toplum meclislerinin toplanmasını öneriyoruz.

Faşizmin rüzgarına kapılamayız. En acil olarak, sendikaları (özellikle AFL-CIO ve Change to Win) ve BIPOC örgütlerini, Trump’ın göçmenlere yönelik toplu sınır dışı etme planını, grevci işçilere yönelik saldırıları ve Filistin’deki soykırıma direnen öğrencilere ve işçilere yönelik tüm gerici saldırıları durdurmak için göreve başlama gününde ve sonrasında kitlesel seferberlikler, yürüyüşler ve grevler düzenlemeye çağırıyoruz. Emek, Trump’ı durdurabilecek tek toplumsal güçtür.

Ayrıca, faşizme karşı bu birleşik cephe eylemleri kapsamında, Demokratlar ve Cumhuriyetçilerden net bir kopuşu teşvik etmek isteyen ve ezilenlerin sendikalarında ve topluluklarında kök salmış kitlesel bir bağımsız işçi sınıfı partisinin oluşumunu destekleyen herkese açık olan emek ve topluluk meclislerinin oluşturulması çağrısında bulunuyoruz. Bu tür hareketler arası meclisler veya koalisyonlar daha sonra yerel seçimler (okul kurulları, belediye meclisleri, vb.) için bu meclislere karşı sorumlu adayları demokratik olarak seçecek ve bağımsız bir işçi sınıfı siyasi programını teşvik ederken aynı zamanda seçim arenasının sağladığı platformu işyerlerimizde, okullarımızda ve topluluklarımızda faşizme karşı kitlesel seferberlikleri derinleştirmek için kullanacaktır.

Ancak bu şekilde, aşağıdan yukarıya, sermayenin ikiz partilerini yenilgiye uğratabilecek ve insanlığın ve gezegenin karşı karşıya olduğu varoluşsal krizi ele alma sürecini başlatabilecek yeni bir kitlesel bağımsız işçi sınıfı partisinin yapı taşlarını oluşturmaya başlayabiliriz.

Demokrat Parti, barışı, ırksal ve toplumsal cinsiyet eşitliğini, iklim adaletini ve ekonomik güvenliği inşa etmek yerine kapitalist sınıfın emirlerini yerine getirdiğini, Filistin’de şu anda insanlığı yok eden bir nükleer savaşa dönüşebilecek bölgesel bir çatışmaya dönüşen korkunç bir soykırımı bile finanse edecek kadar ileri giderek kanıtlamıştır.

Demokrat Parti, faşizmi mümkün kılan siyasi iklimi mümkün kılan işçi karşıtı politikalarıyla Trump’ın kazanmasına izin verdi. Yeni Trump yönetiminin tehlikeli, hatta faşizan hedeflerini yenmek istiyorsak, düşmanlarımızı desteklemeyi bırakmalı ve bizi temsil eden bir parti inşa etmeliyiz.

Socialist Organizer’ın yukarıda özetlediği stratejiyi destekleyen bir örgüt olan Bağımsız Parti için Emek ve Topluluk’u (LCIP) kurmak için lütfen bize katılın.

Aynı derecede önemli olarak, ileriye giden yolun, toplumun zenginliğini toplumdaki tüm değeri yaratanların, yani işçilerin demokratik kontrolüne veren, işçi sınıfı tarafından ve işçi sınıfı için sosyalist bir devrim gerektirdiğini belirtiyoruz. Bu amaçla sizi, 40’tan fazla ülkede militanları bulunan devrimci bir uluslararası örgüt olan Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kurulması için Örgütlenme Komitesi’nin ABD şubesi olan Socialist Organizer’a katılmaya davet ediyoruz.

Sizden haber almayı, açıklamamız üzerine düşüncelerinizi duymayı dört gözle bekliyoruz. Ayrıca sizi çalışma gruplarımıza ve forumlarımıza katılarak Sosyalist Örgütçü’ye katılmak için adım atmaya teşvik ediyoruz.

Kaliforniya’daki Demokrat merkezlerde seçime katılım oranları dibe vurdu

— Bradley Wiedmaier

Demokrat merkezlerde başkanlık seçimlerine normal katılım oranı oyların %80’i civarında seyretmektedir. 5 Kasım 2024 seçimlerine katılım kayıtlara geçen en kötü katılım oranına ulaşmıştır, neredeyse rekor kırılmıştır. Oakland Alameda County – %24,3; San Francisco City & County – %45,1; Sacramento – %35,0; San Jose Santa Clara County – %44,7; Los Angeles – %46,9; ve hatta genellikle en yüksek Demokrat katılım oranına sahip olan San Francisco’nun Marin County banliyölerinde bile katılım oranı sadece %45 olmuştur.
Seçmenlerin Demokrat merkezlerde sandığa gitmemesi, son birkaç seçim döneminde bir düzineden fazla eyalette kabul edilmiş olmasına rağmen eyalet çapında başarısız olan hapishane köleliğinin sona erdirilmesi (Önerge 6) de dahil olmak üzere bir dizi düzenlemenin yasalaşma olanağı bulamamasına yol açtı.

Bu rakamlar tüm seçim bölgeleri için geçerlidir, ancak daha sonra sayılan oy pusulalarının göreceli hacmiyle biraz değişebilir. Ancak yukarıda yazılmış olanlardan çok da farklı olmayacaklardır.
Demokratların bu çöküşü, katılımın %70’lerde olduğu Sierra Nevada ilçelerinde olduğu gibi Cumhuriyetçi merkezlerdeki yüksek katılımla tezat oluşturmaktadır.

Demokratların en tehlikeli aday karşısında daha az kötüyü seçmek yönünde seçmeni ikna etme konusundaki bu önemli başarısızlığı daha önce görülmemiş bir durumdur ve gerçek bir İşçi Sınıfı Siyasi Partisi alternatifi sunma çabasının ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Halk Cephesi ve Eylem Komiteleri

— Lev Troçki1

“Halk Cephesi”, proletaryanın emperyalist burjuvaziyi temsil eden Radikal Parti ve aynı türden daha küçük başka süprüntülerle kurduğu ittifaktır. Bu ittifak parlamento zeminine kadar uzanır. Bütün zeminlerde kendi eylem özgürlüğünü koruyan Radikal Parti proletaryanınkini hoyratça sınırlar.

Radikal Parti parçalanma sürecindedir. Şöyle ki: Her yeni seçimde seçmenleri onu sağa ya da sola kayarak terkediyorlar. Buna karşılık Sosyalist ve Komünist partiler hakiki bir devrimci partinin yokluğunda güçleniyorlar. Emekçi kitlelerin genel eğilimi – buna küçük burjuva kitleler de dahildir – açıktır: sola kayıyorlar.

Kitleler oylarıyla olduğu kadar mücadeleleriyle de Radikal Partinin defterini dürmek istiyorlarsa da Halk Cephesinin şefleri onu kurtarmanın özlemindeler. “Sosyalist” bir programın temelinde işçi kitlelerinin güvenini kazanmış bulunan işçi partilerinin şefleri bu güvenin en parlak kısmını işçi kitlelerinin kesinlikle hiçbir güven duymadıkları Radikallere gönüllü olarak teslim ediyorlar.

Devamı
  1. Pierre Broue’nin derlediği “Le mouvement commnuniste en France, “Fransa’da Komünist Hareket” kitabından, Editions de Minuit, 1967, s.535-541. Fransız Troçkist örgütünün yayın organı “La Verite”de (Hakikat) 26 Kasım 1935 tarihinde yayınlanmış bu makalede Troçki, devrimci eylemi şöyle tanımlıyor: Devrimci eylem, “spontane gelişen süreçlerde devrimcilerin bilinçli müdahalesi olarak ele alınmalıdır”. Daha sonraları birçok kez ileri sürdüğü gibi, bu makalede öne çıkardığı Eylem Komiteleri şiarının devrimci partinin inşası konusunda hiçbir Fransız Troçkisti (Bolşevik-Leninist) tarafından anlaşılamadığının altını çizecekti. (Pierre Broue). Çünkü Troçki’ye göre hiçbiri devrimci parti inşasının diyalektik sürecini kavramamışlardı(çn). []

ŞİMDİ, DERHAL: FİLİSTİN KURUCU MECLİSİ!

Aşağıda 4.Enternasyonal’in ve Dünya Sosyalist Devriminin Partisinin Yeniden Teşkili için 3-4-5 Kasım 2023 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen Uluslararası Konferansta bir Filistinli militanla Enternasyonal’in Fransa seksiyonundan bir militan tarafından ortaklaşa sunulmuş Filistin üzerine tezlerini bulacaksınız:

(Fotoğraf: 2023 Nakba’sı)

Filistin halkının yetmiş beş yıldan uzun zamandır meşru toprak hakkından, yurttaşlık hakkından, egemenlik hakkından, mültecilerinin kendi topraklarına dönüş hakkından ve dünyanın geri kalan birçok halkına tanınmış bulunan kendi kaderini tayin etme hakkından mahrum bırakılmış olduğunu, buna mukabil büyük fedakarlıklar pahasına bu haklarını ısrarla talep etmekten vazgeçmediğini dikkate alarak;
Gene, yetmiş beş yıldan bu yana Tarihsel Filistin’in sakinlerinin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını bir kez bile kullanma hakkına kavuşamamış olduklarını ve onların kaderlerinin 29 Kasım 1947 tarihinde emperyalizmle Stalin arasında varılan anlaşmanın meyvesi olarak yürürlüğe

sokulan ve Filistin’in parçalanmasını öngören BM’nin 181 no’lu kararından 13 Eylül 1993’te ABD başkanının himayesi altında imzalanan ve “Filistin Otoritesi”ni yerleştiren Oslo anlaşmalarına kadar hep büyük güçlerin dayatmasıyla belirlendiğini dikkate alarak;

Gene, “İki Devletli Çözüm”ün kararlı taraftarlarının bile “İsrail Devletinin yanı başında” hiçbir “Filistin Devleti”nin gün yüzü görmediğini kabul ettikleri günümüzde, özellikle son yıllarda çok sayıda demokratik örgütün, Akdeniz’le Ürdün arasında, aslında fiiliyatta tek bir devletin, yani “ Ürdün nehrinden Akdeniz’e kadar uzanan bir Yahudi hakimiyeti rejiminin, bir ırk ayrımcı devletin” ( Ocak 2021 tarihli İsrail İnsan Haklarını Savunma Örgütü Raporu) varolduğunu ifade ettiklerini ve bu durumun günümüzde yeni bir Nakba tehdidi oluşturduğunu dikkate alarak;

Ve gene siyonist devletin krizinin ulaştığı düzeyin İsrail toplumunun bütün emniyet supaplarını gevşettiğini ve kurumlarının parçalanarak birbirleriyle giderek daha sert çatışmalara girdiklerini; aynı zamanda bu krizin köklerinin mevcut rejimin Filistin halkının direnişini ezmedeki kifayetsizliğinde yattığını gösteriyor. Bu kifayetsizlik günümüzde siyonizmin mantığını en uç noktalara vardıran, yani bir taraftan Filistin halkının tümüyle bu topraklardan sökülüp atılması ve kökünün kurutulması mantığıyla hareket eden Netanyahu-Gvir-Smotrich hükümetiyle, diğer taraftan Amerikan emperyalizminin şahsi ihtiyaçlarını savunan İsrail ordusunun yönetim kademeleriyle Shin Bet ve Yüksek Mahkeme arasındaki çelişkileri şiddetlendirdiğinden hareketle;

Günümüzde, 1947’den bu yana ilk kez kökenleri ve dinleri ne olursa olsun Filistin’in bütün sakinleri için (1948’de ülkelerinden sürülenler ve onların soyundan olanlar da dahil olmak üzere) mümkün tek demokratik çözümün bütün yurttaşları için eşit hakları güvence altına alacak bir devletin, Tarihsel Filistin topraklarının bütününün üzerinde laik ve demokratik tek bir Filistin devletinin derhal inşası olduğu sonucu kendini dayatıyor.

Bu neden bir Filistin devleti olmalı?

Çünkü Filistin “etnik” veya dini bir kimliğe göndermede bulunmaz. O, 1948’de yurtlarından sürülmüş olanlar ve onların soyundan gelenler de dahil olmak üzere bütün yurttaşlarına eşit haklar güvencesi verebilecek -geri dönüş hakkıyla birlikte- tek bir demokratik devletin üzerinde yer aldığı coğrafi bölgeye göndermede bulunur.

Neden Tek Devlet olmalı?

Çünkü, bağrında yaşamayı kabullenen bütün kadın ve erkeklerin eşit haklarını güvenceye alacağından; kapsayıcı, çoklu ve yurttaşlığı uyruktan, dinden ve her türlü kapalı aidiyet biçimlerinden ayrı tutacak bir toplumsal çerçeve teşkil edeceğinden dolayı. İşte bu yüzden demokratik bir çözümün taraftarı olan herkes, demokratik bir devletin pekala sözde “Çifte Uyruklu bir devlet” ya da bir “Cemaatler” federasyonu olabileceği şeklindeki üstü örtülü bir siyonist pozisyonu reddetmelidir. “One Democratic State Campaign” (Tek Demokratik Devlet Kampanyası) adı altında bir “İsrail ulusu”nu ya da bir “İsrail milliyetçiliği”ni öne sürmek (onu mahkum etmek adına dahi olsa) böyle bir “ulus”un mümkünlüğünü haklı kılmak anlamına geleceğinden ve dolayısıyla onun kendi kaderini tayin etme hakkını talep etmesine de imkan sunacağından, son tahlilde bu “İki Devletli” sözde “çözüm”e karşı çıkmamak anlamına gelir. Bunun tam tersine, demokratik bir çözümün taraftarları, Yahudi kitlelerine, tek bir devlet altında eşit haklara sahip Filistin yurttaşları olarak yer almaları için sürekli olarak siyonizmden kopma çağrısı yaparlar. Demokratik çözüm taraftarları, özellikle üzerlerindeki “siyonist rüya”nın çoktandır kabusa dönüşmüş olduğu İsrailli Yahudi emekçilerin en fazla sömürülen ve en mazlum kesimlerine bu çağrıyı yapmayı kesintisiz sürdürürler.

Bu devlet neden laik olmalı?

Çünkü bu, geleceğin Filistin devletinde – Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin liderliğinin daha sonra bunu reddetmesine rağmen, başlangıcındaki Sözleşmesinde açıkça yer alan bir maddedir- dinin insanların özel alanına gireceğini, yani Filistin’in her sakininin dini (ya da din dışılığı), kültürü, dili ne olursa olsun bir Filistin yurttaşı olarak eşit haklara sahip olacağını ileri sürmek demektir. 2018’de yürürlüğe soktuğu ırkçı yasayla kendini sözde bir “Yahudi halkının ulus devleti” olarak tanımlayan teokratik ve siyonist İsrail devletinin tersine, laik ve demokratik Filistin Cumhuriyeti; dinleri, dilleri, kültürleri ne olursa olsun toprakları üzerinde yaşamayı kabul eden bütün sakinlerini eşit haklara sahip yurttaşlar olarak kabul edecektir. Filistin Devrimi bayrağının üzerine bu şiarı kalın harflerle işleyerek, her zaman yaptığı gibi, siyonizmden bağlarını koparan Yahudi nüfusun tümünü bağrına basacaktır.

Bu devlet neden demokratik olmalı?

Çünkü böyle bir devlet 1947’den bu yana büyük güçlerin zirve anlaşmalarından değil (ve mültecileştirilmişlerle onların soyundan gelenlerle) teşkil etmek isteyecekleri tek bir Filistin devletinin demokratik iradesine dayanacaktır.

Filistin’in sakinlerinin demokratik iradesi nasıl tecelli edebilir?

Bir halk kendini ezen eski kurumları reddettiğinde, eski rejimle bağlarını koparmak istediğinde, baskı aygıtlarını süpürüp atmak istediğinde ve onların yerine yeni kurumlar tanımlama ihtiyacını hissettiğinde, bunu sağlanmasının elinin altındaki en demokratik araçlarından biri yeni demokratik rejimin şekil ve içeriğini tanımlayacak olan kendisi tarafından seçilmiş ve yine kendisine karşı sorumlu olacak delegelerden oluşacak bir egemen kurucu meclisi toplamasıdır. Bu sorun şu an acil olarak Filistin’in önündedir. “Filistin Kurucu Meclisinin seçimlerinde kim yer alacaktır?” sorusuna cevap olarak demokratik bir çözümün taraftarları şöyle cevap verirler: “ Filistin’deki herkes, 1948’de topraklarından sürülmüş olanların kendileri ve soylarından gelenlerin hepsi demek. Herkes demek, kendilerinin böyle demokratik bir süreçte Filistin yurttaşı erkekler ve kadınlar olarak eşit haklarla yer almaya hazır gören ve siyonizmle bağlarını koparmış İsrailli Yahudiler dahil, herkes demektir.”

Kurucu Meclis nedir?

Adına layık bir kurucu meclis, sömürgeci düzenin temsilcileriyle, dışlayıcı milliyetçiler gibi mevcut düzeni sürdürenlerin yukarıdan aşağı bahşedecekleri bir meclis değildir. Bu kurucu meclis, yüzyıla yaklaşan bir süredir dayatılmış olan kolonyalist parçalanmadan halk kitlelerinin devrimci seferberliğiyle “aşağıdan” gerçekleştirilecek bir kopuş anlamına gelir. Filistinli kitleler böyle bir meclisi hayata geçirmek için zihinlerinde hala canlılığını koruyan öz-örgütlenme deneylerine yaslanacaklardır. Çok daha gerilere gitmeden, 1987 yılında gerçekleşen ilk İntifada sırasında her mülteci kampında, her köyde, her mahallede bütün örgütleri bir araya getiren halk komitelerinin oluştuğunu, bunların birbirleriyle elele vererek devrimci seferberliğin örgütlenmesinin liderliğini almış olduklarını unutmayalım. Filistin hareketinin liderliği işte tam da bu eyleme sert bir şekilde son verebilmek adına 1988 yılında Tunus’ta FKÖ’nün iç sözleşmesini (ki bu sözleşme tek bir laik ve demokratik Filistin’e kapı aralamasın rağmen, Filistin liderliği tarafından daha 1974’te sözde “aşamalı kurtuluş” perspektifi adı altında zaten fiiliyatta terk edilmişti) geçersiz ilan etti.

Meseleyi somutlamak için şöyle diyelim:

Emperyalizm çağında ezilen ülkelerin burjuvazisi ulusal kurtuluş ve demokrasi için mücadelenin önderliğini alma yeteneğine sahip değildir. Filistin Devrimi bu olgunun trajik doğrulanmasıdır. Filistin Devrimi, burjuva liderliklerinin olduğu kadar (“laik” ve dini liderlikler), onların yanı sıra küçük burjuva önderliklerinin de ( her türden “sol” liderlikler ve 1993’te Oslo anlaşmalarına bel bağlayanların hepsi) kesintisiz ihanetine uğramıştır.

Filistin’in ulusal kurtuluş ve demokratik görevlerinin tamamlanması, bütünüyle fellahlarla, kentlerin ve kırların yoksullarıyla ve tabii mülteci kamplarının sakinleriyle ittifak yapacak olan işçi sınıfının omuzlarındadır. 2011 yılındaki Tunus Devrimi deneyimi göstermiştir ki, işçi sınıfının bağımsız ve örgütlü mücadelesi olmaksızın, yani nihayetinde devrimci bir işçi partisi olmaksızın oluşacak kurucu meclis emperyalizm ve onların ajanları tarafından en kısa zamanda yolundan çıkarılacaktır.

İşte bundan dolayı, Filistin Kurucu Meclisi için mücadele işçi sınıfının kendi bağımsızlığı için mücadelesinden, onun sendikal planda olduğu kadar, politik planda da bağımsız örgütlenmesi mücadelesinden ayrı düşünülemez. Yani bir anlamda IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili mücadelesiyle ilişki içinde olacak bir devrimci işçi partisi inşası mücadelesinden ayrı düşünülemez.

Not: Bu tezler, 1 (bir) çekimser oya karşılık oybirliğiyle kabul edilmiştir.