Kitle Mücadelesinin Politik Hedefi Sarayı Düşürmek Olmalı!

–Şadi Ozansü

Ne zamandır söyleyip duruyoruz: Tayyip Erdoğan’ın inşa ettirip içine yerleştiği Saray sanılanın tersine sıradan bir sefahat mekânı değil. Onun önemi; abdesthane ibriklerinin altından, perdelerinin atlastan, havasının misk-ü amber kokmasından kaynaklanmıyor. Saray’ın önemi; onun, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu çapında Gericiliğin, Şovenizmin ve Militarizmin Koordinasyon Merkezi olmasından ileri geliyor. Hiç kimsenin şüphesi olmasın “Bugün ortada bir rejim değişikliği var” diyen Tayyip Erdoğan açısından Sarayın kendisi bu rejim değişikliğinin en önemli aracı. O olmasa rejim değişikliğinden dem vurması bile bu kadar kolay olamazdı. Her durumda onun üzerine titremesinin sebebi bu. Davutoğlu’nun dışında kimseye hükümet kurma görevi vermemesinin sebebi de bu. Ne olur ne olmaz ya bir oyuna getirilip de Saray elinden alınırsa? Varsın, “muhalif” medya Sarayın sadece bir şatafat ve görmemişlik abidesi olduğunu düşünsün. Oh ne âlâ! Böylece kamuflaj da sağlanmış oluyor.

Geçmişte Genelkurmay Başkanlığı için “Kozmik Oda” ne idiyse Erdoğan için de bugün  “Saray” O’dur!

Geçmişte nasıl “vesayet” rejiminin kalbi olan Genelkurmay’daki kozmik odaya girilerek bu rejim sona erdirilmişse, Erdoğan’ın adını andığı rejim değişikliğine son vermenin yolu da Saray’ın kozmik odasına ya da odalarına girmekten geçiyor. Kim bilir belki de Saray’ın kendisi bir kozmos ya da başka bir âlem? Orada bütün muhalif partilerdeki iç gelişmelerin en ince ayrıntılarına kadar izlenmediği ne mâlum? Memleketin en ücra köşesindeki bir kahvenin ya da bir dernek toplantısının izlenmediği ne mâlum? Eğer bu kadar kolay rejim değişikliğinden söz edebiliyorsanız, artık kendi istihbaratınızı kurmuşsunuz demektir. Ne de olsa yıllarca birlikte çalışılmış olan “paralel” yapıdan bu konuda sayısız bilgi ve deneyim elde edilmemiş olması ve bunların Saray’a monte edilmemiş olması düşünülebilir mi? Geçen sefer hazırlıksız yakalanıldığı için (yani en azından tek başına iktidar garanti görüldüğünden)  7 Haziran seçimlerinde devreye sokulamamış olan mekanizmalar, anayasal bir kurum olması gereken YSK’nın da Saray’a iyice bağlanmış olmasıyla (Erdoğan seçim tarihini YSK’dan önce açıklamıştır) bu seçimlerde devreye sokulmayacak mı?

Bu seçimler de yasa dışıdır!

Aynen 7 Haziran seçimleri gibi 1 Kasım seçimleri de aslında gayr-ı meşrudur. Ama zaten şu an Türkiye’de meşru hiçbir şey kalmamıştır. Tayyip Erdoğan çok arzuladığı –Meclis ve kendi partisinin dahi denetiminden kaçarak– Başkanlık sistemine mevcut anayasaya rağmen fiili geçiş yapmanın mücadelesini veriyor. Kürt halkına insafsızca saldırmasının altında tabii ki bu arzu yatıyor. Kısa zamanda Tayyip Erdoğan’ın kankası haline geliveren Doğu Perinçek kimseyi kandırmaya kalkmasın: Erdoğan ne ”vatan” mücadelesi yürütüyor ne de izlediği politikayla Perinçek’in Vatan Partisi’nin vatan mücadelesine zemin hazırlıyor. O sadece işlediği onca suçun hesabının kendisinden sorulacağının korkusuyla herkese saldırmayı sürdürüyor, o kadar. Hiç merak edilmesin, seçimlerden sonra bir Başkanlık koltuğuna otursun, ilk yapacağı iş sözde barış sürecini yeniden parlatmak olacaktır! Ama şunun Perinçek tarafından çok iyi bilinmesi lâzım: Ne Erdoğan Esad olacak, ne TSK Suriye ordusu ve ne de Doğu Perinçek Mustafa Kemal. ABD emperyalizmi de Erdoğan’dan henüz tümüyle vazgeçmiş olmadığına göre, şimdilik İncirlik’in ve diğer üslerin kullanımını almanın yanı sıra Erdoğan’ı yakın gelecekte daha hangi alanlarda kullanacağının hesapları içinde. Bütün bu koşullar altında 1 Kasım seçimleriyle ilgili olarak ne diyeceğiz?

Seçimler yasa dışı olsa da kitle mücadelesinin zemini olacak

Bu seçim geçen seçimden de farklı olarak bir kitlesel mücadelenin arenasına dönüşecektir. Klasik burjuva demokrasisinin –artık bu da ne demekse!- al gülüm ver gülüm seçimleri olamayacaktır bu. Seçim zemini ve bu zeminde HDP’ye oy vermek için yapılacak mücadele, bir kitle hareketinin Türkiye’nin büyük kentlerinde Kürt illerinin yanı sıra patlak vermesine imkân hazırlayacaktır. Bu yüzden, 1 Kasım seçimlerinin, meselenin sandık çözümüne bağlanması girişimi olarak görülmemesi gerekir. Sokak mücadelesi ve seçimler, seçimler ve sokak mücadelesi iç içe geçecektir. Sorun bu noktada çözümün sandıktan beklenmesi yanılsaması olarak görülemez. Kaldı ki bu koşullar altında sandığın korunması bile bir kitle mücadelesini gerektirecektir.

Gene de Kurucu Meclis için ve her yerde eylem komiteleri için mücadeleye!

7 Haziran seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, HDP’nin yapması gerekenin bu Meclisin –kendisi içinde yer alsa dahi- derhal feshini talep etmesi gerektiğini söylemiştik (Bkz. İşçi Kardeşliği Partisi’nin 19 Mayıs 2015 tarihli açıklaması, Gerici ve Kanunsuz 7 Haziran Seçiminin Gayrimeşruluğuna Rağmen Barajı Aşması için Oylarınızı HDP’ye Verin!). Bunun gerekçesi de, yapılmış olan seçimlerin yasa dışılığının yanı sıra 12 Eylül ürünü bir anti-demokratikliği içinde barındırmasıydı. HDP, bu durumda seçimlerin yüzde “0” barajla, bütün partilere eşit propaganda imkânlarıyla, Tayyip Erdoğan’ın seçim konuşmaları yapmasının yasaklandığı bir ortamda tekrarlanmasını, yani diğer bir ifadeyle Türkiye’de siyasal demokrasinin önünün sonuna kadar açılmasını talep etmeliydi. Bu talep bugün için de geçerlidir. HDP, kendi oylarını arttırsa da, önceden bu seçimlerin adaletsiz ve yasa dışı olduğunu ileri sürerek mücadeleyi genişletmelidir. Var olandan bile daha çok oy almış bir HDP’nin ülkede barışın ve siyasal demokrasinin zemininin genişlemesi için –kendi elde edeceği milletvekillerine rağmen- kurulacak olan parlamentonun kendisini bir egemen kurucu meclis seçimi için fesh etmesi talebi, mücadele içindeki kitleler tarafından mutlulukla karşılanacaktır. Kaldı ki, HDP bunu 7 Haziran seçimlerinin hemen ertesinde yapmış olsaydı Tayyip Erdoğan’ın erken seçim senaryosu da boşa çıkarılmış olacaktı.

Başkanlık Sistemi yerine Cumhurbaşkanlığını dahi gereksiz kılan Meclis Başkanlığı!

Gene 7 Haziran seçimleri sonrasıyla ilgili olarak, Başkanlık Sistemi türü son derece gerici bir sistem dayatmasını ortadan kaldırmak için ve Tayyip Erdoğan’ın Saray Diktatörlüğüne karşı bir yaklaşım olarak Kurucu Meclis Başkanının devleti temsil etmesinin hem daha demokratik hem de çok daha ucuz olacağını ileri sürmüştük. Açıkçası bu değerlendirmemize göre, halkın özgürce seçeceği bir egemen Kurucu Meclisin Başkanı hem Başkanlık Sistemi başkanını hem de mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemini son derece gereksiz kılar ve halk tarafından da fazlasıyla onay görür. HDP böyle bir meclis ve onun başkanlığı formülasyonuyla Tayyip Erdoğan’nın düşünü kurduğu diktatörlük rejimine de açıktan karşı çıkarak 1 Kasım seçimlerinde geçmişe göre çok daha etkili bir çekim merkezi haline gelebilir. Bu da kitlesel mücadelenin siyasal demokrasinin yolunu açmasına ve Tayyip Erdoğan’ın savunmaya çekilmek zorunda kalmasına neden olur.