Ukrayna sorununun tarihi kökleri

Tarihi belge: 1923 yılı Bolşevik Partisi 13. Kongresinde ulusal sorun üzerine Rakovski’nin konuşması. Ulusal sorunda Leninist politikadan nasıl vazgeçildi?

Bolşevik Partisi ve Ulusal Sorun

(Nisan 1923)

— Khrıstiyan Rakovski1

Bir süredir yarı felç vaziyetinde hasta yatağına çakılmış bulunan Lenin, 1922 yılının aralık ayından itibaren Sovyet Rusya’daki diğer milliyetler üzerinde baskı uygulayan ve sözcülüğünü Stalin’in yaptığı Rus milliyetçiliğine karşı savaş açtı. Milliyetler meselesi Rus Komünist Partisinin XIII, Kongresinde tartışmaya açıldı ve Rakovski soruna bodoslama giren az sayıdaki Bolşevikten biri oldu. Troçki, Lenin’nin kendisine özel olarak 5 Mart tarihinde ilettirdiği “size gönderdiğim bu mektuptaki görüşlere dayanarak parti kongresinde bu sapmaya karşı kesin bir mücadeleyi birlikte yürütmeliyiz” şeklindeki Stalin’e yönelik tehditkâr imalarını Kongrede dile getirmekle birlikte, bu “sapma” konusunda fazla duyarlılık göstermedi. Troçki’nin bu tavrını fırsat bilen Stalin ise işi Lenin’le alay etmeye kadar götürüp şöyle dedi: “Unuttu. Zaten son zamanlarda çok şey unutuyordu(…) Birliğin anayasası üzerine Ekim Plenumunda kabul edilmiş kararı da unutmuştu!” Troçki’nin Lenin’in kendisine yazmış olduğu mektuptan yaptığı göndermeyi de alaya alıp şöyle dedi: “Bu konuda Lenin’in bana yapmış olduğu göndermeye değinmeyeceğim, çünkü Vladimir İlyiç burada değil ve yanıldığım takdirde beni yalanlayacak bir durumda da değil”2 Stalin, Kongrenin tam katılımlı oturumunda bu alaycı tavrını sürdürdü ve Lenin’in kendisine karşı desteklemeyi amaçladığı yalıtılmış eski Gürcü komünist yöneticilerini gene suçladı. Troçki o sırada, Stalin’le vardığı uzlaşmayı haklı göstermenin gerekçesi olarak olayın üstüne gitmediğini çok sonra “partinin yönetici grubunun bağrında gerçekleşecek her sert çatışmanın parti içinde ölmekte olan bir insanın mirasının aceleyle paylaşılması olarak algılanmasından duyduğu kaygı”3 olduğunu belirtirken, öteki bu uzlaşmadan bir an evvel kurtulup işin üstünde tepinmeye başlamıştı bile.

Aşağıda okuyacağınız neredeyse günümüzden yaklaşık bir asır öncesine ait hasıraltı edilmiş bu belge günümüze dahi ışık tutması açısından çok öğretici. Her şeyden önce UKKTH’nın (Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı) çiğnenmesinin vahim sonuçlarının hem Sovyetler Birliği’nde hem de SBKP’ye bağlı-tabii ÇKP’ye de- çeşitli ülke komünist partilerinin politikalarında yol açtığı bugün dahi devam eden tedavisi imkansız tahribat nedeniyle.

İlkin soruna eski Sovyetler Birliği açısından baktığımızda Ukrayna dahil birçok Sovyet cumhuriyetinde 2. Dünya Savaşı sırasında başlangıçta Nazi Almanya’sının işgaline karşı neden kayıtsız kalındığının izah edilmesi bir zorunluluktur. Gerçekten de 1917 Ekim Devriminin kalbi sayılabilecek ülkelerden Ukrayna’nın halkı ve işçi sınıfı nasıl olur da Hitler faşizminin kendi topraklarını işgal etmesine ses çıkarmamayı tercih edebiliyordu? Nasıl olur da ellerindeki bütün imkanlarla 1917 yılında Sovyet iktidarının ayakta kalabilmesi için Çarlık rejiminin Beyaz Ordu’larına karşı savaşan Kızıl Ordu’yu desteklemek için Petrograd kapılarına kadar dayanan başta Başkurtlar olmak üzere bütün Türki Cumhuriyetler ve diğerleri, Çerkesler, Tatarlar, Çeçenler, Abhazlar ve diğer Kafkas halkları… Alman Nazilerini desteklediler? Ve böyle yaptıkları için de savaşın sonuna doğru ve sonrasında SBKP yönetimi tarafından yurtlarından Orta Asya bozkırlarına sürülüp kırıldılar? Aslında cevabı basit ama acı: Şimdi Putin’in hakaret ettiği 1917 Rus ihtilalinin mimarı Lenin’in UKKTH ilkesinin onun ölümüyle birlikte bir kenara itilmesi ve onun yerine Rus milliyetçiliğinin öne çıkartılması yüzünden. Bu cumhuriyetlerin Ruslaştırılmak istenmesi yüzünden, Rus dilinin ve kültürünün kendilerininkinin üzerine çıkartılmak istenmesi yüzünden. İşte bu belge Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Stalin ve ekibinin Lenin’in politikalarına nasıl ihanet ettiklerini. edeceklerini göstermesi bakımından önemli.

Ama durun daha bitmedi. Ülke tarihimiz açısından da çok önemli. Gerçekten de Dr. Hikmet Kıvılcımlı dışındaki neredeyse bütün TKP yöneticileri Leninist UKKTH politikalarını değil de Stalin’in Rus şovenizmini esas alan politikalarını izledikleri için Türkiye’de Kürt hareketinin varlığını bile düşman görmüşler hala da görmeye devam ediyorlar. Bütün Kürt isyanlarını, ezilen ulus isyanları olarak değil emperyalistlerin Kemalist rejime saldırıları olarak değerlendirdiler ve bastırılmalarını savundular.

Bitmedi. Günümüzde Ukrayna meselesinde de UKKTH’nı ıskalayarak Putin’in Rus şovenizminin yanında yer alıyorlar. Ukrayna’nın hiç de Putin’den farklı olmayan yöneticilerinin kapitalizm ve NATO hayranlığının nedeni de araştırılmak zorunda. Bunun da halk dilindeki cevabı iyi bilinir: Denize düşen yılana sarılır! Ama Stalin’in KGB’sinin manevi evladı Putin’in cevabı ahlaksızca: “İlyiç Ulyanov’un Ukrayna’sı” diyor. Yani bu Ukrayna’yı bizim başımıza Lenin bela etti zamanında diyor hiç utanmadan.


Bizi bir iç savaşa sürükleyebilecek sorunlardan biri bu

Rakovski: Yoldaşlar, sözlerime Merkez Komitenin Şubat Genel Kurulunda ulusal sorun üzerine yapmış olduğum açıklamayı tekrarlayarak başlayacağım. Birçok konuda Vladimir İlyiç’in eksikliğinden üzüntü duyuyorsak, bu konuların başlıcalarından biri de kuşkusuz ulusal sorundur. Onun ulusal ve uluslararası durumlarla ilgili kavrayışına ve otoritesine ihtiyacımız var. Keşke Lenin kararlı ve yetkin bir açıklamayla ulusal sorun konusunda ölümcül hatalar yapmakta olduğumuzu bize göstererek partimizi sarsabilseydi.

Partimizin geleceğine ilişkin kaygılarım var

Rakovski (devamla): Açık yüreklilikle söylemem gerekir ki, maalesef mahalli renklerle biraz fazla bezenmiş sorunlar karşımıza çıktığında partimizin özellikle Rus kesiminin bunlara karşı gösterdikleri sessizlik ve kayıtsızlık partimizin geleceğiyle ilgili olarak beni kaygılandırıyor. Oysa yoldaşlar, bu sorun Sovyet Rusya’nın ve partimizin temellerini sarsacak sorunlardan biridir.

Bir parti kongresinde şunu açıklıkla ve dürüstlükle ifade etmek gerekir: Ulusal sorun, kendisine karşı gerekli hassasiyeti ve anlayışı göstermediğiniz takdirde bizi bir iç savaşa kadar sürükleyebilecek sorunlardan biridir. Burada söz konusu olan “Birlik”, Rus proletaryasıyla kendi ulusal bayrakları altında Sovyetler Birliğinin ekonomik ve politik hayatına katılmayı isteyen ve Rus olmayan 60 milyon köylünün “birliği”dir. İşte Lenin bize bu meseleyi nasıl ele almamız gerektiğini yetkin bir parti yöneticisi olarak ve dehasının konuya derinlemesine nüfuz edişiyle kolaylıkla açıklayabilirdi.

Yoldaşlar, neden ulusal sorun üçüncü kez önümüze geliyor? Korkarım dördüncü ya da beşinci kez de onunla yüzleşeceğiz. Hatta bir ya da iki yıl zarfında sürekli olarak ulusal sorunu tartışmak zorunda kalacağız. İtiraf etmeliyim ki, kongreden bir süre öncesine kadar, aynı Lenin’in önermiş olduğu gibi, ulusal sorunun kongre tartışmalarının merkezine yerleşeceği umudunu taşıyorduk. Maalesef gördük ki, gündemin son maddesi olan “dilekler” bölümünde kendine yer bulabilmiş!

Sovyet iktidarı adına kaygılar duymaya başlıyorum

Rakovski(devamla): Yoldaşlarımız ulusal sorun üzerine tartışmaya zor tahammül gösteriyorlar. Bu konuda kimseyi hedef göstermiyorum, çünkü hepimiz suçluyuz. Ulusal mücadele koşullarında faaliyet gösteren Ukrayna örgütlerimizin karşılaştıkları durumun zorluğunu gördüğümde, onlara ulusal mücadelenin anlamını anlatmaya çalıştığımızda ne kadar zorlandığımızı gördüğümde Sovyet iktidarının geleceğiyle kaygılarım artıyor. Kaldı ki aynı sorun Rusya’da daha da büyük zorluklar barındırıyor.

Söz konusu olan ne yoldaşlar? Neden üçüncü defadır ulusal sorun gündemimize taşınıyor? Çünkü sorunu her önümüze koyuşumuzda ulusal sorunun komünist çözümünden ve kavranışından daha da uzaklaşıyoruz. Çünkü milliyetler sorununu ele alış biçimimiz yanlış. Bu önyargı oldukça derin ve derin olduğu kadar da tehlikeli bir önyargı çünkü komünist bir önyargı. Daha doğrusu komünist gibi gözüken bir önyargı bu. Çünkü programımızda yer alan kökleri var ve çünkü bu haliyle milliyetler meselesindeki cehaletimizi maskeliyor.

Sanki bir tür diplomatik strateji oyunu gibi görülüyor

Rakovski(devamla): Stalin yoldaşın kendine has üslubuyla bana yönelttiği bir eleştiriyi anımsıyorum. Birlik üzerine programımızın kabulünün ertesinde hükümetimizin diplomatik görevlisi olarak bulunduğum yurtdışından döndüğümde bana şöyle dedi: “Biliyorsunuz birçokları bana hep şunu sordular: diplomatik girişim neden uzun süreli bir çalışmayı gerektirir ki?” Evet, maalesef yoldaşlar, bütün milliyetler politikası, hükümetimizin Birliğin dahili ilişkilerine yönelik bütün politikaları hem Ukrayna’daki üyelerimizin çoğunluğu hem de daha fazla sayıda Rus yoldaşımız tarafından bir tür stratejik diplomasi oyunu olarak görüldü. Şöyle ki:”Ne uğraşıyorsunuz Allah aşkına! Ulusal sorunu zaten Ekim Devrimi’yle çözmedik mi? Ülkemiz komünist bir ülkedir ve hepimiz zaten enternasyonalizm taraftarı değil miyiz?”

Söyleyin bana yoldaşlar, aranızdan kaçınız bana Ekim Devrimi’nin milliyetler sorununu nasıl çözdüğünü anlatabilecek? Unutmayalım ki 1919’da partinin yetkin yoldaşları kongrede artık milliyetler sorunu kalmadığını söylerlerken, bunlardan biri aynı görüşünü geçtiğimiz gün tekrar etti. Bu onun ilk hatası değildi -kaldı ki hepimiz hatalar yapıyoruz- ama hatasını tekrarlamakta sakınca görmedi. Ve eğer bugün Komünizmin Alfabesi’nin yazarı yetkin yoldaşlar4 ulusal sorun konusunda yanıldıklarını itiraf eder durumdaysalar parti tabanı ne yapsın?

Çarın jandarmalarının yaptığı gibi mi?

Rakovski(devamla): Çok sayıda sorumlu yoldaşımız ulusal sorunu gülümseyerek, hatta alaycı bir gülümsemeyle karşılıyorlar. Aralarından birinin ifadesine bakacak olursak özetle şöyle diyorlar: “Ama biz milliyetler aşamasını geride bırakmış bir ülkedeyiz. Bulunduğumuz bu ülkede maddi ve ekonomik kültür ulusal kültürden ileridir. Ulusal kültür barikatın öbür tarafındaki geri ülkelerle kapitalist ülkeler içindir. Bizse komünist bir ülkeyiz.” Hemen bu konu üzerine dünkü oturumda Makharadze5 yoldaşın haklı sözlerini hatırlatmama izin verin: “Devlet iktidarı komünistler için yaratılmamıştır; bütün işçiler ve köylüler için vardır.” Sürekli olarak işçilerle köylüler arasındaki ittifaktan söz ediyoruz. Tamam. O zaman size soruyorum: 140 milyonluk nüfus içindeki enternasyonalist sayısı kaçtır? Sadece Komünist Parti üyelerini ele aldığımızda dahi, onların içindeki enternasyonalizmin kök salmışlığının oranıyla enternasyonalizmle milliyetçiliğin bir arada yaşama oranının ne kadar olduğunun mukayesesini bile yapmak istemiyorum. Üstelik söz konusu olan partisiz kitleler, köylü kitleler olduğunda, bunlar kültürel ve politik hayata hangi bayrak altında katılacaklardır? Gerçekten Gürcüleri çarın jandarmalarının yaptığı gibi zorla Rusça öğrenmeye mi mecbur bırakacağız? Bu ancak Çarlık döneminde olabilirdi ki kimse artık o çağa geri dönmek istemiyor. Gerçekten Rus olmayanların Rusçayı öğrenip öğrenmediklerini denetlemek için o bölgelere Çekacıları mı göndereceğiz?

Nihayetinde yerel dille yerel okul bir ulusal bilince götürür ve o ulusal bilinç de köylünün rublesinin nereye harcandığını bilmeyi arzulamasına neden olur. Eskiden köylüler devlete paralarını kendilerini derebeylerinden ve Çarlık generallerinden korumaları için verirlerdi. Köylüler bunu tereddütsüz verirlerdi çünkü paranın nereye kullanılacağını zaten biliyorlardı. Ancak iç savaş sona erdiğinde ve hesaplar yapılmaya başlandığında her biri verdikleri paraların ne kadarının nereye gittiğini bilmek istemeye başladılar. Ve işte bu ulusal bilince sıkı sıkıya bağlı olarak Lenin’in mektubunda sözünü ettiği eşitlik duygusu doğmaya başladı. Yüzyıllarca Çarlık tahakkümü altında yaşamış milliyetler bu yüzden bu eşitlik duygusu deneyimini bizim düşündüğümüzden çok daha derin ve güçlü bir biçimde yaşamaya başladılar.

Altmış milyon Rus olmayan köylü şimdi kendilerini burada yabancı hissediyor

Rakovski(devamla): Şimdi bu kitleleri karşımızda bulduğumuzda partinin yüzyüze kalacağı soru ne olacaktır sizce? Parti şu soruyu cevaplamak zorundadır: Biz proleter ve komünist enternasyonalimimizle bir ulusal hayata, kendi ulusal kültürüne ve kendi ulusal devletine özlem duyan köylü kitlelerinin geniş tabakalarının ulusal kalkınmasıyla nasıl ittifak kuracağız? Evet bu ittifakı, aramızdan bazıları onları aşağılayıcı bir tarzda küçümsese de esas olarak bu ayrı, Özerk Cumhuriyetlerle onların topraklarının kültürel kalkınmaları üzerinden kuracağız. Evet esas olarak bu yeni cumhuriyetler üzerinden şu anda kendilerini bu topraklarda yabancı hisseden altmış milyon Rus olmayan köylüyü Sovyet iktidarına ve komünist partiye taşıyacağız. Evet partinin görevi tam da bu noktadadır. Size şunu hatırlatayım ki birçok komünistin taşımakta oldukları bu komünist önyargı bize has değildir ve bizden önceki birçok sosyalist tarafından da paylaşılmıştır. Bunu örnekleyebilmek için size Vladimir İlyiç’in eski makalelerinde pek sık kullandığı Marx/Engels yazışmasından bir bölüm aktaracağım. Bunu size okuyacağım. Marx Engels’e gönderdiği 20 Nisan 1866 tarihli mektubunda Avusturya-Macaristan savaşını tartışırken şöyle yazıyordu:”Dün mevcut savaş üzerine Enternasyonal Konseyinin bir toplantısı yapıldı(…)Beklendiği gibi iş ‘milliyetler’ sorununa ve bizim bu konudaki görüşümüzün ne olduğuna geldi(…)’ Jön Fransa’nın (işçi olmayan) temsilcileri bütün milliyetlerin, hatta dahası bütün ulusların ‘aşılmış önyargılar’ olduğunu ileri sürdüler(…) Ben konuşmama dostumuz Lafargue’ın ve diğerlerinin, yani milliyetlerin işinin bittiğini söyleyenlerin konuşmalarının mevcut toplantıdakilerin onda dokuzunun anlamadığı bir dil olan Fransızca olarak yaptıklarını söylediğimde İngilizler çok güldüler. Ayrıca milliyetlerin inkar edilmesiyle birlikte, sanki kasıtlı olmasa da, onların örnek Fransız ulusu tarafından yutulmasının arzulanacağı sonucuna varılacağı çıkarımında bulundum.” Şimdi size soruyorum Rus komünist yoldaşlar, başka uluslarla ilişkilerinizde benzer hassasiyette deneyimleriniz hiç olmadı mı? Ukrayna dilinin Galiçyalıların bir uydurması olduğunu iddia eden yoldaşlara rastladım. Nihayetinde bu duygu, yüzyıllar boyunca kendisi hiç ulusal baskı yaşamamış olsa da yüzyıllarca başka uluslar üzerinde ulusal baskı uygulamış olan Rus halkında tırmanış gösteren büyük ulus şovenizmi duygusu değil midir? Şubat ayındaki Merkez Komite Genel Kurulunda Lafargue’ın6 altmış yıl önceki görüşlerine benzer ifadeler kullanan yoldaşların aynı konu üzerine bu kongrede söz alacaklar listesinde yer almamış olmalarından üzüntü duydum.

Sözlerimi onbeş dakika daha uzatmama izin verilmesini talep ediyorum (“on dakika” veya “beş dakika” sesleri). Henüz söyleyeceğim en önemli şeyi söylemedim.

(Başkan: “Oya sunalım- onbeş mi, on mu, beş mi? Kim onbeş dakikadan yana? Kim on?” Çoğunluk on dakika dedi.)

Yoldaşlar, söz konusu olan nedir? Kanımca komünist önyargı dahi yetersiz bir izahtır. Stalin’in ulusal sorun konusunda durumun hakiki bir açıklamasının kıyısında kaldığını düşünüyorum. Onun yerinde ben olsam daha ileri gider ve şu soruyu sorardım: Niye bu meseleyi üçüncü kez karşımızda buluyoruz? Sadece NEP’le7 ya da uluslararası durumun sebebiyet verdiği NEP başlangıcıyla ilgili değil. Çok daha önemli olan bir başka sebepten ötürü.

Partimizle devlet aygıtımız arasındaki uyumsuzluktan

Rakovski(devamla): Tekrar ediyorum. Daha önemli olan bir ikinci neden var: Bir tarafta partimiz ile onun programı diğer tarafta bunlarla devlet aygıtımız arasında her gün yeniden yaratılan ve giderek büyüyen uyumsuzluk.

Esas mesele budur. Hayati mesele budur. Sık sık partinin işleri yönetmesi gerektiğini söylüyoruz, ama bunu partiye çok zayıf destekler vererek yerine getirmeye çalışıyoruz. Partimizin devletimizi kararlı bir şekilde yönetmesini sağlayabilmek için şu noktanın yüz kez üstünde düşünülmesini ve düzeltilmesini sağlamak lazım. Konu şudur: Özellikle ulusal sorun konusunda partili yoldaşlarımız proleter parti psikolojisi rehberliğinde değil, adını hafifleterek söyleyecek olursak, devlet organları psikolojisi rehberliğinde hareket ediyorlar. Peki bu merkezi devlet organları nasıl bir şeydir? Makalelerinde Vladimir İlyiç bu organların anlaşılır bir tasvirini yaklaşık olarak şöyle yapmıştır: Bu organlar; bir Çarlık idaresiyle bir burjuva idaresinin üzerine kondurulmuş yüzeysel olmaktan öte bir anlam taşımayan sovyetik ve komünist bir fırça darbesiyle cilalanmış bir karışımdan ibarettir, fazlası değil. Bana Sovyetik organların başında olanların komünistler olduğunu söyleyerek itiraz edeceksiniz. Ama bu komünistler kendi aygıtlarının psikolojisine teslim olarak dar kafalılar haline geliyorlar. Sizlere bürokrasinin genel tanımı konusunda Engels’in Fransa’da İç Savaş’a yazmış olduğu önsözü okumanızı salık veririm.

Meseleye çalışma odalarındaki koltukların rahatlığı açısından bakınca

Rakovski(devamla): Merkezi yetkililerimiz bütün ülkenin idaresine çalışma bürolarının koltuklarının konforu zaviyesinden bakmaya başlıyorlar. Tabiatıyla yirmi cumhuriyeti yönetmek kolay iş değildir. Bu cumhuriyetlerin hepsi birleşmiş olsaydı ve bütün ülkeyi bir düğmeye basarak idare etmek mümkün olabilseydi ne kadar iyi olurdu. Bürokratik açıdan bakıldığında böyle bir durum çok daha basit, çok daha kolay ve çok daha hoş olurdu şüphesiz.

Kendi merkezi idaremize karşı mücadele

Rakovski(devamla): Size Cumhuriyetlerimizin merkezi idaremize karşı yürütmek zorunda kaldıkları mücadelenin hikayesini anlatacak olsaydım, bunun bir hayat memat meselesi olduğunu anlardınız. Bu merkezi idare aygıtlarının kaçı Sovyet Anayasasını biliyorlar sizce? Sovnarkhoz’dan bana bir belge gönderilmiş. Başlığı şöyleydi: “Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Başkanına”. Merkez Komiteden de şöyle hitap eden bir belge aldım: “Bütün hükümet komitelerine, bütün ilçe komitelerine ve özerk cumhuriyetlerin Merkez Komitelerine!”. Anlaşılacağı gibi Merkez Komite aygıtı da daha ötesini göremiyor. Ona göre Özerk Cumhuriyetlerden başka hiçbir şey yok. Bakın burada bürokratik aygıta karşı yürütmek zorunda olduğumuz mücadele konusuna giremiyorum bile. Yoldaşlar, burada sadece Ukrayna’nın kaderiyle ilgilenmediğimi görüyorsunuz. Bütün bu hatalardan söz ediyorum, çünkü ulusal sorun konusunda izlenmiş doğru ya da yanlış bir hat partimizin genel devrimci rolü üzerine doğrudan etki eder. Cumhuriyetler Birliği oluşturulduktan sonra ne oldu? Birçoğuna göre “Birlik”ten anlaşılması gereken birçok merkezi organın Özerk Cumhuriyetler üzerine istedikleri gibi abanacakları bir yapının oluşmuş olmasıydı. Yani bu sonucu çıkarttılar. Bunu gösterebilmek için bir dizi örnek verebilirim. Mesela, Tarım İşleri Halk Komiserliği – yani Rusya Halk Komiserliği- kendisine bu hak kimse tarafından verilmemiş olmasına rağmen Ukrayna adına uluslararası bir anlaşmaya imza attı. Kaldı ki Birliğin Anayasasının kuruluşunda bile bu hakka sahip değildi. O zaman ne oldu? Size bu konuda bazı ek olgular sunacağım. Birliğin Anayasası oylanır oylanmaz komiserlikler işi merkezileştirmeye başladılar. İzvestia Haber Ajansından yapılan bir resmi basın açıklamasıyla şu haber verildi: “Bundan böyle oluşturulan sekretaryalarla bağımsız cumhuriyetlerin aşağıdaki Rus Komiserlikleri tarafından yönetilmelerine karar verilmiştir: Ulusal Ekonomi Halk Komiserliği, Çalışma Halk Komiserliği ve Mali İşler Halk Komiserliği.”

Bu, her şey olduğundan daha beter olacak anlamına geliyor

Rakovski(devamla): Bu ne anlama geliyor? Her şeyin daha kötü olacağına tabii ki. Kurulmuş bulunan bu sekreterlikler kuruluş amaçları doğrultusunda faaliyet göstermeye ancak Merkez Komite sekretaryasının onları denetlemeye başlamasıyla birlikte son verdiler. Yoldaşlar, bana “iyi de bir Merkez Komitemiz var ya” diyeceksiniz. Ama maalesef sorunun trajedisi de tam burada yatıyor. Ülkede öyle dar bakışlı bir anlayış hâkim ki, bu anlayışa göre ülke idaresi uluslararası ve ulusal bir politik mesele olmaktan ziyade bir “adet yerini bulsun” meselesi olarak görüldüğünden Merkez Komite üzerinde öyle bir basınç uyguluyor ki Merkez Komite zaman zaman hareket edemez hale geliyor. Eşi benzeri görülmemiş tuhaflıkta olaylarla karşı karşıya kaldık. 24 şubat tarihli Merkez Komite Genel Kurulunda şu kararı aldık:” Birliğin normal organlarını hayata geçirmeden önce Sovyetik organlar arasındaki mevcut ilişkiler sisteminde değişikliğe gitmeyeceğimizi parti işleyişimize bağlı olarak teyid ediyoruz.” Buna Şubat ayında karar verdik. Yani karşılıklı ilişkilerde bir değişiklik olmayacak. Oysa Mart ayında SSCB tarafından imzalanmış bir dizi yasama kararıyla karşılaşıyoruz. Geçerken söyleyeyim, bunların arasında en benzersiz olanı Tavizler Komitesi üzerine olandı. Bu ne demekti? Şu demekti: Tavizler Komitesi bütün Cumhuriyetlerin zenginlikleriyle ilgilenecek, yani Ukrayna’nın çeliğiyle, çevre bölgelerin kömürü, petrolü, manganeziyle vb. ilgilenecek ve bu Cumhuriyetlerin zenginliklerinin Birlik içinde paylaştırılması işlevini yerine getirecek bir komitedir. Özünde ben bütün bir Birliğin yararına olacak böyle bir komitenin kurulmasına karşı olmadığım gibi, tam tersine kurulmasını önereceğim. Ama böyle bir komitenin kuruluş tarzına nasıl karar verilmesi gerektiğine kayıtsız kalarak değil. Merkez Komite sekretaryasının bize verdiği cevapta Sovyetlerarası Birlik Kongresinin almış olduğu bir kararla Birliğin inşası fonksiyonlarının geçici bir süreliğine Rus Merkez Komitesinin yetkisine devredildiği bildirilmiştir. Bilindiği gibi alınan bu kararla Rus Merkez Komitesi Cumhuriyetlerin bütün zenginlikleri üzerinde nihai söze sahip olacaktır ve bünyesinde ne tek bir Cumhuriyetin ve ne de tek bir milliyetin temsilcisi bulunmaktadır. Çok merak ediyorum, acaba Sovyetlerarası Birlik Kongresinin Merkezi Yürütme Komitesi Merkez Komitenin almış olduğu bu karardan haberdar mıdır? Sekreterliğin buna ne cevap vereceğini bilemiyorum, ama bana verdiği ilk cevapta bu soruma hiçbir cevap alamamış olmam aslında Sovyetlerarası Birlik Komitesi Yürütme Kurulunun karardan habersiz olduğunun açık kanıtıdır.

Geçmişte Sovyetik merkezi organlarımızın “dar kafalı bir psikoloji”ye teslim olduklarına dair (Lenin) elimizde tartışmasız kanıtlar olduğunu bilmemize rağmen mevcut Birlik Anayasasında onlara eskiden olduğundan on kat hatta yirmi kat fazla yetki vermiş bulunuyoruz. Onların yetkilerini sınırlamak ve kısıtlamak yerine ulusal sorun konusunda hem partinin ve devletin politikasının hem de dış politikamızın aleyhine (dışarıda bizim politikamızın nasıl algılandığına dair elimde sayısız belge var) oluşturmuş oldukları bu bulamaca rağmen onlara madalya ve ödül verir gibi yetkilerini daha da arttırıyoruz. Aralık ayından sonra, Birliğin Sovyetlerinin ilk Kongresinden sonra, hepimizin hayatının efendileri haline geldiler. Ulusal Cumhuriyetlerin inisiyatif alarak davranabilecekleri önceden belirlenmiş hiçbir hakları bulunmuyor. Bir ilçenin Yürütme Komitesi kendi yetkilerini Ulusal Cumhuriyetlerin bildiğinden daha iyi biliyor.

Birliği inşa etme tarzımız yanlıştı

Rakovski(devamla): Yoldaşlar, bana göre Birliği inşa etme tarzımız doğru değil. Biliyorsunuz bu sadece benim görüşüm değil, aynı zamanda Lenin’in de görüşüdür. Eylül ayında yapılmasına hazırlanan toplantıda alınacak kararla çok büyük bir hataya düşüleceği konusunda Merkez Komitesini önceden uyardım. Yoldaşlar, bütün bunlardan ne sonuç çıkarmak gerekir? Sonuç şu ki; ilave on tane daha karar alabiliriz, ama aldığımız bütün kararları ancak kütüphanelere ya da arşivlere tasnif edilmeye gönderebiliriz, çünkü hiçbir işe yaramayacaklar. Bu sorunu pratikte çözmemiz gerek. Bununla ilgili yoldaş Stalin iki katlı bir sistem lehinde bir değişiklik önergesi vermiş bulunuyor.

Birliğin Komiserliklerinin yetkilerinin onda dokuzu ellerinden alınmalı

Rakovski(devamla): Ama Stalin’in önerisinin daha ötesine ve kararlı bir biçimde gitmek gerekir. Bunun için de Birliğin Komiserliklerinin yetkilerinin onda dokuzunun ellerinden alınıp Ulusal Cumhuriyetlere teslim edilmelidir (Alkışlar). Yoldaşlar ilk değişiklik önergesini verdiğim için kendimi izah etmeme izin verin. Yoldaş Stalin ilk konuşmasında, yani bugünkü konuşmasının tam tersine ulusal soruna çok fazla dikkat edilmesi gerektiğini ifade ettiği ilk konuşmasında, bu konunun dahili olduğu kadar dış tezahürlerinin de olduğunu ve özellikle önümüzdeki devrim sürecinde Doğunun uluslarıyla Batının emperyalist devletleri arasında gerçekleşecek kaçınılmaz çatışmada bu sorunun oynayacağı olağanüstü role değinmişti. Buna belki de ilk bakışta önemsiz gibi duran bir başka veçheyi de eklemek gerekir. Bu, dahili ulusal sorunu özel bir özenle irdelememize imkân verecek olan Batıdaki ulusal sorun meselesidir. Ama maalesef Stalin yoldaş bu konuya değinmedi bile. Batı ve Doğu üzerine hiçbir şey söylenmedi. Stalin bugün komisyonda “tezlere Batı üzerine bir ilâve değişiklik yaparsak, bu, tezlerimizin Doğu üzerine olan yanlarını zayıflatacağımız anlamına gelir” dedi. Sanki tezlerde Doğu üzerine bir şey yazılmışmış gibi yaptı. Oysa tezlerde Doğu üzerine de bir şey yazılı değil ki.

Yarın öbür gün biri bu konudaki ikiyüzlülüğümüzü yüzümüze vurabilir

Rakovski(devamla): İşte bu nedenle yoldaşlar, bu tezlere şu ya da bu biçim altında – bu noktada hangi teze ne ilâvesi yapılıp yapılmaması gerektiğine değinmeyeceğim çünkü bu Stalin’in ya da Merkez Komitenin işidir- Vladimir İlyiç’in bize geçmişte birçok kez tekrarladığı ve bizim de tartışmalarda doğruluğunu kabul ettiğimiz şu görüşün zikredilmesi gerek: Eğer SSCB’nin sınırları dışındaki ezilen ulusların mücadelesinin merkezi haline gelmek istiyorsak ulusal sorun konusunda SSCB’nin sınırları dahilinde doğu tavır almalıyız. Gerçekten de sınırlarımızın dışında UKKTH’dan dem vuruyor ve buna karşılık sınırlarımızın dahilinde buna izin vermiyorsak yarın öbür gün ikiyüzlülükle suçlanacağız demektir. Size Vladimir İlyiç’in şu sözlerini hatırlatayım: “Bu alanda en ufak bir hata yapma lüksüne sahip olamayız. İlkesel açık yürekliliğimizin dibini oyacak –bunlar Lenin’in kendi ifadeleridir- böyle bir hata ezilen ulusların emperyalizme karşı savunulması mücadelemizin de temellerini dinamitleyecektir.”

Sovyetler Birliği’nin sınırları dahilinde ulusal sorunun çözümü

Rakovski(devamla): İşte bu nedenle aşağıdaki tezi ana metne dahil etmenizi öneriyorum.

Bugün komisyona sunmuş olduğum metin çok uzundu, biz Ukraynalıların tezlerinden alınmıştı. Bunu kısalttım ve önünüze bu yeni haliyle sunuyorum:”Doğu uluslarının ve sömürgelerin emperyalist devletlerin boyunduruğundan kurtulmaları mücadelelerini ve aynı zamanda Avrupa’da işgal altındaki birçok ülkede Avrupa kurtuluş hareketlerinin yeniden teşkiline devasa bir devrimci anlam kazandıran dönüşüm, partimizin ulusal soruna kendi sınırları dahilinde teorik ve pratik bir çözüm bulma sorumluluğunu yerine getirmesini her zamankinden daha zorunlu kılıyor. Ulusal sorun konusunda içerde izleyeceğimiz politikayla sınırlarımızın dışında parti ve devlet çizgimiz doğrultusunda izleyeceğimiz politikanın üzerinde oluşturacağımız kesin mutabakattır ki Sovyetler Birliği’ne ve Komünist Partisi’ne dünya proletaryasının emperyalizme karşı mücadelesinde en geniş anlamda bir zemin hazırlayacak ve hem SB’yi hem de partiyi dünya proletaryasının gözünde ilkeli bir samimiyet taşıyan dürüst bir otorite kılacaktır.”

(Stalin söz alır ve değişiklik önergesinin reddedilmesini talep eder. Rakovski’nin önerisi reddedilir.)

Yoldaşlar, her ne kadar şu an reddedilen ilk önerim de büyük bir öneme sahip idiyse de, bu ikinci değişiklik önerim ondan da büyük bir anlam taşıyor. İkinci değişiklik önerim Birliğimizin iç durumu üzerinedir.

Bizim gibi Özerk Cumhuriyetlere hiçbir güvence verilmiyor

Rakovski(devamla): Bize göre –şu anda Ukraynalı yoldaşlar adına konuşuyorum- grup toplantısında yapılan en büyük hata Stalin’in iki katlı çözüm formülünü kabul etmemiz oldu. Her şeyden önce vakit kaybını önlemek için şunu söylemeliyim ki yoldaşlar, bizler iki katlı sistemin en kararlı taraftarlarıyız. Zaten sorun bu noktada değil bir başka yerdedir. Her şeyden önce neden iki katlı bir sistem kurduk? Özel Cumhuriyetlere güvenceler vermek için, değil mi? İki katlı sistemin dayandığı temel budur. Ancak sabahki oturumda kabul edilen kararla iki katlı sistem bırakalım biz Özel Cumhuriyetlere çeşitli güvenceler vermeyi, tam tersine mevcut işleyişi daha da güçlendiriyor.

Birliğin Merkez Komitesinin 360 vekilinden 280 kadarı hatta biraz daha fazlası RFSSC’den8 geriye kalan 80 kadarıysa bütün Özel Cumhuriyetlerin toplamından geliyor.

Peki Komisyon bugün neyi kabul etti? Şunu: Milliyetlerin ikinci katına –bu adlandırmayı aklınızda tutun- milliyetler eşit oy sayısıyla katılacaklar. Böylece RFSSC’nin her bir Cumhuriyetinin ve özerk bölgelerinin dört oyu olacak. Yani Orta Bölgenin dört, Ukrayna’nın dört, Beyaz Rusya’nın dört oyu olacak. Buradan nereye varıyoruz? Gerçekte RFSSC’nin 64 ya da 70 oyuna karşılık Ukrayna ile Beyaz Rusya’nın her birinin dörder oyu olacak. Evet gerçekten yoldaş Stalin’in yeri çok sağlam duruyor. Ama buna rağmen şöyle diyebiliyor: “Ben bütün milliyetleri tanıyorum, sizse Kırgızları tanımayı kabul etmiyorsunuz.”

(Salondan sesler: “Doğru”)

Doğru öyle mi? O zaman izin verirseniz size şunu söyleyeyim: Stalin’in bu çok radikal projesini imzalamaya hazırım. Eğer Kırgızistan, Türkistan ve diğer bütün Özerk Cumhuriyetlerin Bağımsız Cumhuriyetler haline gelmelerine hazırsa. Bu durumda her biri ikinci kata eşit koşullar altında girebilirler.

Sonuçta nereye varıyoruz?

Rakovski(devamla): İyi de gerçekte nereye varıyoruz? Neden bir ikinci kat yaratıyoruz? Her bir Özerk Cumhuriyetin kendi ihtiyaçları ve mali imkanları ölçüsünde Merkezden maddi yardım alabilmesi için, değil mi? Ama Özerk Cumhuriyetlerin tümü için RFSSC’de tek bir ödenek, tek bir RFSSC Genel Bakanlar Konseyi, tek bir RFSSC Merkez Komiserliği var. Yani hepsi otomatik olarak RFSSC’ye bağlanmış durumdalar. Özerk Cumhuriyetler sonuçta şöyle bir durumla karşı karşıya kalacaklar: Hepsi birinci odada önceden kararlaştırılmış tek genel çizgiyi kabullenecekler, ama yandaki ikinci odaya geçtiklerinde ise “ biz bağımsız ve Özerk Cumhuriyetleriz” diyecekler! Böyle şey olmaz! Eğer bağımsız oldukları söyleniyorsa gerçekten bağımsız olmalılar, yani Federasyonla bağlarını kesmeliler. Ben, politik ve kültürel gelişim düzeyi farklılıklarına bağlı olarak ve Federasyonu korumak için ikinci katta milliyetlerin değil Devletsel Birliklerin olmasını zorunlu görüyorum. Uzun zamandır Stalin’e RFSSC’ninki kadar oya sahip olmak istemediğimizi söylüyoruz. Hayır biz çok daha alçak gönüllüyüz. Biz, RSSFC’nin ikinci katta beşte iki oranında oya sahip olmasını ve bu beşte ikinin de Cumhuriyetler arasında paylaştırılmasını kabul etmesiyle tatmin olacağımızı söylüyoruz. Kuşkusuz bu Stalin’in kendi bileceği bir şey. Ama eğer bizim iki katlı sistem önerimize karşı RFSSC kanalıyla bir özgürlükçülük ve demokratik milliyetçilik örneğini vermek istiyorsa, o zaman Birliğin kendi Merkezi Yürütme Komitesinin altında bütün Cumhuriyetleri davet edeceği bir ikinci kat kurmalıdır.

Stalin yoldaşın önerilerine kararlı bir şekilde karşı çıkmamızın nedeni eşitliğe diğerlerinden daha az bağlı olmamızdan değildir. Özgürce ve samimiyetle ifade etmek gerekirse, bir ikinci kat kurmak mecburiyetinde olmadığımız gibi, böyle bir ikinci katın Özerk Cumhuriyetlerin haklarını güvenceye alacak bir zeminin gelişimine imkan sağlayacağını söylemek zorunda da değiliz. İşte bu nedenle şu değişiklik önerisini veriyorum: “İkinci kata katılacak hiçbir Tek Devletsel Birliğin beşte üçten fazla oyu olamaz.”

  1. 1873 Romanya doğumlu Marksist. Esas adı Crastyu Racovski. Romanya, Fransa, İngiltere, Almanya, Bulgaristan, İtalya, İsviçre, Rusya ve Ukrayna’da ihtilalci faaliyet yürüttü. Rosa Luxemburg, Engels, Liebknecht’ler (baba ve oğul) ile genç yaşta tanıştı. Lenin ve Troçki’nin yakın arkadaşı. 1919’da Ukrayna Halk Komiserleri Konseyi Başkanı, Bolşevik Parti Merkez Komite üyesi, Kızıl Ordu Siyasi Komiserleri Başkanı, 3. Enternasyonal Yürütme Kurulu üyesi. Sovyetler Birliği’nde Sol Muhalefet üyesi. Stalin’in özellikle ulusal sorun üzerine yaklaşımlarını şiddetle eleştirdi. Sovyet bürokrasisinin gelişimini eleştirel bir analize tabi tuttu. 1941 yılında hapiste tutulduğu Sovyetler Birliği’nde Stalin’in gizli polisi NKVD tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. []
  2. İzvestia TsK KPSS, Sayı 4, nisan 1991, s. 169-171 []
  3. Gorizont, Sayı 6, haziran 1990, s.49 []
  4. “Komünizmin Alfabesi”nin yazarları Buharin ile Preobrajenski idi. Bu Kongrede, Gürcistan’da kendilerine kötü davranılan (Stalin bir Gürcistanlı komünist yöneticiyi tokatlayan Orconokidze’yi savunmuştu) Gürcistanlı komünistlerin dosyasını Stalin’i suçlaması için Lenin tarafından görevlendirilen Buharin’di. Preobrajenski ise, o da zaten Stalin’in elinde aşırı iktidar yetkilerinin toplanmış olduğuna dair eleştirilerde bulunmuştu. []
  5. Filip I. Makharadze (1868-1941) en eski Gürcü Bolşeviklerdendi. 1891’den beri militan faaliyet yürütüyordu. “Ulusal Sorun” üzerine yürütülen bütün tartışmaların altında örtük olarak Gürcü meselesi yatıyordu. []
  6. Paul Lafargue (1842-1911) Marx’ın damadıydı. 1866’da 1. Enternasyonal’in Genel Konseyinin İspanya temsilcisiydi. Aynı zamanda onun Londra seksiyonunun da üyesiydi. Lafargue’ın temsil ettiği “Jön Fransa” Marx’ın Polonya meselesi üzerine görüşlerini şiddetle eleştirmişti. []
  7. NEP, Yeni Ekonomi Politikası, SSCB’nin iç savaş döneminden sonra bir dönem uyguladığı bazı piyasacı unsurlar içeren ekonomik program []
  8. RSFSR (Rossisskaia Soisialistitcheskaia Federativnaia Sovietskaia Respublika) veya Rusya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, yani RFSSC. Bünyesinde bütün Rus nüfusu ve toprakları barındırıyor olup Sovyetler Birliği’nin içindeki Sosyalist Cumhuriyetler arasında en büyük parçaydı. []