IV. ENTERNASYONAL’İN YENİDEN TEŞKİLİ İÇİN ÖRGÜTLENME KOMİTESİ (OCRFI)
14 Ekim 2023
Dünyanın emekçileri, gençleri ve halkları Filistin’de hayatlarından vahşice kopartılmış iki kesimden de binlerce sivil kurban ve özellikle gençler ve çocuklar için büyük acı duyuyorlar.
İsrail başbakanı Netanyahu “Bu savaştır!” diye haykırdı. Oysa savaş 7 Ekim 2023’te başlamadı ki, bölgeyi yetmiş beş yıldır kasıp kavuruyor. Yetmiş beş yıldır Filistin halkı toprağından sürülmüş, köylerinden kovulmuştur, evleri başına yıkılmıştır. Yetmiş beş yıldır sürgün edilenlerin anayurtlarına dönmeleri toprakları her gün biraz daha fazla Yahudi yerleşimcilere/kolonlara terk edilerek engelleniyor. Ancak Filistin halkı ırkçı bir rejimin hakiki ayrımcılığına, zulmüne ve aşağılamalarına rağmen bir gün bile direnmekten ve mücadele etmekten vazgeçmedi.
Bugün dünyanın dört bir yanından yetkililer- özellikle emekçiler adına konuşan örgütlerin ve “sol” partilerin yöneticileri- Birleşmiş Milletler’e (BM) çağrı yaparak, ondan “adil ve kalıcı bir barış” için adım atmasını talep ediyorlar.
Şu gerçeği hiçbir zaman göz ardı etmeyelim: Bugün yaşamakta olduğumuz trajedinin kökleri zaten BM’nin 29 Kasım 1947 tarihli 181 no’lu kararına uzanıyor. İşte BM’ye Amerikan emperyalizmiyle – ki peşine Britanya ve Fransız emperyalizmlerini de takmıştır- ve Stalin tarafından yönetilen SSCB bürokrasisi tarafından tasdik ettirilmiş bu karardır ki, Filistin topraklarının yapay bir “Yahudi devleti” ile hiçbir zaman gün yüzü görmeyecek bir “Arap devleti” arasında paylaştırılmasına sebep olmuştur.
Nitekim tam da bu kararın bir sonucu olarak, BM tarafından Filistin’le ilgili İsrail devletinden yerine getirilmesi istenen 84 mütevazı kararın hiçbiri bu devlet tarafından uygulanmamıştır. İsrail, BM’nin Filistinli sürgünlerin yurtlarına geri dönmelerine ilişkin 194 no’lu kararını uygulamadığı gibi İsrail ordusunun 1967’de işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi gerektiğini ileri süren 242 no’lu kararını da hiçbir zaman yerine getirmemiştir.
BM tarafından uygulanması kanun hükmünde gözetilmesi gereken tek karar büyük emperyalist güçlerin istekleri doğrultusunda Filistin’in Arap ve Yahudiler şeklinde bölünmesinin dayatılmasının onanması olmuştur. Bu zoraki bölünme 1948 Nakba’sı (Felaketi) kadar, ondan sonra gerçekleştirilen bütün katliamların da (kurbanlarının dini ve milliyetleri ne olursa olsun) doğrudan sebebidir.
IV. Enternasyonal’in Filistin seksiyonunun militanlarının daha 1947 yılının Eylül ayında “Sınıfın Sesi” gazetesinde ne demiş olduklarını hatırlayalım:
“BM’nin Filistin üzerine yaptığı öneri ne Yahudiler ve ne de Araplar için bir çözüm getirmediği gibi esasen tamamen emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda bir çözümdür. Siyonist siyasi yöneticiler emperyalizmin ortaya attığı bu kemiği kemirmek için hızla üstüne çullandılar (…) Ya Filistin Komünist Partisi ne yapıyor? Galiba BM’den adil bir çözüm bekleyişinde. Her hâlükârda BM üzerine ham hayaller beslediği için, emperyalizmin planlarının yardımcısı olduğu gibi, bu planların hayata geçirilmesine de sebep oluyor.”
Bugün zincirlerinden boşalan katliamlar ve savaş, Netanyahu ve hükümeti için tam bir kurtarıcı oldu. Siyonist devletin aylardır yaşamakta olduğu ve kurulduğu günden bu yana gördüğü en önemli krizi de atlatmasına neden olan durum Netanyahu için hayal bile edemeyeceği bir fırsat yarattı. Yaptığı yolsuzluklar nedeniyle her an hapsi boylaması gündemdeyken, birdenbire kendisini sokaklarda yuhalayanların da içinde yer alacakları bir “milli birlik” hükümetinin başında bulacak.
Bununla birlikte birçok İsrailli Yahudi Dünya Siyonist Örgütünün eski başkanı Avraham Burg’un 2008 yolunda ileri sürdüğü şu uyarının trajik doğrulanmasının da bilincine varmış oldular: “Yahudiler için bir sığınma evi olması gereken İsrail şimdilerde onlar için en tehlikeli bir yer haline gelmiş bulunuyor.”
Macron, Sunak, Scholz, Meloni, Trudeau ve Kishida’nın iyi küçük askerleri olarak peşine dizildikleri Amerikan emperyalizminin Netanyahu’ya ivedilikle verdiği destek, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine temellenmiş kapitalist rejimin krizini aşabilmesi amacıyla genel olarak emperyalizmin militarizm ve savaş yoluyla halklara karşı yürüttüğü mücadelenin başlıca imkanlarını sağlayan bir bağlam içerisine yerleşiyor.
ABD emperyalizminin niyetinin ne olduğu; Afrika’nın ve Ortadoğu’nun birçok bölgesinin yakılıp yakılmasından, Ukrayna savaşından ve Çin’e karşı yürüttüğü savaş hazırlıklarını gizlemeye bile gerek duymamasından ve buralardan hareketle Filistin’de uzun vadeli bir savaşa karar vererek İran’a kadar uzanan bütün bir bölgeyi şimdiden tehdit etmesinden anlaşılıyor. Washington dünyanın en büyük uçak gemilerinden biri olan USS Gerald Ford’u bölgeye sevk ettiğinde veya NATO Genel Sekreteri Stoltenberg 12 Ekim günü “İsrail yalnız değildir!” açıklamasını yaptığında, dünyanın bütün emekçileri ve halkları ne büyük bir felaketle karşı karşıya kaldıklarını görüyorlar.
Yaşanmakta olan trajik gelişmeler bütün emperyalist hükümetlerin bir kez daha demokratik hakları ortadan kaldırmak için peşlerine takılacak bir kutsal ittifak gerçekleştirme fırsatını kullanmaya çalıştıklarını gösteriyor. Şöyle ki: İfade ve gösteri özgürlükleri gibi hakları engellemenin yanı sıra, mevcut gelişmelerden faydalanarak emekçileri ve gençleri dini temeller üzerinde yapay olarak parçalamaya yelteniyorlar.
Giderek yaygınlaşmakta ve genişlemekte olan cehennemi savaş sarmalını kırabilecek tek toplumsal güç dünya emekçileridir. IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili’nin taraftarları çok sayıda başka militanlar, gruplar ve dünya işçi hareketindeki örgütlerle birlikte şu an BOMBARDIMANLARIN DERHAL DURDURULMASI VE GAZZE ABLUKASININ KALDIRILMASINI talep etmekten daha acil bir görev olmadığını ifade ediyorlar.
Bu acil taleplerin ötesinde IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili’nin taraftarları Filistin’de demokratik bir çözümün mutlaka olması gerektiğini ileri sürüyorlar. Kuşkusuz böyle bir çözümün biçimlerine Filistin halkının kendisi karar verecektir.
Bununla birlikte IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili’nin taraftarları, akımımızın hiçbir zaman terk etmemiş olduğu siyasi pozisyonlarını tekrarlamaktan imtina etmezler. Bu, IV. Enternasyonal’in BM’nin 1947 yılındaki oylaması sırasında dile getirdiği şu görüştür: “IV. Enternasyonal ülkenin bölünmesine karşı bağımsız ve birleşik bir Filistin için yürütülecek mücadelenin bayraktarı olacaktır. IV. Enternasyonal kitlelerin kendi kaderlerini egemen bir Kurucu Meclis seçimiyle belirleyecekleri bu mücadelede, Efendilere ve emperyalizmin ajanlarına karşı kitlelerin bu kurtuluş mücadelesini Mısır ve Suriye burjuvazilerinin manevralarıyla Yahudilere karşı mücadeleye dönüştürmek isteyenlere karşı, Arap devriminin motoru olan toprak devrimi için ve anti-kapitalist ve anti-emperyalist mücadele için çağrı yapar. Ancak bu mücadelenin başarıyla sürdürülebilmesi için ülkenin bölünmesine ikircimsiz bir şekilde karşı çıkmak ve bir Yahudi devletinin kurulmasını engellemek bir zorunluluktur.” (IV. Enternasyonal dergisinin Kasım-Aralık 1947 tarihli sayısının başyazısından)
1993 yılının Eylül ayında imzalanan Oslo anlaşmalarının hemen ertesi günü IV. Enternasyonal şu açıklamayı yapmıştı: “Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını inkar eden ve Arafat’ı İsrail başbakanına hitaben kaleme aldığı mektupta FKÖ’nün üzerine inşa edildiği Filistin Şartıyla ilgili olarak “Bu anlaşmalarla çelişkili hale gelen eski Şartın maddeleri bundan böyle yok hükmünde olup geçersizdirler”(*) noktasına vardıran bu “kendinden menkul hükümetin” (Oslo tabiriyle “Filistin Otoritesi”nin) teşkilidir. Tekrar edelim ki, başlarında Amerikan emperyalizminin yer aldığı büyük güçler için söz konusu olan Barış ve halkların hakları değil, emperyalist nizamdır. Çünkü bu anlaşma halkların haklarının reddi üzerine kurulu olmanın yanı sıra, bölünme, parçalanma, zulüm ve demokrasinin inkarı üzerine inşa edilmiştir. Yeni çatışmalara, yeni savaşlara ve yeni katliamlara zemin hatırlamaktadır.”
Şu inkar edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki, Filistin’in 2023’te içine düştüğü mevcut durum bundan otuz yol önce uluslararası ölçekte ve her ülkede hem Sağ hem de “Sol” güçler tarafından çok geniş bir onanmayla selamlanmış olan Oslo anlaşmalarında zaten kayıtlıdır.
O tarihte IV. Enternasyonal bu anlaşmalara karşı şu çözümü ileri sürüyordu:
“Bölgenin bütün halklarının hem Yakındoğu’da hem Ortadoğu’da emperyalist baskıdan, büyük toprak sahipleriyle burjuvazinin sömürüsünden ve hakimiyetinden kurtularak birbirleriyle eşitlik temelinde birleşmeleri kavgasına zorunlu olarak bağlanmış (…) birleşmiş ve kardeşleşmiş bir Filistin ulusunun inşası ancak emekçilerin ve halkların emperyalizme karşı yürütecekleri mücadelenin birleştirilmesine bağlıdır. Bütün insanlık için bir çıkış yolu ancak böyle açılabilir. İşte tam da bu yüzden IV. Enternasyonal I. Enternasyonal’in şu veciz ifadesine bağlılığını tekrarlar: ‘Emekçilerin kurtuluşu onların kendi eseri olacaktır.’
IV. Enternasyonal için kendi kaderlerini belirleme hakkı sadece emekçilere ve halklara aittir.”
Bundan otuz yıl önce kaleme alınmış bu satırların gücünü ve güncelliğini yitirdiğini söylemeye kim cesaret edebilir? Çözüm önerilerimiz bunlardır. Ve bunların hepsini Barış, adalet ve sosyal gelişme davasına bağlı bütün emekçilerin, militanların ve gençlerin görüşlerine açıyoruz.
(*) 1969 yılında Filistin Ulusal Hareketi şunu söylüyordu: “Filistin Kurtuluş Hareketi şunu açık yüreklilikle ilan eder ki: Bu mücadelenin nihai hedefi, ırkları ve dinleri ne olursa olsun, bütün yurttaşlarının eşit haklara sahip olacakları demokratik ve bağımsız bir Filistin devletinin inşasıdır.” 1970’de Filistin Ulusal Hareketi tarafından örgütlenen Filistin 2. Dünya Kongresi de şunu ilan ediyordu: “ Bütün Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar Filistin vatandaşı olma hakkına sahip olacaklardır.”
Bu siyasi pozisyonlar bütün Filistin önderlikleri tarafından terk edildi. Hamas’a gelince, o da, 1 Mayıs 2017’de “1967 sınırları dahilinde bir devleti onayladığını” yani iki devletli “çözümü” kabullendiğini ilan etti.