— Şadi OZANSÜ
Uzunca bir süredir Türkiye’de, sermayeden ve onun devletinden bağımsız kitlesel bir işçi sınıfı partisinin inşasının gerekliliğinden söz ediyoruz. Bu önerimize sınıf mücadeleci işçi kesimlerinden oldukça olumlu tepkiler almamıza rağmen, sosyalist soldan, kuşku, kaygı ve “ihtiyat” tavsiyesinde bulunan telkinlerle karşılaşıyoruz. Bu bakışın altında yatan nedeni sadece moral bozukluğu veya yaşanan yenilgilerle açıklamaya çalışmanın maddeci bir yaklaşım olmadığı kanısındayım.
Türkiye sosyalist solunun (milliyetçi ve reformcu solu bir kenarda tutuyorum)yaşam alanı kendiyle sınırlı olduğu için, hep kendine benzeyenlere bakarak ya da bir başka deyişle aynı sosyalist sol “kast”ın mekânını paylaşanları dikkate alarak davrandığını görüyoruz. Bu küçük dünyanın dışında ne olup bittiğine bakmaya cesaret edemeyensosyalist sol ister istemez, gerçekten yüzme de bilmediği için, boğulurum endişesiyle denize atlamaktan sürekli kaçınıyor. Hal böyle olunca da, yıllardır, işçi sınıfının içinden sosyalistler çıkartmaktansa, kendi en yakın çevresindekileri geçici bir süre için “sosyalistleştirme”yi daha uygun görüyor. Ve doğal olarak örgütlenme ya da partileşme çabaları da bu geçici yol arkadaşlarının geçici birlikteliği olarak kalıyor. Aradan yıllar ve yıllar geçince bir de bakılıyor ki bir arpa boyu yol alınmamış: Sayılarda belki biraz azalma ya da artış var, ama yapılar esas olarak insan malzemelerini öğütme mekanizmaları işlevini yerine getiriyorlar. Çünkü bir araya gelenlerin sosyalizmden sadece moral çıkarları var, maddi değil. İş moral aşısıyla götürülmeye çalışılınca işte bu kadar oluyor!
Türkiye sosyalist solunun partileşmeden anladığı ya kendi grubu içinde devrimcileri bir araya getirmek ya da en fazlası başka devrimci gruplarla bir araya gelmek. İşte bu anlayışın hüküm sürdüğü bir zeminde de kitlesel bir işçi sınıfı partisi önerisi sağır kulaklara seslenmenin ötesine geçemiyor. Türkiye sosyalist solu “devrimci çekirdek” inşasını klasik şemaya uygun olarak fazlasıyla önemsiyor, ama bir türlü bu evreden sınıfın içinden “çekirdek” inşa etme evresine sıçrayamıyor. Dolayısıyla “devrimci çekirdek” inşa etme dönemi sürüp gidiyor. Kuşkusuz sınıf dışı kesimlerden devrimci devşirmek işçi sınıfının içinden öncü çıkartmaktan çok daha kolay oluyor.
Türkiye sosyalist solu hep kolayına kaçıyor. Sınıf içinden gelen az sayıda öncüye de yeterince güvenip sorumluluk vermiyor. Ya da onları da kendine benzeterek işçi sınıfıyla olan sıcak bağlarını kopartıyor. Böylelikle az sayıda öncü işçi de sosyalist yapılara entegre olduklarında sudan çıkmış balığa dönüyorlar. Türkiye sosyalist solu aslında işçi sınıfına hep kuşkuyla bakıyor. Ve tabii bu durumda da kitlesel bir işçi sınıfı partisi önerisini neredeyse “komünistliğin”den taviz vermek olarak görüyor.
Oysa tarihsel örnekler böyle demiyor!
Dünya işçi sınıfı tarihinin en ciddi kitlesel işçi partisi örneği bilindiği gibi kuruculuğunu Engels’in yaptığı Alman Sosyal Demokrat Partisidir (SPD). Bu partinin ortaya çıkmadığı koşullarda Lenin’in kendisine örnek olarak aldığı Kautsky’nin Bağımsız Sosyal Demokrat Partisinin (USPD) varoluşunu düşünmek bile imkansız hale gelirdi. Keza içinde hem Bolşeviklerin, hem Menşeviklerin yer aldığı Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) olmasaydı geleceğin Bolşevik Partisinin gelişimi de en azından çok zorlaşırdı ve kim bilir, belki de, 1917 Ekim’inde ele geçmiş olan büyük tarihsel fırsat kaçırılabilirdi.
Öte yandan, bilindiği gibi, Alman Sosyal Demokrat Partisi, kapitalizmin yükseliş dönemin henüz sona ermek üzere olduğu bir sırada inşa edildi. Partinin önderliğini kültürel yönü de dahil olmak üzere son derece gelişmiş bir aristokrat işçi kuşağı üstlendi. Bu kuşak, Marx’la Das Kapital’i en ince ayrıntısına kadar tartışan bir işçi kuşağıydı. Tam böyle olmasa da benzer bir işçi kuşağı İngiliz İşçi Partisinin kuruluşuna da öncülük etti. Rosa Luxemburg’un dediği gibi SPD aslında bir anlamda Alman işçi sınıfı hareketinin kendisi ya da örgütlenmiş haliydi.
Gelecekte Avrupa’nın az çok kitleselleşmiş komünist partileri de hep bu ortak işçi hareketi havuzunun içinden serpilip gelişme imkanına kavuştular. Spekülatif sermayenin üretici güçlerin gelişmesini büyük ölçüde durdurduğu içinde bulunduğumuz çürüyen kapitalizm çağında kitlesel bir işçi sınıfı partisine en iyi örnek Brezilya İşçi Partisi (PT) oldu. Nitekim Brezilya, kendisi emperyalist kapitalist bir ekonomi olmamakla birlikte, barındırdığı genç ve militan işçi sınıfıyla dünya işçi sınıfı mücadelesinin ürünü en kitlesel işçi partisinin beşiği haline geldi.
Son yıllarda hızla reformist bir karakter kazanmaya başlayan bu parti, önümüzdeki Başkanlık seçimlerini kazanacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan önderi Lula’nın yönetici kliğini alaşağı edebilecek devrimci bir önderlik yaratabildiği takdirde Latin Amerika’nın bu dev ülkesinde gerçek bir proleter devrimine pekala öncülük edebilir.
İşçi sınıfı ancak örgütlü olduğu zaman işçi sınıfıdır
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, üretici güçlerin gelişimi dünya ölçeğinde durmuş, hatta küçük miktarda da olsa gerilemiş durumdadır. Kapitalizmin ideologları tarafından “küreselleşme” adıyla vaftiz edilen çürüyen kapitalizmin bu yeni döneminde dünya çapında işçilerin sayısı belki artmıştır, ama işçi sınıfının sayısı düşmektedir.
Emperyalist sermayenin dünyanın işgücü değeri açısından en ucuz maliyetli bölgelerine kayması, esnek üretim, özelleştirme, sendikaların yok edilmeye çalışılması, taşeronlaştırma, sosyal güvenlik sistemlerinin çökertilmeye çalışılması, toplu sözleşme düzeninin yıkılması, çocuk işçilerin istihdamı, hatta Çin Halk Cumhuriyeti ve ABD’de mahkumların çok ucuz maliyetlerle neredeyse köle gibi çalıştırılmaları ve kitlesel işçi örgütleri yöneticilerinin büyük kapitalist kurumlarca satın alınmaya çalışılması ve bütün bunlarda da elde edilen önemli “başarı”lar işçi sınıfını “kendisi için sınıf” olmaktan çıkartma mücadelesidir. Bu anlamıyla “küreselleşme” aslında mafya kapitalizminin dünya işçi sınıfına karşı yürüttüğü en vahşi sınıf mücadelesidir. Ama “küreselleşme” aynı zamanda dünya işçi sınıfının bu barbarca saldırıya karşı yürüttüğü kendi sınıf mücadelesinin de adıdır.
Dünya işçi sınıfı, yukarıda yok edilmeye çalışıldığını ifade ettiğimiz örgütlerini (başta sendikalarını) ve yıllar içinde canı ve kanıyla elde ettiği sosyal kazanımlarını gene canı ve kanı pahasına sonuna kadar savunmak zorundadır. Kendi başlangıç kazanımlarını korumasını beceremeyen bir sınıfın, kapitalizme karşı daha büyük kazanımlar elde etme şansı hiç olamaz. İşte bu yüzden de, dünya işçileri, kendilerini bir sınıf haline getirmiş olan bu kazanımları korumayı programlarının başına yerleştirmek zorundadırlar.
Mafya kapitalizmi işçi sınıfını aşırı katmanlandırmıştır
Emperyalizmin çürüyen evresinin mafya kapitalizmi yarattığı aşırı katmanlaştırmalarla bizzat işçi sınıfını kendi içinde rekabete sokmuştur. Mafya kapitalizminin bu politikası işçi sınıfını birbirine düşman etme politikasıdır.
Kuşkusuz geçmişte de işçi sınıfı içinde çeşitli katmanlaşmalar vardı: İşçi aristokrasisi, işçi bürokrasisi gibi. Ancak günümüzde, esnek üretim ve sermayenin yer değiştirmesi ile birlikte bu katmanlar hem sayıca artmış hem de olağanüstü ücret farklılıkları gündeme gelmiştir. Nitekim gelişmiş kapitalist ülkelerin sermayedarları kendi ülkesinin işçilerini, ” istediğim ücretlerle çalışmazsanız, işgücünün çok daha ucuz olduğu ülkelere ya da bölgelere giderim, o da olmazsa kaçak statüdeki göçmen işçileri çalıştırırım” diyerek tehdit etmekte ve bunun karşılığında kapitalist ülkelerin işçi sınıfına düşman olarak gecikmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfını ya da göçmen işçileri göstermektedir. Ancak bütün bu olumsuz sonuçlara bakarak işçi sınıfı eksenli bir mücadeleden vaz geçmek tam da kapitalistlerin hayalini kurdukları durumdur.
Bu vazgeçiş mafya kapitalizmine tamamen teslim olmayı beraberinde getiriyor, çünkü bu kapitalizmi yıkacak bir başka sınıf gene de bulunmamaktadır. Dünyanın işçileri kendi örgütlü yapılarını koruyamadıkları takdirde, önümüzdeki dönemde mafya kapitalizminin kendilerine sunduğu kırıntılarla geçinmek zorunda kalacaklar ve giderek sınıf olmaktan çıkacaklardır. Bu ise barbarlığın bir diğer adından başka bir şey olmasa gerek.
Türkiye’de kitlesel bir işçi partisinin inşasının yolları
Daha önceki yazılarımızda, Türkiye’de kitlesel bir işçi sınıfı partisinin inşasının iki yolu olduğundan söz etmiştik. Bunlardan biri 1989 Bahar eylemlerinde veya Zonguldak grevinde olduğu gibi ciddi bir kitle yükselişinin yaşandığı koşullardı. Gerçekten de bu tür koşulların varlığında, bir devrimci işçi çekirdeği böyle bir partinin inşası doğrultusunda harekete geçen sendikal önderlikleri devrimci bir programla etkisine alarak böyle bir partinin kuruluşuna ön ayak olabilirdi. Öncü işçi kadrolarının yetersizliği ve deneyimsizliği böyle bir fırsatın kullanılamamasına neden oldu.
İkinci durum, içinde bulunduğumuz koşullardır. Bu koşullar, kitle hareketinin yükselişinin söz konusu olmadığı, buna karşılık işçi kitle örgütlerinin bilhassa vahşi özelleştirme saldırılarıyla neredeyse tümüyle yok edilmeye çalışıldığı durumdur. İşte içinde bulunduğumuz bu durumda işçilerin neden grevlere ve toplu gösterilere adım atmadıkları sorusu doğru bir soru değildir. Herkesin bildiği gibi mevcut çalışma yasaları özel sektör işçisinin harekete geçmesinin önünde neredeyse mutlak bir engeldir. Nitekim bu yasal düzenlemeler çerçevesinde en ufak bir eylemde işçinin fabrikanın kapısının önüne konması neredeyse kaçınılmazdır.
Yedek sanayi ordusunun bu kadar büyüyüp serpildiği koşullarda özel sektör işçisinin kendi başına adım atmasını beklemek ham bir hayaldir. Benzer bir durum Türkiye işçi sınıfının hala en büyük ve vurucu kesimini oluşturan KİT çalışanları için de söz konusudur. Her ne kadar KİT işçileri eyleme geçmede özel sektör çalışanlarından daha fazla imkana sahipseler de, Türkiye’nin Arjantin’den farkı işte burada ortaya çıkmaktadır. Herkes mevcut kriz ortamında Türkiye işçi sınıfının neden Arjantin’li emekçileri örnek almadığını sorgulayadursun veya Türkiye’nin neden Arjantin olup olmadığı üzerine ahkam kessin, neden aslında tüm çıplaklığıyla ortadadır: Evet Arjantin işçi sınıfı harekete geçmiştir, çünkü Arjantin işçi sınıfının artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Hepsinden önemlisi Arjantin’de sosyal güvenlik sistemi özelleştirilmiştir.
Türkiye’de ise burjuvazinin bütün arzusuna rağmen SSK’nın hala özelleştirilememiş olması, her şeye rağmen sigortalılık güvencesini taşıyan işçilerin harekete geçmesini frenlemektedir. Kuşkusuz buradan çıkartılması gereken sonuç, işçi sınıfının harekete geçmesi için burjuvazinin bu saldırısının başarılı kılınması olamaz. Tam tersine, Türkiye işçi sınıfına, Arjantin işçi sınıfının durumu örnek gösterilerek, bu kazanımı ya da bu mevzisini kanı ve canı pahasına savunması gerektiği anlatılmalı ve bu doğrultuda harekete geçmesi gerektiği belirtilmelidir. İşte, bu koşullar altında Türkiye işçi sınıfının mevcut hareketsizliği son derece yanıltıcı bir görünüm sunuyor.
Yukarıda kitlesel bir işçi partisi inşasının birinci yolunun kitle hareketinin yükselmesi olduğunu söylemiştik. Şu an içinde bulunduğumuz durumda ise böyle bir yükselişin gözlemlenmediği herkesin malumu. İşte böyle bir ortamda yapılması gereken mücadelenin politik kanallarının üzerine gitmenin gerekliliğidir.
Ekonomik mücadele kanallarının sonuna kadar tıkalı olduğu anlardasüreci tersinden işleterek politik ve demokratik mücadeleyi ön plana çıkartmak gerekir. Daha önceleri, işçi sınıfının aslında tek bir mücadelesinin olduğunu, buna da sınıf mücadelesi adının verildiğini ve sınıf mücadelesinin de ekonomik ve politik olarak ikiye ayrılamayacağını söylemiştik. İşte şimdi bu tespitten kalkarak kitlesel bir işçi partisinin inşası sürecini politika alanından başlayarak örmenin ve demokratik/ekonomik mücadeleyi de ancak böyle kazanmanın mümkün olabileceğini söylüyoruz. Bu kalkış noktası ön planda tutulduğunda, günümüz koşullarında, Türkiye’de kitlesel bir işçi partisinin inşasının imkanları –belki paradoksal gözükecek ama- 1989 yıllarında olduğundan daha fazladır.
Sendikalar/sendikacılar ayrımı
İşçi sınıfı hareketinin yükselişine denk düşen bir kitlesel işçi partisi inşa sürecinde motor rol ister istemez mücadele etmeye kararlı sendikal önderliklere düşer. Ancak içinde bulunduğumuz durumda sendikacıları harekete geçirmek mümkün değildir. İşçi sınıfının varolan bürokratik sendikalönderlikleri yakın geleceklerini dahi göremeyecek bir siyasi miyopluk içindedirler. Kendi örgütsel yapılarını da kurtaracak olan gelişmenin ancak bir kitleselpolitizasyondan geçtiğini göremiyorlar. Bu bizi, kesinlikle, önderliklerinin ihaneti yüzünden işçi örgütlerini reddetme noktasına getirmemelidir. Tam tersine o örgütler bizim örgütlerimizdir ve onların önderliklerini değiştirebilmek için her zamankinden fazla içlerinde mücadele ediyor olmamız gerekir. Bu açıdan bakıldığında, politik yönelişi hangi eğilimi taşırsa taşısın, tüm işçi sınıfı örgütlerini burjuva saldırısına karşı korumamız bir zorunluluktur.
Kitlesel partinin inşası Türk-İş sendikalarından başlayacaktır
Türkiye işçi sınıfının vurucu müfrezeleri esas olarak Türk-İş içinde yer alıyor. Ülke sanayinin kilit sektörleri gerici Türk-İş yönetiminin elindedir. Dolayısıyla Türk-İş sendikaları içinde yürütülecek partileşme çalışması bu topraklarda kitlesel bir işçi sınıfı partisinin inşası sürecininvazgeçilemez bir alanıdır. Aynı zamanda işçi sınıfının politizasyona en açık kesimleri de gene mevcut konjonktürde Türk-İş işçileri arasında bulunuyor. Önümüzdeki dönemde mafya kapitalizminin ana saldırı hedefi Türk-İş sendikalarıdır. Diğer sendikalar, yani DİSK ve Hak-İş son dönemlerde içine girdikleri NGO’laşma süreciyle birlikte işçi örgütü olma niteliklerini hızla kaybediyorlar. Kuşkusuz, bu durum, onların da sermayeye peşkeş çekilmesi anlamına gelmez. Gene de kitlesel bir işçi partisinin inşasının ikinci alanı bu sendikalar olmak zorundadır.
KESK’e gelince; içinde çok sayıda ilerici insanı barındıran bu örgüthenüz bir işçi sendikası niteliği taşımamaktadır. Ne grev hakkı vardır, ne toplu sözleşme yetkisi. Bugüne kadar süregelen yönetimlerinin izlediği politikalarda radikal bir değişiklik söz konusu olmadığı takdirde bir işçi örgütü olabilme şansını yakalayamadan tarih sahnesinden silinme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ama bu durum da, kitlesel bir sınıf partisinin inşasında KESK’i devre dışı tutmayı kesinlikle gerektirmediği gibi, onun gerçek bir işçi örgütüne dönüşmesini sağlayacak aracın da gene kitlesel bir işçi partisi olduğu gerçeğini gözler önüne serer.
Bütün bu söylediklerimizden ilk elde çıkartılması gereken sonuç şudur: Kitlesel işçi partisi ilk kadrolarını ve üyelerini başta Türk-İş olmak üzere örgütlü (sendikalı) işçi kesimlerinden kazanmak zorundadır.
İşçi kitle partisinin bir çekirdeği olacaktır
İşçi sınıfının kitle partisinin bir leninist partiden farkının, sadece öncü işçileri değil, mücadele etmeye kararlı sıradan ve ortalama işçiyi de kapsaması olduğunu daha önce belirtmiştik. Gene daha önceki sayılarımızda, geçmişte Türkiye’de hatırı sayılır bir kitlesellik kazanmış bir işçi partisi geleneğinin yer etmemiş olmasının bir dezavantaj, ama aynı zamanda avantaja dönüştürülebilecek bir dezavantaj olduğunu da söylemiştik. Bize bu diyalektik imkanı sağlayan, dünyanın birçok ülkesinden farklı olarak Türkiye’de kendi partilerinden kaynaklanan bir ihanet yaşamamış olan bir işçi sınıfının varlığını saptamamızdı. Gerçekten de, Türkiye işçi sınıfı, Rus, Alman, Fransız, İtalyan, İspanyol, Yunan, İran ve Endenozya işçi sınıflarından farklı olarak kendi komünist veya sosyalist partilerinin ihanetiyle karşılaşmamış bir işçi sınıfıdır.
Öte yandan kitlesel bir işçi sınıfı partisi, ister istemez, işçi sınıfının her türlü eğilimine kapılarını açık tutmak zorunda kalacağından, gelecekte burjuva ideolojisinin her türlü basıncına açık olacaktır. Bu da, bu partinin içinde devrimci bir çekirdeğin, onu elinden geldiğince reformizm alanına sürüklenmekten alakoymaya çalışacak bir devrimci çekirdeğin varlığını gerektirir. Kuşkusuz bu çekirdeğin varlığı da kendi başına bir garanti değildir ama, risksiz bir politik atmosfer düşlemenin de artık hayal olduğunu görmek gerekir. Kurulacak kitlesel bir işçi partisinin gelecekte reformist olup olmayacağının hesaplarını bugünden yapmak müneccimliktir, bunu esas belirleyecek olan sınıf mücadelesinin gelişme dinamikleri ve biraz da devrimci çekirdeğin kararlı mücadelesidir. Kaldı ki, dünya işçi sınıfı tarihi, aynı zamanda, salt öncü kadrolarla kurulmuş olan işçi partilerinin de reformizme kayışlarının tarihidir.
Tek bir program
Bugünkü koşullarda, yukarıda özetlediğimiz ikinci yoldan kurulmasını düşündüğümüz kitlesel işçi partisinin programı ister istemez partinin çekirdeğini oluşturanlar tarafından hazırlanmak durumundadır. Bu Geçiş Programı sistematiğinde oluşturalacak devrimci bir programdır. İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu nesnel durumu veri olarak kabul eden ve işçi sınıfının sınıf bilincini eylem içinde iktidarın fethine kadar uzandıracak bir programdır. Basit bir programdır: İşçi sınıfının yüz yüze kaldığı saldırıları göğüslemesine imkan sunacak ve bu yoldan mülk sahiplerini mülksüzleştirecek bir işçi demokrasisini hayata geçirmek için dünya çapında bir İşçi Konseyleri Evrensel Cumhuriyeti rejimini yerleştirmeyi sağlayacak bir programdır.
Bu noktada özetle söylemek istediğimiz, kitlesel işçi partisinin programıyla devrimci çekirdeğin ayrı ayrı programları olmayacağıdır. İşçi sınıfının devrimci çekirdeği kitlesel işçi partisinin içinde sürekli olarak bu programın izlenmesi için mücadele sürdürecektir.
Kitlesel işçi partisinin çekirdek kadrolarının misyonu
Bu aşamada kitlesel bir işçi partisini inşaya soyunacak çekirdek kadrolara olağanüstü bir görev düşüyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, başta örgütlü işçi çevrelerinde partinin kuruluşunun propagandası doğrultusunda sistematik bir mücadele yürütmek gerekiyor. Bu mücadele esnasında mümkün olduğunca öncü işçiyle temasa geçmek ve onların içinden geleceğin ajitatör ve propagandistlerini öne çıkartmak gerekiyor.
Kitlesel işçi partisi projesinin klasik bir yapının ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla ajitatöre ihtiyaç duyacağı kesindir. Partinin programının yönteminin propagandistlere çok iyi aktarılması lazım, ama esas önemli olan ajitatörlerin bu program aracılığıyla geniş kitleye nasıl sesleneceğini bilmesi olacak. Parti programı kuru ve dolayısıyla tozlu raflarda kalacak bir metin olmaktan çıkıp, milyonlara seslenen bir talepler manzumesi olmak durumundadır.
Program geniş işçi yığınlarını harekete geçirecek tarzda formüle edilmelidir. Bu evrede işçi sınıfından gelecek tepkiler son derece önemlidir. Tamamlanmış bir program söz konusu olmayacağına göre, sınıftan gelecek olumlu tepkilerle programın talepleri gerekirse yeniden ve yeniden formüle edilmeli, zaman içinde hangi taleplerin daha fazla öne çıkarılacağı, hangilerinin geriye çekileceği ince ince hesaplanmalıdır. Dolayısıyla programın kitlelere iletilmesi aynı zamanda ciddi bir pedagojik çalışmayı da gerektirmektedir.
Kitlesel işçi partisinin yayın politikası
Böyle bir partinin ilk elde kitlesel, merkezi ve politik bir işçi gazetesine ihtiyacı vardır. Sayfa sayısı zaman içinde artacak bir yayın olmalıdır bu. İmkanlar ölçüsünde, başlangıçta haftalık olarak düşünülmesi gereken böyle bir yayın giderek daha sık olarak çıkartılabilir. Ancak böyle bir yayının burjuva dağıtım ağlarının eline terk edilmesi tam bir felakettir.Türkiye’deki burjuva dağıtım tekellerinin politikaları göz önünde bulundurulduğunda, partinin yayın organının satışı bizzat partinin sempatizanı gençler tarafından örgütlenmelidir.
Öte yandan bu merkezi yayın kadar önemli, çok sayıda tek sayfalık yayınlar başta Türk-İş sendikaları işyerlerinde olmak üzere çıkartılmalıdır. İşçi sınıfının geniş kesimlerine hitap eden yayınlar özellikle anonim ve imzasız olmamalıdır. İşçilere, onların tanıdıkları imzalar seslenmelidir. İşçi sınıfının güvenini başka türlü kazanmak mümkün değildir. İşçi sınıfının öncüleri kendilerini işçi sınıfından saklayarak mücadele edemezler.
Gene işçi sınıfının kitlesel partisinin teorik bir yayın organına da kuşkusuz ihtiyacı vardır. Milyonlarca işçiyi kucaklayan 1900’lü yılların başlarındaki Alman Sosyal Demokrat Partisinin 300-400 bin kişiye ulaşan sayısız işçi gazetesi varken, teorik yayınının sadece 3 bin adet satıyor olması bir ölçüdür. Bugün Türkiye’de teorik dergilerin, politik gazeteler kadar, hatta zaman zaman onlardan daha çok satıyor olması ciddi bir sakatlığın ürünüdür. Bu durumun tümüyle tersine çevrilmesi gerekiyor.
Kitlesel işçi partisinin enternasyonal uzanımı
İşçi sınıfının mücadelesi ulusal bir zemine yaslanmakla birlikte, uluslar arası bir düzlemde, yani dünya ölçeğinde sürmek zorundadır. Bunun nedeni kapitalizmin bir dünya ekonomisi yaratmış olması ve politika alanında da dünya işçi sınıfına karşı evrensel ölçekte bir mücadele sürdürmesidir. Türkiye’de inşa edilecek olan burjuvaziden ve onun devletinden bağımsız kitlesel bir işçi partisi, dünyadaki bağımsız kitlesel işçi partileri enternasyonalinin bir bileşeni olmalıdır.
Dünya emperyalizminin dünya işçi sınıfına karşı yürüttüğü saldırılar dolayısıyla dünya işçi hareketinin yeniden inşası belli ki belirli bir zaman alacaktır. Bu yeniden inşa, kimsenin önceden tayin edemeyeceği çeşitli biçimler alacak, yollar izleyecektir. Bugün dünya çapında gözlediğimiz, farklı biçimler altında, çeşitli akımlar, gruplar, örgütler ve militanlar eski örgütlerinin yaşadığı krizler nedeniyle işçi örgütlerinin bağımsızlığı mücadelesinde belirli arayışlara girmiş bulunuyorlar. Biz kendi programımızı bu işçi örgütlerinin hiçbirine dayatmayacağız, ama onlarla birlikte sınıfın bağımsızlığı davasını ilerletmek için ortak eylem arayışında olacağız. Hepsiyle karşılıklı saygıya dayalı özgür bir tartışma yürüteceğiz, savaşa ve sömürüye karşı ortak mücadele edeceğiz, işçi örgütlerinin bağımsızlığı için birlikte davranacağız ve bu yoldan Dünya İşçi Konseyleri Cumhuriyetinin yaratılması için seferber olacağız. Bizim başkalarıyla birlikte dünyada oluşturacağımız devrimci çekirdek ( yani devrimci Enternasyonal ) bir kitlesel dünya işçi partisinin olmazsa olmaz bir bileşeni olacaktır. Ama kuşkusuz bağımsız işçi partileri enternasyonali bizim programımız temelinde inşa edilmek zorunda olmayacaktır. Biz sadece Komünist Manifesto’nun şu düsturuna sadık kalarak yürüyeceğiz: ” Bizim, işçi sınıfının bütününün çıkarlarından farklı bir çıkarımız bulunmamaktadır”.
İşçi sınıfının kitlesel dünya partisi, ancak işçi sınıfının kitlesel bağımsız işçi partilerinin bir araya gelmesinden oluşur. Devrimci çekirdeğin, yani IV. Enternasyonalin misyonu, kendi programı doğrultusunda bu dünya partisinin içinde yer almak ve bütünü bu programa kazanmak olmalıdır.