Bir Kez Daha Öfkeliler Hareketi Üzerine

La Vèritè/Gerçek‘in 73. sayısında yayımlanmıştır.

— Andreu Camps

Gençliğin büyük bir çoğunluğunun işçi sınıfının geleneksel partilerinin kendilerine ihanet ettiklerine inandığı ve UGT, CCOO gibi büyük sendikaların sosyal diyalog politikalarının iflas ettiği bir dönemde Öfkeliler Hareketi yükselişe geçmiş durumda.

İşsiz gençlerle yetişkin işçi kesimler arasında bir çatlak oluşturan emeklilik sistemi üzerine 2 Şubat 2011’de yapılan düzenlemeyi hatırlamakta fayda var. Bu tip hareketlerin yükselişe geçtiği objektif koşullar çok belirgin: Taleplerini ülke çapında örgütlenerek yükselten yüz binlerce genç ve işçi sınıfının belirli tabakaları için bir emniyet supabı görevi üstlenmek.

Tüm kamuoyu açıklamalarında Öfkeliler, kendilerini yurttaş hareketi olarak tanımlıyor. Son zamanlarda, özellikle Wall Street’i İşgal Et hareketinden etkilenerek toplumun yüzdelik dilimlere bölündüğünü (%1 ve %99) ve kendilerinin de %99’u temsil ettiklerini belirtiyorlar. Oysaki toplumlar yüzdelik dilimlere bölünmemiştir. Her ülke sınıflara bölünmüştür: Üretim ve ticaret araçlarını elinde bulunduran sınıf, emek güçlerini satarak yaşamlarını sürdüren ücretli işçi sınıfı ve küçük esnaflardan, profesyonel çalışanlardan, küçük tarım üreticilerinden oluşan ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan heterojen orta sınıf. Orta sınıfın ve çeşitli orta sınıf hareketlerinin karakterini belirleyen etken, temel sınıflar olan ilk iki sınıfın örgütlülük ve bilinçlilik düzeyidir.

Bu kapsamda, Öfkeliler, politik olarak özel mülkiyet rejiminin ve mevcut kurumların (Franco’dan miras monarşi, bölgeselleşme politikaları ve AB’ye boyun eğilmesi) reforme edilmesi ve rejimin evcilleştirilmesi çerçevesinde hareket etmektedir. Hiçbir eylemde, bu hareket mevcut kurumları finans kapital tarafından oluşturulan veya finans kapital adına hareket eden kuruluşlar olarak tanımlamamıştır.

İşte bu sebeple Öfkeliler Hareketi, toplumun sınıflara bölünmüş olduğunu ifade etmekten kaçınmakta ve tüm toplumu temsil ettiğini iddia etmektedir. Hatta bazı aşırı söylemlerinde, örgütlü işçi sınıfının “düşmanı” pozisyonuna dahi düşebilmektedir. Bu noktaya daha sonra tekrar değineceğiz.

20 Kasım’dan Bu Yana…

PSOE önderliği, İspanya seçimlerinde sağın “zaferini” işçi sınıfının direnişini baltalamak için bir bahane olarak kullandı ve partinin yenilgisinin sorumluluğunu işçilerin üzerine yıktı. Dolaylı olarak bu durum, ülke çapında ardı ardına gösteri ve protestolar örgütleyen Öfkeliler Hareketi’nin de dağılması sonucunu doğurdu.

Kasım 2011’de, Alternatifler Mevcut: İspanya’da İstihdam ve Refahın Arttırılması İçin Öneriler adında bir kitap yayınlandı. Bugün bu kitap, Öfkeliler Hareketi’ni oluşturan küçük grup ve çevrelerin manifestosu haline gelmiş durumda. Kitap, politikada aktif üç kişi tarafından yazıldı: üniversite profesörü, ABD’de uzun zaman geçirmiş bir eski politik mülteci, solcu Demokratik Parti üyesi, Clinton’un sağlık reformu danışmanı ve kendi deyimiyle samimi bir sosyal demokrat olan Vicenç Navarro; cumhuriyetçi fikirleriyle tanınan gazeteci Juan Torres ve İspanya Komünist Partisi’nin seçim koalisyonu olan Birleşik Sol’un genç milletvekili, İspanya’nın güneyindeki Malaga’da Öfkeliler’in önderlerinden biri olan Alberto Garzon.

Deklarasyonlarında, sosyal hakları kaldıran neo-liberal politikaları reddetmek ve mevcut krizin atlatılması için daha adil çözümler bulunması amacıyla, sokakları dolduran kitlelere, özellikle gençlere hitap ediyorlar.

Peki, önerileri ne?

Öncelikli talep, uluslararası kuruluşların daha demokratik hale getirilmesini sağlayacak şekilde reforma tabi tutulması1, Birleşmiş Milletler’in güçlendirilmesi.2

İspanya AB ve avro bölgesi üyesi olduğuna göre, AB kurumlarının demokratikleştirilmesi3 gereklidir. AB, Avrupa çapında sosyal bir sermaye-emek anlaşmasını sağlayacak federal bir yapı çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır.4 Şayet avro bölgesinin yok olmasını istemiyorsak, AB yönetiminin ekonomik ilişkilerinin güçlendirilmesi bir zorunluluktur.5 Avrupa Merkez Bankası, AB Parlamentosu’na karşı sorumlu olacak gerçek bir merkez bankasına dönüştürülmelidir.6

Açıkça demokrasi, bağlayıcı referandumlar gibi doğrudan katılım biçimlerinin uygulanmasıyla yeniden güçlendirilmelidir.

Sonuç olarak, başka bir ekonomiye, başka tür sosyal ilişkilere, başka bir insanlığa7 ihtiyaç duyuluyor, geçici heveslerin kölesi olmaktansa gerçek ihtiyaçlara ulaşabilmek için zıt yönde düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor.8

Anlaşılan o ki bu politik söylemler, Katolik Kilisesi’nin sosyal demokrat politikalar şeklinde kılık değiştirmiş olan eski sosyal doktrininin tekrarından başka bir şey değil. Bu yüzden, bu hareketin tarihsel referans noktası Roosevelt ve New Deal. 1944’te Philadelphia Deklarasyonu’nda Roosevelt’in belirttiği gibi emek meta değildir ve evrensel ve sonsuza dek sürecek barış ancak sosyal adalet üzerine tesis edilirse mümkün olabilir.

Politik olarak, bu yaklaşımla ETUC’un tüm ulusal sendika konfederasyonlarına dayattıkları arasında bir bağlantı var. 29 Şubat 2012’de ETUC’un çağrısını yaptığı Avrupa eylem gününün sloganı şuydu: Artık yeter! İş ve sosyal adalet için alternatifler mevcut.

7 Aralık 2011’de en kıdemli Avrupa sendika temsilcilerinin (Alman DGB’den Sommer, Fransız CGT’den Thibault, İspanyol CCOO ve UGT’den Toxo ve Mendez) “yeni bir Avrupa uzlaşma metni” çağrısı yaptıklarını hatırlayalım. Bu, Avrupa işçi sınıfının İkinci Dünya Savaşı sonrası elde ettiği tüm haklarının ve kazanımlarının yok edilmesine yönelik açık bir çağrıydı.

Peki bunun, kendilerini Öfkeliler diye adlandıran bu grubun önerilerinden ne farklılığı var?

Sözde Çözüm: “Kooperatifler”!

Vicenç Navarro ile ilgili birtakım karmaşık ve ağır sözler yazmayacağız. Söylediğine göre kendisi esaslı bir eylemci. Kendi duruşunu savunmak için her fırsatı değerlendiriyor: toplantılar, mitingler, basın açıklamaları, makaleler… Son günlerde ise çözümün “kooperatifler” olduğunu söylüyor.

25 Ocak 2012 tarihli yazısında Navarro; General Motors’u devletleştirme yoluna giden Obama’ya, şirketi geniş çaplı işten çıkarmalar olmadan kurtarmayı başardığını söyleyerek övgüler yağdırmıştı. Maaşlarda kesintiyi ve işten çıkarmaları önleme amacıyla çalışma saatlerini azaltmayı öngören anlaşmaya imza atan UAW sendikasını da ayakta alkışlamıştı.

İşin aslı, Amerikalı işçilere pahalıya mal olan gerçekler o kadar da iç açıcı değil. ABD basınına göre, “İşçi ücretlerinde yapılan indirimle; 2006’da yaklaşık 76 dolar olan saat başı ücret, şimdi 50 doların biraz üzerinde. UAW, onlarca yıllık ilkelerinden vazgeçerek, 14 dolardan başlayan ve üst düzey işçilerinkinin kabaca yarısına tekabül eden saat başı ücretlendirme sistemini getiren iki kademeli maaş yapılandırmasına ‘Evet’ dedi. Ayrıca Hazine grev yasağı talep etti. Hükümetle yaptıkları anlaşmaya göre, işçiler tarafından yapılan herhangi bir grev, şirketleri devlet yardımından yoksun bırakacak.” Bunlar bizim değil onların sözleri.

Her şeyin farkında olan ve her zaman en doğruyu bilen Navarro’ya göre ise bu, olumlu bir gelişme. Yukarıdaki yazıya şu sözlerle başlıyor: “UAW sendikası; dünyanın en büyük üretici firmalarından birini kooperatifleştirme konusunda, Bask bölgesindeki Mondragon kooperatifinden tavsiye istedi.” Harika!

Nedir bu Mondragon kooperatifi?

Amerikalı işçilerin konuyla ilgili bilgisizliğinden faydalanabilirler; ama Mondragon’un İspanya’da ne olduğuna dair gerçekleri değiştiremezler.

Bu noktada, IV. Enternasyonal’in İspanya seksiyonu olan POSI’nin (Partido Obrero Socialista Internacionalista) 2008 yılında yayımladığı J.Bejar imzalı İspanya’da Özyönetim ve Kooperatifler başlıklı yazısına bir göz atmakta fayda var. İşte o yazıdan bazı bilgiler: Mondragon, İspanya’nın yedinci en büyük sanayi ve ticaret kuruluşu. Katolik Kilisesi’nin sosyal doktrinini benimseyen ruhban sınıfının partisi olan “Bask Milliyetçi Partisi” ile bağlantılı kapitalistler tarafından 1920’lerde kurulmuş. Grev yapma hakkının olmadığı ve sendikalara katılmanın yasaklandığı dönemlerde, Franco diktatörlüğü öncesi ve sırasında büyümüş. Franco diktatörlüğü döneminde işçileri işten atılmış ve diktatörlük yıkıldığında işe geri alınmamışlar. Bu da sermayenin işçi sınıfıyla olan ilişkisinin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Öfkeliler Hareketi“nin Günümüzdeki Faaliyetleri Üzerine…

Amerika’da olduğu gibi İspanya’da da on binlerce işçi, aileleriyle birlikte evlerinden tahliye edildi. Yalnızca geçtiğimiz yıl bu sayı 50 bini aştı. Bu durum, giderek büyüyen ve tahliyeleri engellemeyi amaçlayan büyük bir direniş hareketini doğurdu.

Tüm işçi sınıfı militanları, özellikle İspanya’daki IV. Enternasyonal üyeleri, bu topluluklara katılımlarıyla destek veriyor ve hem siyasi partilere hem de kendi sendikalarına bu konuda net bir tavır almaları doğrultusunda çağrıda bulunuyorlar. Peki, bu sırada Öfkeliler Hareketi ne yapıyor?

5 Kasım 2012’ye dek sürecek ulusal çapta bir imza kampanyası başlattılar, amaçları parlamentoya halkın inisiyatifiyle bir kanun teklifi sunmak: “Doğrudan halk katılımını önerdiğimiz bu çözüm, konut kredilerinin ödenebilmesi için el konulan mülklerin geri verilmesini öngörüyor.” Bu kampanya ile 500 bin imza toplayarak, parlamentonun bu konuda bir yasa çıkarmasını sağlamak istiyorlar.

Böyle bir önlemin ne gibi sonuçları olacağını La Vérité-Gerçek’in 72. sayısında açıklamıştık. Her hâlükârda bu önlem, tüm tahliyelerin yasaklanması ve konutların mülkiyetini elinde bulunduran bankaların millileştirilmesi sorunlarına çözüm bulamıyor.

Sendikalar ve İşçi Sınıfı Hareketlerine Karşı

Ocak 2012’nin ilk haftasında Öfkeliler Hareketi, ilişkili bulunduğu çeşitli internet siteleri aracılığıyla şöyle bir açıklama yayınladı:

Tüm CCOO ve UGT bürolarına protesto yürüyüşü – Biz işçiler, bu sendikaların liderlerinin bize yeniden ihanet etmelerine izin vermeyeceğiz. Bu nedenle sizleri 12 Ocak 2012, perşembe günü, saat 18.00’de bu yeni saldırıya karşı olduğumuzu göstermek için her iki sendikanın bürolarında toplanarak yapacağımız yürüyüşlere davet ediyoruz. Aynı şekilde, bu sendikaların militanlarını da seslerini yükseltmeye ve sendikalizm adı altında yapılan ihanete karşı çıkmaya çağırıyoruz.

O günlerde sendikalar, işverenler ve hükümet arasında yeni toplu sözleşme görüşmeleri yapılacağı duyurulmuştu. Sendikalar içerisinde ise şiddetli tartışmalar patlak verdi ve birçok militan ve üst düzey sendika temsilcisi yeni bir anlaşma imzalanmasına karşı çıktı. Öfkeliler Hareketi‘nin muhalefeti kitleleri harekete geçiremedi. Diğer yandan yüzlerce sendika militanı, sendika bürolarını korumak için eyleme geçti. Öte yandan, sendikalar anlaşmaya karşı çıkan militanları ve yöneticileri provokatör olarak ilan etti. Öfkeliler sağ olsun!

19 Şubat 2012’de daha da ileri gitmeye çalıştılar. Rajoy hükümetinin 10 Şubat’ta İş Yasası’nda işverenlerin haklarını alabildiğine genişleten bir reformu yasalaştırmasının ardından, büyük sendikaların önderleri ülkenin her yanında gösteriler örgütlemek zorunda kaldı. Hatta hükümet yasayı geri çekmediği takdirde genel greve gideceklerini ilan ettiler.

Elbette IV. Enternasyonal militanları da dahil tüm işçi sınıfı militanları bu gösterilerin başarıya ulaşması için ellerinden geleni yaptılar. Bu gösterilerin amaçları çok açıktı: Reformun geri çekilmesi, sendikaların 2 Şubat 2011’de imzaladıkları emeklilik ücretlerine saldıran anlaşmadan ve 25 Ocak 2012’de imzaladıkları ücretlerin dondurulması anlaşmasından imzalarını çekmeleri…

Bazı resmi yetkililer, bu konuda halktan yana tavır aldılar. Peki, Öfkeliler ne yaptı dersiniz? Ülke genelinde, kendi içlerinde homojen bir tutum sergilediklerini söylersek abartmış oluruz; fakat şu önemli örneği de verelim: 13 Şubat’ta Madrid Puerto Del Sol’da yapılan toplantıda takınılan tutum. Bu toplantıda “19 Şubat gösterisine eleştirel, organize ve farklılaşmış grup olarak katılma” kararı alındı. Böylece daha büyük bir gösterinin parçası olmayı kabul etmiş oldular.

Birkaç düzine gösterici, gösteriler boyunca şu sloganları tekrarladılar: PP-PSOE hep aynı şey! Satılık sendikalar! Hem de çok ucuza! ve gösteri kortejinin başında yürüyen sendika önderlerine çürük yumurtalar attılar.

Böylelikle, işçi sınıfı tüm ülke çapında ne denli güçlü olduğunu gösterirken ve reformun değiştirilmesi veya tamamen iptali seçenekleri tartışılırken, sözde Öfkeliler, gösteriler için çağrıda bulunan sendika önderlerini aşağılamakla meşguldü.

İspanya’daki işçiler ve gençlerin duyduğu öfke, şüphesiz ki reform ve planların geri çekilmesi amacıyla verilen mücadelenin bir bileşeni olacaktır.

  1. Alternatifler Mevcut: İspanya’da İstihdam ve Refahın Arttırılması İçin Öneriler, sayfa 183. []
  2. age. sayfa 189. []
  3. age. sayfa 180. []
  4. age. sayfa 177. []
  5. age. sayfa 175. []
  6. age. sayfa 176 ve 212. []
  7. age. sayfa 81. []
  8. age. sayfa 200. []