Halep’te zafere doğru

 

— İbrahim Devrim

 

Emperyalizm ve bölgedeki kuklaları Suriye ordusunun Halep’te ablukaya aldığı cihatçıları kurtarmak için çırpınsalar da Suriye ordusunun ilerleyişi devam ediyor. Halep çok kısa bir süre içerisinde Suriye ordusunun zaferine sahne olacak. ABD, cihatçılarını kurtarmak için elinden ne geliyorsa yaptı. Zaman kazanmak amacıyla her zaman yaptığı gibi ateşkes çağrılarını tekrarladı. Ateşkes çağrıları karşılıksız kalınca, Suriye ve müttefiklerine tehditler yağdırdı. Yine sivillerin hedef alınması, hastanelerin vurulması gibi yalan haberler ardı ardına yayınlanarak özellikle Suriye rejimine destek verebilecek ülkeler üzerinde baskı oluşturulmaya çalışıldı. Kuşatma altındaki El-Nusracıları kurtarmak için Eyfel kulesi bile karartıldı. Tüm çabalar karşılıksız kalınca ve Halep’i kaybedeceklerini anlayınca, önce AB ardından ABD, cihatçılar Halep’te kaybetseler de savaşı devam ettireceklerini ilan ettiler. Bu açıklamalar savaşın Halep zaferiyle bitmeyeceğini, emperyalizmin bölgeyi kana bulamaya devam edeceğini gösteriyor. Diğer taraftan, Halep’in kurtarılması nihai zafer anlamına gelmese de emperyalizm Halep’te yenildi. Suriye’de emperyalistlerin bozguna uğratıldığı en önemli ve büyük cephe olan Halep’te kazanılan bu zaferin çok büyük, tarihi bir zafer olduğu tartışma götürmez.

Suriye halkının direnişi emperyalizmi gerileterek şimdiden çok büyük kazanımlar elde etti. Rejiminin beş yıldır yıkılamamış olması emperyalizm ve kuklalarının bölgedeki hegemonyasını sorgulanabilir kıldı. Gerçeklerin açığa çıkmasına olanak sağladı ve emperyalizmin yalanlarını gözler önüne serdi. Bize saygın basın kuruluşları olarak yutturulmaya çalışılanların yalanları öylesine ortaya saçıldı ki itirazlara cevap verme kaygılarını mecburen bir kenara bıraktılar. Artık özensiz bir biçimde kendilerini besleyenleri mutlu etmek için küçük bir sorgulamayla yalan olduğu anlaşılabilecek kurgularla kara propagandaya devam ediyorlar. Çok daha fazla insan için geri dönülmez biçimde, güvenilir haber kaynakları olmaktan çıkmış durumdalar ve kitleler üzerindeki etkilerini giderek kaybediyorlar.

Suriye halklarının direnişi bölgede emperyalizmin planlarını bozdu. Suriye rejimi yıkılmadıkça, Suriye’deki yıkımın psikolojik ve politik liderliğini yapan Batılı liberallerin ve ortakları siyasal İslamcıların prestiji azaldı. Suriye’de direnişin sürmesiyle her geçen gün daha fazla yalanın ortaya çıkması liberallerin güvenilirliğini azalttı. Liberallerin sözcülüğünü yapan birçok basın kuruluşu, yardım kuruluşu, vakıf, siyasi parti vs. itibarını giderek daha fazla kaybediyor. Bunun sonucu olarak Suriye rejiminin yıkılması için kamuyou oluşturamıyorlar. Tam tersine Suriye’de akan kanın sorumlusu oldukları için kamuoyu baskısını kendi üzerlerinde hissediyorlar.

Burjuva demokrasisinden dahi söz edilemeyecek rejimleri yöneten siyasal İslamcıların iktidarları sarsılmadığı sürece yalanlarının ortaya çıkmasından kaygı duymalarını ya da kamuoyu baskısından endişelenmelerini gerektirecek bir durum yok. Fakat savaşı kaybettikçe, hem karşılarındaki muhalefet büyüyor hem de uluslararası sermayenin gözünde değersizleşiyorlar. AKP, Müslüman Kardeşler, Suudi ve körfez rejimleri Suriye direndikçe zayıflamaya devam ediyor. Dengeler değiştikçe uluslararası sermaye için vazgeçilecek, rafa kaldırılacak projeler haline geliyorlar. Bu nedenle, varlıklarını emperyalizme borçlu olan AKP, Müslüman Kardeşler gibi hareketler iktidarlarını koruma refleksiyle emperyalizm ile zaman zaman anlaşmazlıklar yaşayabiliyor.

Halep zaferi sadece Suriye halkı için değil Türkiye halklarının da dahil olduğu Ortadoğu haklarının baskıcı ve emperyalizmin çıkarlarına hizmet aşkıyla hareket eden iktidarlardan kurtulması için de önemli bir adım olacak. Halep’te emperyalizmin yenilmez olmadığını gördük. Ezilen halklar ve emekçiler emperyalizme karşı mücadele ettiklerinde emperyalizmi yenilgiye uğratabileceklerini Halep’te tekrar gördüler. Bu nedenle Halep zaferi çok önemli ve tüm dünyadaki ezilen halklar açısından da zafer anlamına geliyor. Halep’in ardından tüm Suriye’de emperyalizmin yenilgiye uğratılması ezilen bölge hakları ve işçi sınıfı için yeni bir umut olacak. Suriye emekçilerinin emperyalizmi ülkelerinden defetmeleri Vietnam zaferi gibi tüm dünya emekçilerine ilham verecek.

Rusya 1991 öncesi SSCB değil, yani ABD emperyalizmine karşı Vietnam’ın ulusal kurtuluş mücadelesini destekleyen devlet değil, ama gene de kendi çıkarları gereği olsa da Körfez devletleri ile birlikte Suriye’de ve Yemen’de insanlık suçları işleyen ikiyüzlü ABD ve AB emperyalistlerine göre Ortadoğu’da daha “açık” bir siyaset izliyor. Her türlü emperyalist saldırganlığı yaptıktan sonra Haleplilerin yaşadıkları sözde “insani dramı” kullanmaya çalışmıyor. Ve tabii ki Esad yönetimi de Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi değil, ama mevcut durumda Suudi Arabistan, Türkiye, İsrail gibi emperyalizmin güdümündeki ülkelerin düşmanı olmaya devam ediyor.

Uluslararası İşçi Delegasyonu’nun Yunanistan Ziyareti Değerlendirmeleri: Avrupa Birliği Kuşatması Altında Yunanistan

–İbrahim Devrim

Yunanistan’daki ekonomik ve siyasi kriz ile birlikte yaşanan büyük kitle hareketleri öncelikle Avrupa’da ve ardından tüm dünyada yankı yarattı. Yükselen işçi hareketi, AB kararlarını uygulayan hükümetlerin devrilmesi, Syriza’nın ilk seçim zaferi, refarandum ve son olarak Syriza’nın yeniden hükümet olması tüm dünya solunun dikkatini Yunanistan üzerine çekti. Kasım ayında Uluslararası İşçi Delegasyonu ile Yunanistan’da bazı toplantı ve ziyaretlere katılarak geçmiş deneyimleri öğrenme ve mevcut durumu gözlemleme olanağı bulduk. İlk ziyaretimizi Yunanistan Orta Öğretim Sendikası (OLME)’ye yaptık. Burada yüzyirmibin üyesi olan sendikanın 90 yıllık tarihindeki ilk kadın başkanı Eleni Zografaki ve diğer sendikacıların değerlendirmelerini dinledik.

greece delegation

OLME- Eleni Zografaki’nin değerlendirmeleri

Temmuz(2015)’dan önce kemer sıkma politiklarını reddetmek için olanak vardı. Bu yaz aylarında durumun çok zor olduğunu gördük. Şimdi III. Memorandum uygulanıyor ve işler artık daha zor. Orta öğretimde öğretmen açığı var. Sanat dersleri gibi özel alanlardaki eğitimler bütçe kısıntıları nedeniyle azaltıldı. Eskiden okullarda bulunan hemşire ve doktorlar bütçe kısıntısı nedeniyle artık yok. Sınıf mevcutları 20 öğrenciden 25-30 öğrenciye çıktı. Küçük adalarda bu durum çok daha kötü. Artık daha az öğretmen ve daha çok öğrenci var. Bazı okullarda Balkan ülkelerinden gelen mülteci öğrenciler ile aynı dili konuşan öğretmenler vardı, bu uygulama kalktı. Okullar artık saat 2’de bitiyor. Okulların yerel yönetimler ile ilişkileri çok azaldı. Bakanlığa, merkeze bağlılar. Eğitim Bakanlığı aynı zamanda Din Bakanlığı.

Yunanistan’ın kemer sıkma politikalarını reddetmesine AB sendikalarından güçlü destek gelmedi. ETUC‘a bağlı büyük sendikalar referandumda “evet” oyunu savundu ve referandumdan çıkan “hayır” sonucunu kınadı. Eylül’de ETUC toplandı. Kemer sıkma ile mücadele etme kararı aldı. Fakat bu Yunanistan’ın bu politikalardan kopuşunu kınamaları ile bir çelişki oluşturuyor. Sendika liderliğinin bir kısmı AB’nin Yunanistan’a karşı tutumunu destekledi. Böyle olmakla birlikte bazı AB sendikaları Yunanistan halkı ile dayanışmalarını açıkladı.

Soru: Yunanistan halkı kemer sıkmaya dur demişti. Neden olmadı?

Diğer Avrupa ülkelerinden destek gelmedi. Syriza Hükümetinin ilk 6 ayında (Ocak-Temmuz 2015) AB ülkelerinden destek gelmedi. Sadece Güney Avrupa ülkelerinden, İtalya, İspanya ve Portekiz’den destek geldi.

Soru: Sendika liderlikleri çağrı yapabilir ama bu tabanı genelde etkilemez. ETUC’un mektubu ve çağrısı nasıl etkiledi?

Öyle olmadı. ETUC’un çağrısı tabanı etkiledi.

Yunanistan bankalarının yarısı Londra’da. Bunlar kontrol edilemiyor. Rusya bankaları da böyleydi ama Rusya artık Londra’daki bankaların paylarını geri çekiyor. I. ve II. Memorandum’da bankaların yarısına AB tarafından ipotek konuldu. AB’den çıkalım ama bunu ilk kim yapacak? Senkronizasyon gerekiyor. Bütün bu zenginlik emekçiler tarafından üretildi ve bize ait olması gerekiyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinden destek gelmeden Yunanistan tek başına bunu kıramaz. Bu sadece bizim değil bütün ülkelerin sorunu.

Öğretmen açığını kapatmak için sözleşmeli öğretmenler işe alınıyor. Maaşlar Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) bölgesel fonlarından ödeniyor. 15 bin sözleşmeli öğretmen alındı. 6 bin öğretmen daha alınacak ama fonlarda para yok. ECB bu fonları harcayarak Yunanistan’ı borçlandırdı. Sözleşmeli öğretmenler sadece okullar açık olduğu dönemde işe alınıyorlar ve sözleşme sonunda işsiz kalıyorlar.

Ücretler için toplu sözleşme yapılamıyor. Ücretler AB-ECB-IMF (Troyka) tarafından belirlendiği için toplu sözleşme diye birşey yok. Asıl sorun tekrar toplu sözleşme yapılabilmesi. Grevler; ulusal güvenlik, öğrencilerin psikolojisinin bozulması gibi nedenlerle yasaklanıyor. Yunanistan tamamen bağımsızlığını kaybetti. Artık bunlar birer politik sorun, ekonomik değil.

 *  *  *

Eğitim-Sen’in de kardeş örgütü olan OLME’deki toplantıya katılan diğer Yunan sendikacıların görüşleri Başkan ile benzerdi. Avrupa’nın diğer ülkelerinden destek gelmeden Yunanistan’ın tek başına AB politikalarına dur diyemeyeceği görüşü hakim. Fransa, İngiltere, Almanya’dan toplantıya katılan katılımcılar Yunanistan ile benzer bir süreçten geçtiklerini, grev yasalarının ve uygulamalarının, eğitimdeki bütçe kesintilerinin Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da da benzer biçimde değiştiğini belirttiler.

Delegasyon daha sonra Atina ve Naphlio’da hastanelere ziyaretler gerçekleştirdi. Burada doktorlar ve hemşireler ile toplantılar yapıldı. Sağlıkta da durum eğitimdekine benzer. Sağlık alanında da kararlar Troyka tarafından alınıyor. Memorandumlar sağlık işçilerinin durumlarını ve hastanelerin hizmetlerini kötüleştirmiş. Görüştüğümüz bütün sağlık emekçilerinde AB’ye büyük bir öfke olmakla birlikte AB’den ayrılma ve kemer sıkma politikalarını durdurulabilme ihtimali konusunda bir umutsuzluk hakim. Syriza’dan beklentilerinin boşa çıkması, eğitim emekçilerinde olduğu gibi sağlık emekçilerinde de oldukça açık bir biçimde umutsuzluk yarattığı gözlemlenebiliyor.

Doktorlar ve hemşirelerin çalışma şartları çok ağır. Hemşireler günde 8 ila 16 saat arasında çalışıyorlar. Kadro eksikleri olduğu için acil durumlarda evlerinden çağrılabiliyorlar. Sağlıkta her yıl yüzde 30 bütçe kesintisi yapılmış. 2016’da yüzde 45 bütçe kesintisi bekleniyor. Birçok hastane ölme noktasına gelmiş. Birçok uzman doktor AB üyesi başka ülkelere çalışmaya gitmiş. Uzman doktor konusunda ciddi sıkıntılar var. Asistan doktorlar yetersiz olmalarına rağmen kendi başlarına çalışmak durumunda kalıyorlar. Tıbbi teçhizatlar yenilenmediği için büyük sıkıntı yaşıyorlar. Emekli olan çalışanların yerine yenileri alınmıyor. Hastanelere de eğitimde olduğu gibi sözleşmeli personel alınıyor. Yemek, güvenlik gibi işler taşeronlar şirketlere verilmiş.

Sağlık çalışanlarının görüşleri:

Sağlık sistemine yönelik bu neoliberal saldırılar 90’ların başındaki saldırılara benziyor, bu sistem insan hayatını önemsemiyor, insanları Malezya gibi ülkelere tıp turizmine yönlendiriyorlar. Bu sadece Yunan sistemi değil, AB bu sistemi getirdi. Ekonomi adı altında yaşam hakkına engel oluyorlar. 90’ların başında sağlık sistemine yapılan saldırılar aşılmıştı. 2008’den sonra kriz oldu. Asıl sorumlu olan Yunan hükümeti. ECB ile sözleşme imzalamaması gerekirdi. Avrupa, ECB (Avrupa Merkez Bankası) değildir, Avrupa halktır.

2009-2010’a kadar önceden yapılanlardan öğreniyorduk. Burada bir sıçrama oldu. Meydanların işgali hareketi yeni bir olgu olarak ortaya çıktı. Haraket tam anlamıyla sendikal bir hareket değildi. Sol, komünist, anarşist akımlar hareketin içindeydi. Küçük burjuva hareketler sendikaları eylemlerde görmek istemiyor. Grevler genelde kendiliğinden oldu. Papandreu’nun memorandumu kabulünden hemen sonra grevler ve gösteriler oldu. Yunanistan’da sosyalizme ve devrime inanç zayıf. 2012’de seçimler ile değişiklik olabileceği umudu doğdu. Fakat Syriza’nın seçim zaferine rağmen değişiklik olmamasıyla halk seçimlere olan inancını da kaybetti, oy verdiği hükümete karşı sokağa da çıkmadı ve aynı zamanda AB’nin bu sorunların yaratıcısı olduğunu da gördü. Diğer taraftan insanlar AB’den ayrılmanın mümkün olmadığını düşünüyor. Bu yapıda kazanabileceklerini düşünmüyorlar. Birçok şey yapılabilir ama insanlar inanmıyorken bunu nasıl başarabiliriz? Syriza Hükümetinden sonra sağlık emekçilerinin durumunda iyileşme olmadı. Hastalardan kesilen 5 avro kaldırıldı. Sigorta kesintisi yüzde 2’den yüzde 6’ya çıktı. Gerekçe olarak hastanelerdeki kadro, teçhizat, hizmet eksiklerini tamamlayacaklarını söylediler ama dedikleri gibi olmadı.

Yunan burjuvazisi yalnız değil. AB burjuvazisi ile birlikte hareket ediyor. AB’ye katılma kararı Yunan burjuvazisine aitti ve bunun bedelini emekçilere ödetiyorlar.

*  *  *

Eğitim ve sağlık emekçileri ile görüşmelerin ardından bir turizm ve tarım bölgesi olan Penelopese’de kasabadaki yerel yönetimden temsilciler ile buluştuk.

Yerel yönetim temsilcilerinin değerlendirmeleri:

Bu kasabanın muhafazakâr bir halkı vardır. 2008’de Yunanistan’da büyük kitle eylemleri başladığında burada çok az sayıda insan eylemlere destek veriyordu. Fakat sonrasında kasaba halkı bu eylemleri desteklemeye ve bu bölgede de eylemler olmaya başladı. Burada da kitlesel eylemler gerçekleşti. Bu kitlesel eylemler Syriza Hükümetine kadar devam etti. Sonrasında azaldı ve şimdi oldukça az sayıda katılım oluyor. Son tarım grevi çağrısını insanlar doğru bulsa da katılım olmadı. Yerel yönetimler merkeze artık daha çok bağlı. Küçük kasabalar birleştirilip merkeze bağlanıyor. Eskiden yerel yönetimlerin yaptıkları işler, çöp toplama gibi, özel şirketlere devredildi. Elektrik faturalarından yapılan kesintiler merkezde toplanıyor ve yerel yönetimlerin bütçesi merkezden belirleniyor. Özel şirketler işlerine geldiği gibi davranıyor. AB; iş güvenliği ve çevre yasalarına bile uymuyorlar. Fazla çöp toplanmış olarak gösterip daha fazla para alıyorlar ve yerel yönetimlerin itirazlarına rağmen buna göz yumuluyor. İstemediğimiz herşey artık yasa oluyor. Bu sorunlara karşı birleştik ama olmadı. Çipras’ın söylediklerine inandık ama olmadı. Şimdi aynı şeyleri söyleyen insanlara neden inanalım? Bu sorunun bir yanıtı yok. Eğer birşeyler yaparsak değişecek yoksa hiçbir şey değişmeyecek. Tüm Avrupa’da benzer sorunlar yaşanıyor. Mülteciler ile birbirimize düşman gibi bakıyoruz.

*  *  *

Yunanistan emekçilerinin mücadelesi Avrupa’yı sarsmaya devam edecek

Yunanistan’da seçimlerin kemer sıkma politikalarının durdurulması için bir umut olduğu ve bu umudun Syriza ile birlikte söndüğü yönündeki görüş herkes tarafından dile getiriliyor. Sorunların AB’den kaynaklandığı konusunda da bir görüş birliği var. Fakat Syriza Hükümeti ve ardından referandumdan çıkan “hayır” oyuna rağmen Troyka’nın politikalarının kabul edilmesi, AB’den ayrılmanın mümkün olmadığı inancını oluşturmuş. Avrupa sendikalarından bu noktada destek gelmemesi kemer sıkma politikalarının durudurulabileceği ve Yunanistan’ın AB’den tek başına bir kopuş yapabileceği inancını azaltmış. Böyle bir inanç olması durumunda insanların KKE’ye yöneleceği belirtildi ki KKE uzun süredir AB’den kopuşu savunuyor. Buna rağmen son seçimlerde KKE’nin oylarının düşmesi kitlelerin AB’den ayrılmanın mümkün olmadığına dair inançlarının bir göstergesi sayılıyor.

Syriza’nın kemer sıkma politikalarını durduracağına dair taahhütü ve ardından bunu yapmaması, referandumdan “hayır” çıkmasına rağmen Troyka’nın dayatmaları kabul etmesi kitleleri umutsuzluğa sürüklemiş. Syriza Hükümetinin, kitle hareketinin gücünü kaybetmesine neden olan umutsuzlukta oynadığı rol büyük. Diğer taraftan, Yunanistan işçi sınıfı zafer kazansa da bunu Avrupa işçileri ile ortak mücadele vermeden koruması olanaksız. Avrupa işçilerinin sorunları eşitsiz gelişse de sorunların kaynağı ortak. Farklı düzeylerde neoliberal saldırılar bütün Avrupa’da devam ediyor. Yunanistan işçileri belki de Avrupa’da bu neoliberal saldırılara en şiddetli maruz kalan sınıf oldu. Kitlesel mücadeleleri ile neoliberal politikaları kırma olanağını elde ettiler ve Avrupa’yı sarstılar. Referandumdan “hayır” oyu çıkmasına rağmen hükümet Troyka’nın taleplerini kabul etmiş olsa da Yunan emekçilerinin dediği gibi “logic” (mantık) Yunanca bir kelime ve mücadele henüz bitmedi. Tam tersine Avrupa’nın diğer ülkelerinde son dönemde hızla artan neoliberal saldırılar Avrupa genelinde işçi sınıfını harekete geçiriyor. İşçi hareketindeki bu yükseliş, Yunanistan’da yeniden umutların doğmasına neden olacak ve bu defa Yunanistan işçi sınıfı yakın zaman önce kazandığı büyük mücadele deneyimine de sahip olacak. Avrupa’da kısa vadede doğması muhtemel birleşik yeni bir mücadele dalgasının, Yunanistan deneyimi ışığında tarihsel dönüşümlere yol açması uzak değil.

 

 

Suriye’de Büyük Savaşa Doğru

— İbrahim Devrim

Suriye’de ve Ortadoğu’da dengeler hızla değişiyor.  Birkaç yıl öncesinde Esad’ı devirmek üzere emperyalizmin toparladığı gruplar arasına, Cenevre toplantılarına kabul edilmeyen PYD, şu anda Suriye’deki savaşın belki de en önemli unsuru olmuş durumda. Bu toplantılarda Kürtleri temsil ediyormuş gibi yapması için kurulan tabela partilerinin veya ithal cihatçı çetelerin aksine gerçekten bu topraklarda kökleri olan tek örgüt PYD-YPG/J olmasına rağmen durum böyleydi. PYD bir taraftan Türkiye, diğer taraftan Barzani’nin KDP’si tarafından izole edilmişti. KDP bir hayli ileri giderek PYD’ye karşı Rojava’da ayaklanma örgütlemeyi bile denedi. Diğer taraftan Suriye rejiminin yıkılmaması ve savaşın ilk yıllarında PYD’ye destek vermesi, Rojava’da PYD’nin önemli bir güç olmasına yardım etti. PYD köklü bir örgüt. Bu süreçte savaş şartlarına uyum sağladı ve bölgeyi kontrol eden bir güç olmayı başardı.

PYD Kobane’de ve ardından Tel Abyad’da koşulların değişmesinin getirdiği olanakları değerlendirdi ve büyük zaferler kazandı. ABD’nin Suriye’de uyguladığı cihatçı grupları destekleyerek Esad’ı devirme politikasının çökmesinde Kobane direnişinin büyük rolü oldu. Aynı zamanda bu politikanın çöküşü PYD için yeni olanaklar yarattı.  ABD cihatçı gruplara hala destek verse de savaşın ilk yıllarında izlediği politikanın son dönemde ciddi biçimde değiştiği (ABD kabul etmese de) anlaşılıyor.  ABD’nin önceki dönemde PYD’yi yok sayma politikasının aksine bugün havadan destek veriyor olması bu değişimin bir göstergesi.

Cihatçı çetelerden aradığını bulamayan yani bu çeteler ile Suriye’de rejimi deviremeyen ABD, PYD’yi Esad rejiminin karşısındaki safa çekmek için bu desteği veriyor. Fakat bu sınırlı destek ile birlikte IŞİD  ABD tarafından kullanılan bir sopa olarak bölgede kalmaya devam edecek gibi görünüyor. PYD veya Irak rejimi ile çelişkiler yaşanması durumunda IŞİD’nin tekrar Kürtlerin yaşadğı bölgelere saldırması olasılık dahilinde. Bu anlamda IŞİD’in varlığı ABD’nin oldukça işine yarıyor. IŞİD’in saldırdığı bölgeler, Musul’da açıkça yaşandığı gibi ABD yardımına muhtaç kalıyor ve tabii ki yardım almanın bir bedeli var.

AKP Türkiye’nin yeni komşusundan rahatsız

Türkiye sınırındaki gelişmeler, özellikle PYD’nin pozisyonu Türkiye’nin politikasını etkiliyor. Kürtlerin Suriye’de önemli bir güç olması kaçınılmaz olarak Türkiye’deki Kürt sorununu da farklı bir boyuta taşıyor. Türkiye sınırının büyük kısmının YPG/J tarafından kurtarılmasının ardından IŞİD için önemli bir tedarik hattı kapandı. Fakat, hala IŞİD’in Türkiye ile sınır hattı var ve tedarik hattı tamamen kapanmış değil. Kısa vadede PYD’nin bu hattı ele geçirme ve tüm ikmal yolunu kapatma ihtimali yüksek. Yakın zamanda yeni bir savaş bekleniyor ve bu savaş Türkiye sınırına yeni bir şekil vererek Türkiye’nin Suriye’ye müdahale olanaklarını kısıtlayabilir.

PYD henüz dış dünyaya ulaştırmasa da büyük miktarda petrol sahasını kontrolü altına aldı. Bir taraftan ABD’nin desteğini kısmen almış durumda, diğer taraftan Esad rejimi ile bağları kopmuş değil. AKP hükümeti PYD’yi zayıflatmak için çabalasa da sonuç alamadı. Hükümetin desteklediği gruplar PYD karşısında geriledi. Önümüzdeki dönemde, Türkiye ya ABD’nin değişen politikasına ayak uyduracak ya da Suudi Arabistan ve Katar gibi mevcut politikasına devam edip ABD’nin bunu kabul etmesi için ısrar edecek. AKP hükümeti devam ettiği sürece ikinci seçenek muhtemel görünüyor. Son günlerde havuz medyasındaki PYD anti-propagandası ve IŞİD güzellemeleri AKP’nin PYD’yi saf dışı bırakacak bir politikada ısrar edeceğini gösteriyor. Sınırın tamamen kapanması durumunda TSK’nın Suriye topraklarına girmesi ve savaşa doğrudan katılması gibi korkunç bir üçüncü bir olasılığın bulunduğunu da belirtmek gerekiyor.

Esad direniyor

Türkiye sınırında kritik gelişmeler yaşanırken bu cepheye en yakın Halep’in kuzeyinde ve Keseb’de tutunan Esad rejimi ağırlıklı olarak diğer cephelerde savaşmaya devam ediyor. Suriye ordusu bugüne kadar karşısındaki güçlerin beklemediği bir direnç gösterdi. Özellikle, kısa sürede Şam’a namaz kılmaya gitme beklentisindeki AKP’nin hiç beklemediği bir direniş oldu. Cihatçı kardeşlerine çok güvenen AKP, PYD konusunda olduğu gibi Esad rejiminin gücü konusunda da yanıldı. Suriye ordusu neredeyse beş yıldır direniyor. Tabii ki İran ve Rusya’nın desteği ve Lübnan Hizbullah’ının Suriye ordusunun yanında savaşa katılması Esad’ın ayakta kalmasında büyük öneme sahip.

Son günlerde Esad yönetiminin zayıfladığı haberleri sıkça duyulmaya başladı. Bunun büyük bir kısmı psikolojik harp olsa da Suriye ordusunun ağır kayıplar verdiği ve yorulduğu gözlemlenebiliyor. Sıkça duyulan diğer haber, Rusya’nın askeri danışmanlarını Suriye’den çekmesi ve bunun Esad’a desteğini sonlandırdığı anlamına geldiği yönünde. Fakat, Rusya’nın Akdeniz’deki yegane üssünden kolayca vazgeçebileceğine ve bunun pazarlığını yapabileceğine inanmak güç.  NATO ile ilişkileri bıçak sırtında ilerlerken Esad yönetiminden vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Rusya’nın desteğini çektiği görüşünün karşısında, bunun bir görev değişikliği olduğu ve İran ordusunun üst düzey komutanlarının bu süreçte devreye girerek Suriye ordusu için yeni bir strateji hazırladığı, Suriye ordusunun ağır kayıplar verdiği çete savaşını bırakıp büyük bir saha savaşına hazırlandığını savunan bir başka bilgi var. Kısa bir süre sonra hangisinin doğru olduğunu ve sonuçlarını göreceğiz.

Eğer yakın zamanda beklenen son savaşı Suriye ordusu kazanırsa, Ortadoğu’nun yeni düzeninde İran’ın ve Rusya’nın daha çok söz sahibi olmasını ve Lübnan Hizbullah’ının güçlenmesini bekleyebiliriz. NATO ve körfez ülkeleri buna engel olmak için her yolu denedi. Böyle bir sonuç onlar için çok ciddi bir yenilgi anlamına gelecek ve Ortadoğu’da ABD ve kuklalarının etkisinin azalmasına yol açacak.

Emperyalizmin çıkarları için kısa bir sürede neler yapabileceğini Suriye’de gördük. Ortadoğu barbarlığı yaşıyor. Yüzbinlerce kadın, erkek, çocuk vahşice katledildi. İnsanlar köle olarak satıldı. Milyonlarca mülteci hayatta kalma mücadelesi veriyor. Yaşanan bir din savaşı, inanç, mezhep savaşı veya diktatörlüğe karşı “Suriyeli devrimciler”in savaşı değil. UIluslararası sermayenin Ortadoğu’yu yeniden düzenleme saldırısı ve bir paylaşım savaşı. Bu barbarlığı sonlandırmak için öncelikle ABD’nin ve kuklalarının Ortadoğu’dan defedilmesi gerekiyor. Ortadoğu halklarının barış içerisinde bir arada yaşaması için başka bir yol yok. Bu noktada açıkça taraf olmak, Suriye ordusu ve onunla birlikte savaşan güçlerin yanında yer almak gerekiyor. PYD’nin bugün savaşın kazananlarından birisi olduğu açık. Fakat bu noktada PYD için de bir seçim yapma vakti yaklaşıyor.

Yeni Ukrayna

–İbrahim Devrim

Ukrayna’da Yanukovich hükümetinin devrilmesinin ve rejim değişikliğinin ardından bir yıldan fazla zaman geçti. Sonrasında patlak veren iç savaşta 7000’in üzerinde insan hayatını kaybetti.  Birçok katliam yaşandı. Şu sıralar ateşkes ilan edilmiş olsa da henüz hiçbir şey çözüme ulaşmış ve barış sağlanmış değil. İç savaş devam ediyor.

Savaşın tarafları

Savaşın tarafları genelde Rus yanlısı ve NATO-AB yanlıları olarak tanımlanıyor. Taraflar sadece Rusya ve AB yanlısı olarak ayrılamayacak kadar çeşitli olsa da bu tanım şu andaki güçler dengesi açısından yanlış değil. Ukrayna iç savaşı, Ukraynalıların kendi çatışmalarından kaynaklı bir savaş olmaktan daha çok Rusya ve NATO arasında Ukrayna coğrafyasında yaşanan bir savaş. Ukrayna’nın iç politikası dünyanın birçok bağımlı ülkesinde olduğu gibi tamamen büyük devletler tarafından belirleniyor. İç politikanın aktörleri Ukrayna’nın kendi farklılıklarından değil, büyük devletlerin politikalarına taraf olmakla ayrılıyor. Bir yıl önce yaşanan Euromaidan olayları ve sonrasındaki rejim değişikliği de açık bir biçimde NATO müdahalesi ile gerçekleşti. Hükümetin devrilmesinin ardından kurulan NATO kuklası rejim ile birlikte birçok değişim yaşandı. Ukrayna henüz resmi olmasa da NATO’nun bir parçası, Rusya’nın istikrarsızlaştırılması için kendini feda etmeye hazır bir NATO neferi haline geldi.

Savaşın diğer tarafı Rusya ise etkinlik alanına giren NATO’ya Kırım’ı alarak ve ülkenin doğusundaki ayaklanmaları destekleyerek cevap verdi. Rusya politikası bu savaştan doğrudan etkileniyor. Eğer Rusya Ukrayna’da yaşananlara seyirci kalsaydı rejim değişikliği Rusya için de ciddi bir tehdit haline gelebilirdi. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana Rusya etkinlik alanlarını kaybetti. Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkasya’da eskiden Sovyet Cumhuriyetleri olan ülkelerde şu anda NATO üsleri bulunuyor ve namlular Rusya’ya çevrilmiş durumda. Ukrayna gibi büyük bir kısmı geçmişte SSCB’ye ve Çarlık Rusya’sına ait olan toprakları NATO’ya teslim etmek Rusya için çok ağır bir yenilgi olur.

Rusya artık 90’ların Rusya’sı değil. Sovyetler Birliği’nin devamı için yapılan refaranduma dahi uymayıp Sovyetleri dağıtan Gorbaçov veya Demokratik Almanya’yı dans ederek NATO’ya teslim eden Yeltsin dönemi bitti. Sovyetler Birliği emekçileri bu  ihanet dönemlerini ağır bedeller ödeyerek  geçirdi. Putin rejimi, emperyalizmin vahşi sömürüsüne ve sömürgeleştirme çabalarına kısmen dur diyerek emperyalizm ile çelişkiler yaşıyor olsa da kapitalist olmanın bir sonucu olarak emperyalizme ekonomik bağımlılığı devam ediyor.  Bununla birlikte, mevcut Rusya rejimi kıyaslanamayacak ölçüde Sovyetler Birliği’nin gücünden uzak.

Yeni rejimin icraatları

Yeni rejimin yaptığı ilk işlerden biri Komünist Parti’yi yasaklamak oldu. Muhaliflerini susturamadığı müddetçe yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağının farkında olan yeni Ukrayna rejimi öncelikle komünistlere ve işçi sendikalarına saldırdı. Ukrayna’nın politik geleneğinde komünizmin, anti-faşist mücadelenin ve işçi sınıfının etkisi güçlü olduğu için öncelikle saldırılar buralara yöneldi. NATO rejimi Ekim Devrimi ve Sovyet geleneğini yok etmek için çok sayıda bulunan neo-Nazileri, faşistleri de kullanarak işçi örgütlerine, komünizme, Sovyetler Birliği ve Ekim Devrimi’nin mirasları olan anıtlara, heykellere saldırıyor.

Ukrayna’da son iki yılda 390 Lenin heykeli yıkıldı. Ukrayna’nın paramiliterleri ve neo-Nazileri güçlü oldukları bütün bölgelerde Lenin heykellerini yıkıyor. Ukrayna’da güçlü bir Nazi geleneğini var. Nazi işgalinde toplama kamplarında polis gücü olarak işbirlikçi Ukraynalı grupların kullanıldığını ve İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler ile işbirliği yapan Stepan Bandera gibi isimlerin son dönemde kahraman ilan edildiğini, heykellerinin dikildiğini belirtmek gerekiyor. Güçlerin dengede olduğu bazı bölgelerde komünistler Lenin heykellerini belirli sürelerde savunabildiler. Halk milislerinin olduğu bölgelerde ise Lenin heykelleri ayakta duruyor.

Lenin heykellerinin yıkılması yeni rejimin karakterini göstermesi açısından önemli. Lenin’i yıkmak faşistler için işçi sınıfının geleneğini silmek ve iktidarlarını pekiştimek anlamına geliyor. Diğer taraftan Lenin’i yaşatmak, anti-faşist mücadele geleneğini sürdürenler için hayati bir öneme sahip. Ekim Devrimi’ni yaşamış, Nazilere karşı uzun bir savaşın verildiği ve zaferin kazanıldığı bu toprakları faşistlere bırakmamak için Lenin’in ayakta kalması gerekiyor. Ulysses’s Gaze (Ulis’in Bakşı) ve Goodbye Lenin (Hoşçakal Lenin) filmlerini izleyenler Lenin’in Doğu Almanya ve Balkanlar’a sessiz ve hüzünlü vedasını hatırlar. Lenin heykellerinin kaldırılması bir dönemin hüzünle kapanışının simgesi oldu. Bu kez Lenin heykelleri sessizce kaldırılamıyor. Lenin’i yaşatmak için mücadele eden, Lenin heykellerini savunmak için savaşanlar var. Lenin tekrar ezilenlerin, sömürülenlerin, işçilerin mücadelesinde faşizme karşı bir mevzi olarak savunuluyor.

Odessa katliamı

Odessa büyük acıların, direnişlerin, yenilgilerin ve zaferlerin yaşandığı bir şehir. İşçi sınıfının tarihinde  önemli bir yeri var. Ekim Devrimi’ne giden en önemli adımlardan biri olan Potemkin İsyanı Odessa’da yaşandı. 1905 yılında Potemkin zırhlısında isyan eden askerler Odessa kıyısına demirleyererek işçilerin direnişine katılmış ve grevdeki işçilerin direnişi ile Potemkin İsyanı birleşmişti. Ordu, işçilerinin isyanını şiddetle bastırmış ve 6000 işçi katledilmişti. Lenin’in deyimiyle en haklı savaş olan devrim, Potemkin İsyanının ardından  Odessa’da başlamıştı. İsyan bastırılmış olsa da Ekim Devrimi’ne doğru en büyük adımlarından biri Potemkin İsyanı ile Odessa’da atıldı.

Odessa bugün de stratejik olarak en önemli şehirlerden biri. Rejim değişikliğinin ardından Odessa’da da kitle gösterileri başladı, fakat Ukrayna ordusu ve faşistler gösterileri şiddetle engelledi.  2 Mayıs 2014’te tarihin en büyük insanlık suçlarından biri Odessa’da işlendi. Sendika binasında 70 insan yakılarak öldürüldü. Yangından kaçmaya çalışan insanların üzerine ateş açıldı. Binanın içinde insanlar dövülerek öldürüldü. Avrupa-ABD basını Odessa katliamını Rusya yanlıları ve Ukrayna yanlıları arasındaki bir çatışma gibi gösterdi . Sivas katliamında tanık olduğumuz gibi basın, Rusya yanlılarının (sendika binası önünde gösteri yapan grubun) provakosyon yaptığı ve tahrikte bulunduğu gerekçesiyle katliamı aklamaya çalıştı. Göstericilerin kendilerini yanlışlıkla yaktıkları iddia edildi. Oldukça planlı bir biçimde yapılan katliam bu şekilde örtbas edilmeye çalışılıyor.

Katledilen sendikacılar Odessa’nın özgürleşmesi için ilk adımı attılar. Haklı bir savaş başlattılar. Ukrayna konusunda AB ne kadar propaganda yapsa da, Ukrayna faşistlerini ne kadar sevimli göstermeye çalışsa da er geç bu katliamı yapanlar ve destekleyenler kaybedecek. İkinci Dünya Savaşı’nda  Nazilerin yaptığı katliamlar, Potemkin İsyanında Çarlık ordusunun yaptığı katliam nasıl lanetlendiyse Odessa katliamı ve bu katliamı görmezden gelenler de lanetlenecek.

Ateşkes ve Minsk Anlaşması

Halk milislerinin doğuda bulunan Debaltsevo’da Ukrayna ordusunu bozguna uğratması ve kuşatma altına almasından sonra yeni rejim Minsk Anlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı. Ukrayna rejimi için açık bir yenilgi olsa da ABD, Debaltsevo kuşatmasının kalkması için yeni rejimi anlaşmayı taktiksel olarak kabul etmeye zorladı. Rusya ise Debaltsevo kuşatmasını kaldırmak istemeyen ve ilerlemek isteyen Donetsk ve Lugansk Cumhuriyeti halk milislerini Minsk Anlaşması’ndan alınan sözler karşılığında ikna etti. Şu anda verilen sözler tutulmuyor ve devam eden ateşkes çok uzun sürmeyeceğe benziyor. Ukrayna daha büyük bir savaşa hazırlanıyor. Minsk Anlaşması’na uymak şöyle dursun, yeni rejim hızla baskı yasaları çıkarmaya devam ediyor. Komünist Parti’nin yasaklanmasının ardından, kısa süre önce komünizme dair sembollerin kullanımı da yasaklandı. Sağ sektör lideri ve neo-Nazi olan Dmitry Yarosh silahlı kuvvetlerde iki numaralı isim oldu, neo-Nazi gruplar resmileştirildi ve polis statüsü verildi. Amerikan ordusunun 173. Hava İndirme Tugayı, nisan ayında Ukrayna’ya giriş yaptı. Ukrayna ordusu doğuda (Donbas) askeri yığınaklara hız verdi. Rusya Minsk Anlaşması’yla aldığı sözlere karşılık milisleri kuşatmayı kaldırmaya zorladı, ama sözlerin tutulması bir yana tam tersi gelişmeler yaşanıyor. NATO için Minsk Anlaşması’nın sadece askerlerini kurtarmak, kuşatmanın kaldırılması ve karşı saldırı için hazırlıkların tamamlanması gibi taktiksel bir anlamı olduğu geçen kısa sürede ortaya çıktı.

Diğer taraftan halk milisleri bu oyuna gelecek gibi görünmüyor. Rusya’nın yalpalaması, Putin rejimi için NATO’nun istediği rejim değişikliğinin tam tersine anti-emperyalist ve komünist bir muhalefetin büyümesi ve Rusya’da rejimin bu yönde değişmesinin dinamiklerini taşıyor. NATO, Ukrayna kanalıyla Rusya’da rejim değişikliği ararken Rusya’da tam tersi bir rejim değişikliği ile karşılaşabilir. Putin rejimi bu nedenle Ukrayna’daki krizi bir noktada engellemek ve NATO ile anlaşmak ve barış istiyor. NATO ise Putin rejimini değiştirmek için son noktaya kadar olanakları zorlayacak.

Komünizm ve Sovyetlerin yeniden inşası hem NATO hem de Putin rejimi için korku nedeni. Şu an için Ukrayna’da savaşan komünistlerin gücü sınırlı olsa da Lenin’in hayaletinin bölgede tekrar dolaşmaya başlaması öncelikle Ukrayna’da, sonrasında Rusya’da ve tüm bölgede Sovyetlerin tekrar hatırlanmasına neden oluyor. Garip bir tesadüf; Ukrayna’da Lenin heykelleri yıkılırken 1991 yılında Berlin’de yıkılan ve 100’den fazla parçaya ayrılarak toprağın altına gömülen  Lenin heykeli 25 yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkarılıyor. Lenin yaşıyor.