Halep’te zafere doğru

 

— İbrahim Devrim

 

Emperyalizm ve bölgedeki kuklaları Suriye ordusunun Halep’te ablukaya aldığı cihatçıları kurtarmak için çırpınsalar da Suriye ordusunun ilerleyişi devam ediyor. Halep çok kısa bir süre içerisinde Suriye ordusunun zaferine sahne olacak. ABD, cihatçılarını kurtarmak için elinden ne geliyorsa yaptı. Zaman kazanmak amacıyla her zaman yaptığı gibi ateşkes çağrılarını tekrarladı. Ateşkes çağrıları karşılıksız kalınca, Suriye ve müttefiklerine tehditler yağdırdı. Yine sivillerin hedef alınması, hastanelerin vurulması gibi yalan haberler ardı ardına yayınlanarak özellikle Suriye rejimine destek verebilecek ülkeler üzerinde baskı oluşturulmaya çalışıldı. Kuşatma altındaki El-Nusracıları kurtarmak için Eyfel kulesi bile karartıldı. Tüm çabalar karşılıksız kalınca ve Halep’i kaybedeceklerini anlayınca, önce AB ardından ABD, cihatçılar Halep’te kaybetseler de savaşı devam ettireceklerini ilan ettiler. Bu açıklamalar savaşın Halep zaferiyle bitmeyeceğini, emperyalizmin bölgeyi kana bulamaya devam edeceğini gösteriyor. Diğer taraftan, Halep’in kurtarılması nihai zafer anlamına gelmese de emperyalizm Halep’te yenildi. Suriye’de emperyalistlerin bozguna uğratıldığı en önemli ve büyük cephe olan Halep’te kazanılan bu zaferin çok büyük, tarihi bir zafer olduğu tartışma götürmez.

Suriye halkının direnişi emperyalizmi gerileterek şimdiden çok büyük kazanımlar elde etti. Rejiminin beş yıldır yıkılamamış olması emperyalizm ve kuklalarının bölgedeki hegemonyasını sorgulanabilir kıldı. Gerçeklerin açığa çıkmasına olanak sağladı ve emperyalizmin yalanlarını gözler önüne serdi. Bize saygın basın kuruluşları olarak yutturulmaya çalışılanların yalanları öylesine ortaya saçıldı ki itirazlara cevap verme kaygılarını mecburen bir kenara bıraktılar. Artık özensiz bir biçimde kendilerini besleyenleri mutlu etmek için küçük bir sorgulamayla yalan olduğu anlaşılabilecek kurgularla kara propagandaya devam ediyorlar. Çok daha fazla insan için geri dönülmez biçimde, güvenilir haber kaynakları olmaktan çıkmış durumdalar ve kitleler üzerindeki etkilerini giderek kaybediyorlar.

Suriye halklarının direnişi bölgede emperyalizmin planlarını bozdu. Suriye rejimi yıkılmadıkça, Suriye’deki yıkımın psikolojik ve politik liderliğini yapan Batılı liberallerin ve ortakları siyasal İslamcıların prestiji azaldı. Suriye’de direnişin sürmesiyle her geçen gün daha fazla yalanın ortaya çıkması liberallerin güvenilirliğini azalttı. Liberallerin sözcülüğünü yapan birçok basın kuruluşu, yardım kuruluşu, vakıf, siyasi parti vs. itibarını giderek daha fazla kaybediyor. Bunun sonucu olarak Suriye rejiminin yıkılması için kamuyou oluşturamıyorlar. Tam tersine Suriye’de akan kanın sorumlusu oldukları için kamuoyu baskısını kendi üzerlerinde hissediyorlar.

Burjuva demokrasisinden dahi söz edilemeyecek rejimleri yöneten siyasal İslamcıların iktidarları sarsılmadığı sürece yalanlarının ortaya çıkmasından kaygı duymalarını ya da kamuoyu baskısından endişelenmelerini gerektirecek bir durum yok. Fakat savaşı kaybettikçe, hem karşılarındaki muhalefet büyüyor hem de uluslararası sermayenin gözünde değersizleşiyorlar. AKP, Müslüman Kardeşler, Suudi ve körfez rejimleri Suriye direndikçe zayıflamaya devam ediyor. Dengeler değiştikçe uluslararası sermaye için vazgeçilecek, rafa kaldırılacak projeler haline geliyorlar. Bu nedenle, varlıklarını emperyalizme borçlu olan AKP, Müslüman Kardeşler gibi hareketler iktidarlarını koruma refleksiyle emperyalizm ile zaman zaman anlaşmazlıklar yaşayabiliyor.

Halep zaferi sadece Suriye halkı için değil Türkiye halklarının da dahil olduğu Ortadoğu haklarının baskıcı ve emperyalizmin çıkarlarına hizmet aşkıyla hareket eden iktidarlardan kurtulması için de önemli bir adım olacak. Halep’te emperyalizmin yenilmez olmadığını gördük. Ezilen halklar ve emekçiler emperyalizme karşı mücadele ettiklerinde emperyalizmi yenilgiye uğratabileceklerini Halep’te tekrar gördüler. Bu nedenle Halep zaferi çok önemli ve tüm dünyadaki ezilen halklar açısından da zafer anlamına geliyor. Halep’in ardından tüm Suriye’de emperyalizmin yenilgiye uğratılması ezilen bölge hakları ve işçi sınıfı için yeni bir umut olacak. Suriye emekçilerinin emperyalizmi ülkelerinden defetmeleri Vietnam zaferi gibi tüm dünya emekçilerine ilham verecek.

Rusya 1991 öncesi SSCB değil, yani ABD emperyalizmine karşı Vietnam’ın ulusal kurtuluş mücadelesini destekleyen devlet değil, ama gene de kendi çıkarları gereği olsa da Körfez devletleri ile birlikte Suriye’de ve Yemen’de insanlık suçları işleyen ikiyüzlü ABD ve AB emperyalistlerine göre Ortadoğu’da daha “açık” bir siyaset izliyor. Her türlü emperyalist saldırganlığı yaptıktan sonra Haleplilerin yaşadıkları sözde “insani dramı” kullanmaya çalışmıyor. Ve tabii ki Esad yönetimi de Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi değil, ama mevcut durumda Suudi Arabistan, Türkiye, İsrail gibi emperyalizmin güdümündeki ülkelerin düşmanı olmaya devam ediyor.

Avrupa’daki “göçmen krizi” üzerine: “Sınırları hemen koşulsuz olarak açın!”

— Dominique Ferré

[Not: Aşağıdaki makale, Fransa’daki Demokratik Bağımsız İşçi Partisi’nin (POID) haftalık gazetesi Tribune des Travailleurs’ün (İşçi Kürsüsü) 9 Mart 2016 tarihli 29. sayısından alınmıştır.]

Avrupa Konseyi başkanı Donald Tusk, göçmenleri işaret ederek “Avrupa’ya gelmeyin!” açıklaması yaptı. Sanki yüzlerce erkek, kadın ve çocuk kendi istekleriyle göçmek için yollara dökülmüş gibi!

Bu sözlerin edilmesinin ardından hızla Avrupa Konseyi Başkanının talimatları fiiliyata geçirildi: Makedon polisi, savaşlar ve IMF planlarıyla talan edilen ülkelerinden kaçan mülteci aileleri, yakın mesafeden göz yaşartıcı gaz bombaları atarak karşıladı. Bu olay, ülkelerinden Suriye ve Afganistan’daki savaşlar nedeniyle sürülen mültecilerin toplandığı, “Sınırları açın!” haykırışlarının çınladığı Makedonya-Yunanistan sınırında gerçekleşti.

“SİZİN yarattığınız barbarlıktan kaçan bu erkek, kadın ve çocuklara kapıları açın!”

Evet: “Sınırları açın! Sizin yarattığınız barbarlıktan kaçan bu erkek, kadın ve çocuklara kapıları açın!” Bu, işçi hareketinin ortak talebi olmalıdır. Bu talep, “tiranlara savaş ilan eden” ve zulüm kurbanlarına sığınma hakkı tanıyan Fransız Devrimi’nin mirası ile tutarlı temel demokratik bir taleptir. Sonuç olarak, hayatlarını tehlikeye atarak Ege Denizi’ni geçen ve binlerce mili yürüyerek kat eden, her türlü mafyatik “kaçakçı” tarafından ellerinde avuçlarında ne varsa çalınan yüz binlerden oluşan mülteci dalgasından kim sorumlu?

“Toplu göçün esas sebebi savaştır!”

International New York Times, 1 Mart 1 2016 tarihli başyazısında “Suriye, Irak ve Afganistan’daki savaş ve Ortadoğu’da ve Afrika’daki baskı ve ekonomik güçlükler birçok insanı Avrupa’ya ulaşmayı denemeye zorluyor” diye yazdı. Bir önceki sayımızda [Tribune des Travailleurs/İşçi Kürsüsü] Afganistan Radikal Solu’ndan bir militan, “ülkemizde Büyük Güçler’in sebep olduğu ve yıllardır sürdürdüğü savaş, bu toplu göçün temel sebebi” diye açıkladı. Bu koşullar altında, savaşı çıkaranlardan – Afganistan’ı, Irak’ı ve Suriye’yi yıkan ve enkaz altında bırakanlardan – en azından mültecileri onurlu bir biçimde karşılamalıları beklenmeli, öyle değil mi? Ama hayır, buna “Hiç gerçekçi değil, mülteci akını hiçbir zaman bitmeyecek!” denilerek itiraz edilecektir.

Bütün emperyalist müdahalelerin bir an önce sonlandırılması için!

İşçi hareketi bu itiraza açık seçik biçimde yanıt vermelidir: “Göçmen krizi” barbar emperyalist savaşların ve müdahalelerin sonucudur. Şurası bir gerçek ki Fransa Başkanı François Hollande’ın beş yıllık görevi süresince rekor sayıda yabancı askeri müdahaleye (Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Irak, Suriye ve Afganistan’ın devam eden işgali) tanıklık edildi. Yüz binlerce kadın ve erkeğin savaştan kaçmasına son verebilmek, bütün emperyalist müdahalelere derhal son verilmesini gerektirir! ABD, Fransa, İngiltere ve diğer ülkeler müdahale ettikleri bütün ülkelerden askeri birliklerini hemen geri çekmelidir! Büyük Güçlere vekâlet eden – Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi – Suriye’yi kana bulayan silahlı gruplara silah tedarik eden güçler tarafından yapılan bütün müdahaleler son bulmalıdır.

Hepsini kabul etmemiz “mümkün değil”

Fakat bütün Avrupa ülkeleri felaket bir sosyal durum içindeyken bütün bu insanları ağırlamak nasıl mümkün olabilir diye sorabiliriz. Sonuç olarak “Dünyadaki bütün sefaleti ağırlayamayız” diyen “sosyalist” başkan Michel Rocard değil miydi? Ve Yunanistan hükümeti on binlerce mülteciye sığınma sağlayabilmek için gerekli olan finansmanı sağlamaktaki yetersizliğini henüz açıklamadı mı?

Ancak Yunan hükümeti, Avrupa Birliği ve IMF’nin Yunan halkını yoksulluk içine batmaya devam etmeye mahkûm eden bütün direktiflerini uygulamayı kabul ederken bunun için – ya da herhangi bir başka şey için – nasıl finansman sağlayabilir? “Göçmenler için hiç kaynak yok” ya da bize böyle söylendi. Fakat gerçek şu ki Avrupa Birliği ve IMF’nin tasarruf planlarının demir ökçelerinin altında hiç kimse için kaynak yok; Yunanistan, İtalya, Polonya ve diğer ülkelerin halkları ve işçilerinin ihtiyaçlarına hitap edecek hiçbir kaynak yok.

İhtiyaç; “Memorandumlar”ın, “Yükümlülük Anlaşmaları”nın ve kapitalistlerin ve spekülatörlerin milyarlarca avroluk kurtarma hibelerinin sonlandırılmasıdır; ancak bunun ardından herkes için finansman sağlanır! Bu, Avrupa çapındaki bütün işçi örgütlerinin ortak pozisyonu olmalıdır!

Bizi bölmelerine izin vermeyelim!

Makedon polisi mültecileri dağıtırken, Fransız polisi Avrupa’nın en büyük gecekondu bölgesi olan Calais’teki [ç.n.- Kuzey Fransa’da önemli bir liman. Channel Tüneli’nden feribotlarla İngiltere’ye giriş noktası.] sözde “karışıklığı” buldozerlerle yerle bir ediyordu. (Elbette bu sadece yeni gecekondular kurulmasıyla sonuçlanacak.) On yıllardır süren sanayisizleştirmenin çalışan nüfusu işsizlerin saflarına (resmi rakam yüzde18) ittiği Calais’te maceraperestler faşist kampanyaları teşvik ediyor.

“Böl ve yönet” Roma İmparatorluğu’ndan bu yana yöneticilerin düsturu olageldi. Calais’teki Demokratik Bağımsız İşçi Partisi’nden (POID) yoldaşların deyimiyle: “Bizi bölmelerine izin vermeyelim! Burada iş kanunlarına karşı toplumsal bir savaş örgütleyenlerle orada bombalarıyla insanları ezenler aynı hükümetlerdir!”

Her zamankinden daha çok, savaş ve sömürünün asıl müsebbibi olan kapitalist sistem karşısında işçi sınıfının uluslararası dayanışma bayrağını yükseltme zamanıdır. Her zamankinden daha fazla “Dünyanın bütün işçileri, birleşin!”

“Uygar” Avrupa’nın kalbindeki barbarlık

Ocak 2016’nın sonunda Europol tarafından belirlenen rakamlara göre, Avrupa’ya geldiklerinden bu yana mülteciler arasından on bin çocuk “kayboldu”. “Kayboldu”? Bu terim biraz riyakârca: Her türlü fuhuş ve diğer suç faaliyetleri üzerinden kolayca para kazanan ve çürüyen kapitalist sistemde yıldızı parlayan mafya şebekelerince kaçırıldılar.

Eurostat sığınmacıların savaştaki ülkelerden geldiğini “keşfedince”…

Avrupa çapındaki istatistik toplayan Eurostat 4 Mart’ta, 2015 yılında 1.2 milyon insanın Avrupa Birliği üyesi ülkelere sığınma başvurusu yaptığını yayınladı. Bu rakam, 2014’te yapılan başvuruların iki katı. Bu sığınmacılar nereden geliyorlar?

2015’te sığınmacıların 362,800’ü Suriye’den (2014’tekinin iki katı), 178,200’ü Afganistan’dan (2014’tekinin dört katı) ve 121,500’ü Irak’tan (2014’tekinin yedi katı) geldi. Bu ülkeler birbiri ardına ABD’nin liderliğindeki yabancı askeri müdahaleye maruz kalan ülkeler.

Irak: İlk olarak 1991’de savaş vardı ve ardından 10 yıl süren tahammül edilmez BM ambargosu geldi. Daha sonra 2003’te ikinci savaş geldi ve ardından 10 yıl süren işgalle devam etti ve 2015’te üçüncü askeri operasyon başladı.

Afganistan: İlk olarak 2001’de NATO askeri müdahalesi gerçekleşti ve o zamandan beri işgal ve savaş son bulmadı.

Suriye: Son beş yılda ABD’nin bölgedeki müttefikleri Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar üzerinden kışkırttığı iç savaşla tahrip edildi. Mart 2015’te ABD’nin sivil toplum örgütü Sosyal Sorumluluk Taşıyan Doktorlar (PSR) George W. Bush’un 2001’de başlattığı “Terörizmle Savaş”ın başladığı günden bu yana en az 1.3 milyon sivilin öldürüldüğünü tahmin ediyor. Londra’da yayınlanan The Guardian’da gazeteci olan Nafeez Mosaddeq Ahmed köşesinde kurbanların sayısının 4 milyona yaklaştığı tahminini yaptı.

O halde, “Göçmenlerin dramı”ndan sorumlu olanların isimleri belli: Bush, Obama, Sarkozy, Hollande, Cameron, Merkel, aynı zamanda bunların hükümetleri ve NATO liderleri.

Suriye’de Büyük Savaşa Doğru

— İbrahim Devrim

Suriye’de ve Ortadoğu’da dengeler hızla değişiyor.  Birkaç yıl öncesinde Esad’ı devirmek üzere emperyalizmin toparladığı gruplar arasına, Cenevre toplantılarına kabul edilmeyen PYD, şu anda Suriye’deki savaşın belki de en önemli unsuru olmuş durumda. Bu toplantılarda Kürtleri temsil ediyormuş gibi yapması için kurulan tabela partilerinin veya ithal cihatçı çetelerin aksine gerçekten bu topraklarda kökleri olan tek örgüt PYD-YPG/J olmasına rağmen durum böyleydi. PYD bir taraftan Türkiye, diğer taraftan Barzani’nin KDP’si tarafından izole edilmişti. KDP bir hayli ileri giderek PYD’ye karşı Rojava’da ayaklanma örgütlemeyi bile denedi. Diğer taraftan Suriye rejiminin yıkılmaması ve savaşın ilk yıllarında PYD’ye destek vermesi, Rojava’da PYD’nin önemli bir güç olmasına yardım etti. PYD köklü bir örgüt. Bu süreçte savaş şartlarına uyum sağladı ve bölgeyi kontrol eden bir güç olmayı başardı.

PYD Kobane’de ve ardından Tel Abyad’da koşulların değişmesinin getirdiği olanakları değerlendirdi ve büyük zaferler kazandı. ABD’nin Suriye’de uyguladığı cihatçı grupları destekleyerek Esad’ı devirme politikasının çökmesinde Kobane direnişinin büyük rolü oldu. Aynı zamanda bu politikanın çöküşü PYD için yeni olanaklar yarattı.  ABD cihatçı gruplara hala destek verse de savaşın ilk yıllarında izlediği politikanın son dönemde ciddi biçimde değiştiği (ABD kabul etmese de) anlaşılıyor.  ABD’nin önceki dönemde PYD’yi yok sayma politikasının aksine bugün havadan destek veriyor olması bu değişimin bir göstergesi.

Cihatçı çetelerden aradığını bulamayan yani bu çeteler ile Suriye’de rejimi deviremeyen ABD, PYD’yi Esad rejiminin karşısındaki safa çekmek için bu desteği veriyor. Fakat bu sınırlı destek ile birlikte IŞİD  ABD tarafından kullanılan bir sopa olarak bölgede kalmaya devam edecek gibi görünüyor. PYD veya Irak rejimi ile çelişkiler yaşanması durumunda IŞİD’nin tekrar Kürtlerin yaşadğı bölgelere saldırması olasılık dahilinde. Bu anlamda IŞİD’in varlığı ABD’nin oldukça işine yarıyor. IŞİD’in saldırdığı bölgeler, Musul’da açıkça yaşandığı gibi ABD yardımına muhtaç kalıyor ve tabii ki yardım almanın bir bedeli var.

AKP Türkiye’nin yeni komşusundan rahatsız

Türkiye sınırındaki gelişmeler, özellikle PYD’nin pozisyonu Türkiye’nin politikasını etkiliyor. Kürtlerin Suriye’de önemli bir güç olması kaçınılmaz olarak Türkiye’deki Kürt sorununu da farklı bir boyuta taşıyor. Türkiye sınırının büyük kısmının YPG/J tarafından kurtarılmasının ardından IŞİD için önemli bir tedarik hattı kapandı. Fakat, hala IŞİD’in Türkiye ile sınır hattı var ve tedarik hattı tamamen kapanmış değil. Kısa vadede PYD’nin bu hattı ele geçirme ve tüm ikmal yolunu kapatma ihtimali yüksek. Yakın zamanda yeni bir savaş bekleniyor ve bu savaş Türkiye sınırına yeni bir şekil vererek Türkiye’nin Suriye’ye müdahale olanaklarını kısıtlayabilir.

PYD henüz dış dünyaya ulaştırmasa da büyük miktarda petrol sahasını kontrolü altına aldı. Bir taraftan ABD’nin desteğini kısmen almış durumda, diğer taraftan Esad rejimi ile bağları kopmuş değil. AKP hükümeti PYD’yi zayıflatmak için çabalasa da sonuç alamadı. Hükümetin desteklediği gruplar PYD karşısında geriledi. Önümüzdeki dönemde, Türkiye ya ABD’nin değişen politikasına ayak uyduracak ya da Suudi Arabistan ve Katar gibi mevcut politikasına devam edip ABD’nin bunu kabul etmesi için ısrar edecek. AKP hükümeti devam ettiği sürece ikinci seçenek muhtemel görünüyor. Son günlerde havuz medyasındaki PYD anti-propagandası ve IŞİD güzellemeleri AKP’nin PYD’yi saf dışı bırakacak bir politikada ısrar edeceğini gösteriyor. Sınırın tamamen kapanması durumunda TSK’nın Suriye topraklarına girmesi ve savaşa doğrudan katılması gibi korkunç bir üçüncü bir olasılığın bulunduğunu da belirtmek gerekiyor.

Esad direniyor

Türkiye sınırında kritik gelişmeler yaşanırken bu cepheye en yakın Halep’in kuzeyinde ve Keseb’de tutunan Esad rejimi ağırlıklı olarak diğer cephelerde savaşmaya devam ediyor. Suriye ordusu bugüne kadar karşısındaki güçlerin beklemediği bir direnç gösterdi. Özellikle, kısa sürede Şam’a namaz kılmaya gitme beklentisindeki AKP’nin hiç beklemediği bir direniş oldu. Cihatçı kardeşlerine çok güvenen AKP, PYD konusunda olduğu gibi Esad rejiminin gücü konusunda da yanıldı. Suriye ordusu neredeyse beş yıldır direniyor. Tabii ki İran ve Rusya’nın desteği ve Lübnan Hizbullah’ının Suriye ordusunun yanında savaşa katılması Esad’ın ayakta kalmasında büyük öneme sahip.

Son günlerde Esad yönetiminin zayıfladığı haberleri sıkça duyulmaya başladı. Bunun büyük bir kısmı psikolojik harp olsa da Suriye ordusunun ağır kayıplar verdiği ve yorulduğu gözlemlenebiliyor. Sıkça duyulan diğer haber, Rusya’nın askeri danışmanlarını Suriye’den çekmesi ve bunun Esad’a desteğini sonlandırdığı anlamına geldiği yönünde. Fakat, Rusya’nın Akdeniz’deki yegane üssünden kolayca vazgeçebileceğine ve bunun pazarlığını yapabileceğine inanmak güç.  NATO ile ilişkileri bıçak sırtında ilerlerken Esad yönetiminden vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Rusya’nın desteğini çektiği görüşünün karşısında, bunun bir görev değişikliği olduğu ve İran ordusunun üst düzey komutanlarının bu süreçte devreye girerek Suriye ordusu için yeni bir strateji hazırladığı, Suriye ordusunun ağır kayıplar verdiği çete savaşını bırakıp büyük bir saha savaşına hazırlandığını savunan bir başka bilgi var. Kısa bir süre sonra hangisinin doğru olduğunu ve sonuçlarını göreceğiz.

Eğer yakın zamanda beklenen son savaşı Suriye ordusu kazanırsa, Ortadoğu’nun yeni düzeninde İran’ın ve Rusya’nın daha çok söz sahibi olmasını ve Lübnan Hizbullah’ının güçlenmesini bekleyebiliriz. NATO ve körfez ülkeleri buna engel olmak için her yolu denedi. Böyle bir sonuç onlar için çok ciddi bir yenilgi anlamına gelecek ve Ortadoğu’da ABD ve kuklalarının etkisinin azalmasına yol açacak.

Emperyalizmin çıkarları için kısa bir sürede neler yapabileceğini Suriye’de gördük. Ortadoğu barbarlığı yaşıyor. Yüzbinlerce kadın, erkek, çocuk vahşice katledildi. İnsanlar köle olarak satıldı. Milyonlarca mülteci hayatta kalma mücadelesi veriyor. Yaşanan bir din savaşı, inanç, mezhep savaşı veya diktatörlüğe karşı “Suriyeli devrimciler”in savaşı değil. UIluslararası sermayenin Ortadoğu’yu yeniden düzenleme saldırısı ve bir paylaşım savaşı. Bu barbarlığı sonlandırmak için öncelikle ABD’nin ve kuklalarının Ortadoğu’dan defedilmesi gerekiyor. Ortadoğu halklarının barış içerisinde bir arada yaşaması için başka bir yol yok. Bu noktada açıkça taraf olmak, Suriye ordusu ve onunla birlikte savaşan güçlerin yanında yer almak gerekiyor. PYD’nin bugün savaşın kazananlarından birisi olduğu açık. Fakat bu noktada PYD için de bir seçim yapma vakti yaklaşıyor.

Foti Benlisoy’a cevap

— Doğan Fennibay

Foti Benlisoy’un kobanê ve abd: “emperyalist haydutlardan patates ve silah almak” başlıklı makalesini okuduktan sonra kısa bir cevap verme gereği duyduk.

Metnin Lenin ve Troçki’nin pozisyonlarından verdiği örnekler[1] şunlar:

  • Lenin’in Alman emperyalizminin Sovyet iktidarına yönelik yakın askeri saldırı tehdidine karşı Fransız ve İngiliz emperyalizminden yardımı kabul etmek yönündeki görüşü
  • Troçki’nin II. Dünya Savaşı öncesi dönemde Belçika’da farazi bir devrim durumunda Nazi Almanya’sının ona saldırmasına karşılık Fransız emperyalizminden yardım istenebileceği görüşü
  • Troçki’nin yine farazi olarak Fransız emperyalizmine karşı ayaklanan Cezayir halkının faşist İtalyan emperyalizminden yardım kabul edebileceği görüşü

Marksizm, fıkıhtan farklı olarak, basit kıyas yöntemini kullanmakla yetinmez. Diyalektik yönteme sadık kalmak için bu örnekleri doğrudan almak değil, içlerindeki öz fikri kavrayıp yeni durumlara uygulamak gerekir.

Tüm bu metinlerdeki öz, emperyalist olmayan bir tarafın (proleter devrimi yahut ulusal devrim) emperyalist iki tarafın arasındaki çelişkiden faydalanmasıdır. Öz, budur, zira Marksizm nasıl tahlilini ezen ve ezilen sınıflar temeline dayandırıyorsa ülkeler düzeyindeki tahlilini de ezen (emperyalist) ve ezilen (sömürge, yarı-sömürge) ülkeler temeline dayandırır:

Komünist Partisi (…) mali sermaye ve emperyalizm döneminde özgü olan, dünyanın toplam nüfusunun muazzam çoğunluğunun, en zengin, en ileri kapitalist ülkelerdeki küçük bir azınlık tarafından sömürgeleştirilmesi ve mali bakımdan köleleştirilmesini gizleyen burjuva-demokratik yalanlara karşı, ezilen, bağımlı, eşit haklara sahip olmayan uluslarla ezen, sömüren, bütün haklara sahip uluslar arasında aynı netlikte bir ayrımı ön plana çıkartmalıdırlar. (Lenin, “Milliyetler ve Sömürge Sorununa İlişkin İlkeler”, 1920, III. Enternasyonal Belgeler 1919-1943, Belge Yayınları, Ekim 1979) (vurgu bizim)

Devrim, emperyalist güçlere ‘hayır, siz birleşin, ben hepinizle birden mücadele edeyim’ veya ‘siz kiminle kavga ederseniz edin, ben üçüncü cephe olacağım’ deme lüksüne sahip değildir. Devrimci Marksistler şekilci ahlakçılık uğruna devrimi yokuşa sürmezler.

Asıl meseleye gelirsek: Kobanê’de hangi iki emperyalist güç çatışıyor da Kürt Hareketi bu çatışmadan ABD yardımı alarak yararlanıyor? Bir taraf ABD ve onunla ittifak içindeki Avrupa emperyalistleri. Öbür tarafın kim olduğunu Lenin ve Troçki açık açık belirtirken Benlisoy niye hiç yazmamış? Bu tali bir mesele mi?

Peki, öbür emperyalist taraf kim diye biz tahmin edelim. İD mi, Suriye mi, Türkiye mi, İran mı? Bunları gülünç alternatifler olarak geçelim. Yoksa Rusya mı? Ama Rusya İD’yi uzaktan yakından, hele hele ABD ile kıyaslandığında hiç, desteklemediği gibi bir emperyalist ülke olması da olanaksız, zira çürüyen kapitalizm çağında yeni bir kapitalist ülke, hele hele bir emperyalist ülke kurulması da olanaksız.

Bundan 1,5 sene evvel Benlisoy’un çizgisi olan Suriye’deki “üçüncü seçenek” politikasını ahlaki temellere dayandırmakla eleştirmiştik. Şimdi baktığımızda pragmatik bir çizgiye geçtiğini görüyoruz. Bu değişim; Almanya’da sosyal demokrasiyle her türlü ittifakı reddedip “üçüncü dönem” ve “sosyal faşizm” çizgisi izleyerek Nazileri iktidara taşıyan Stalinist bürokrasinin sonra Fransa’da burjuvaziyle dahi ittifakı içeren halk cephesi politikasına sarılmasına çok benziyor.

Kobanê halkı şüphesiz çok zor durumda. Ancak onu bu zor duruma düşüren emperyalizmin İD vd. aracılığıyla Suriye’de yürüttüğü emperyalist savaş ve kurtuluş da bu sebeple ancak (III. Enternasyonal’in ilk dört kongresinde geliştirilen) antiemperyalist birleşik cephe taktiğiyle mümkün. İçinde mücadele yürüttüğümüz İKP 1 Ekim’de bölgede emperyalizmin saldırısına maruz kalan tüm güçleri birliğe çağırırken[2] bu temel üzerinde hareket ediyordu.

Benlisoy’dan yaklaşık beş hafta önce kendisiyle aynı uluslararası akıma (Birleşik Sekretarya) mensup Danimarka milletvekili Michael Voss Irak’taki askeri müdahaleye Danimarka’nın dahil olmasına onay vermesini yine Lenin’in Şubat Devrimi’nin ardından Rusya’ya dönebilmek için Alman emperyalizmiyle bir uzlaşmaya gittiği örneğiyle meşrulaştırmaya çalıştı.[3] Yine iki emperyalist güç (dönemin emperyalist Rusya’sı ve Almanya) arasındaki çatlaktan yararlanmaya çalışan bir devrimci ve yine bunun ezilen bir ülkeye emperyalist bir müdahaleyi meşrulaştırmak için kullanılması… Benlisoy’un tavrı bireysel veya tesadüf değil, Birleşik Sekretarya’nın alamet-i farikasıdır ve IV. Enternasyonal tüm dünyada bu gerici merkezci çizgiye karşı mücadelesini devam ettirecektir.

————

[1] Benlisoy’un verdiği örnekleri olduğu gibi aldık ancak özenli bir yazarın alıntılarını kaynak ve tarih göstererek yapması gerektiğini hatırlatalım.

[2] İKP, “Ortadoğu Cehenneminde Kürt Halkının Katline HAYIR!”, 1 Ekim 2014.

[3] M. Voss, “Why Danish leftists supported military aid to Iraq”, International Viewpoint, 15 Eylül 2014.