Uluslararası İşçi Delegasyonu’nun Yunanistan Ziyareti Değerlendirmeleri: Avrupa Birliği Kuşatması Altında Yunanistan

–İbrahim Devrim

Yunanistan’daki ekonomik ve siyasi kriz ile birlikte yaşanan büyük kitle hareketleri öncelikle Avrupa’da ve ardından tüm dünyada yankı yarattı. Yükselen işçi hareketi, AB kararlarını uygulayan hükümetlerin devrilmesi, Syriza’nın ilk seçim zaferi, refarandum ve son olarak Syriza’nın yeniden hükümet olması tüm dünya solunun dikkatini Yunanistan üzerine çekti. Kasım ayında Uluslararası İşçi Delegasyonu ile Yunanistan’da bazı toplantı ve ziyaretlere katılarak geçmiş deneyimleri öğrenme ve mevcut durumu gözlemleme olanağı bulduk. İlk ziyaretimizi Yunanistan Orta Öğretim Sendikası (OLME)’ye yaptık. Burada yüzyirmibin üyesi olan sendikanın 90 yıllık tarihindeki ilk kadın başkanı Eleni Zografaki ve diğer sendikacıların değerlendirmelerini dinledik.

greece delegation

OLME- Eleni Zografaki’nin değerlendirmeleri

Temmuz(2015)’dan önce kemer sıkma politiklarını reddetmek için olanak vardı. Bu yaz aylarında durumun çok zor olduğunu gördük. Şimdi III. Memorandum uygulanıyor ve işler artık daha zor. Orta öğretimde öğretmen açığı var. Sanat dersleri gibi özel alanlardaki eğitimler bütçe kısıntıları nedeniyle azaltıldı. Eskiden okullarda bulunan hemşire ve doktorlar bütçe kısıntısı nedeniyle artık yok. Sınıf mevcutları 20 öğrenciden 25-30 öğrenciye çıktı. Küçük adalarda bu durum çok daha kötü. Artık daha az öğretmen ve daha çok öğrenci var. Bazı okullarda Balkan ülkelerinden gelen mülteci öğrenciler ile aynı dili konuşan öğretmenler vardı, bu uygulama kalktı. Okullar artık saat 2’de bitiyor. Okulların yerel yönetimler ile ilişkileri çok azaldı. Bakanlığa, merkeze bağlılar. Eğitim Bakanlığı aynı zamanda Din Bakanlığı.

Yunanistan’ın kemer sıkma politikalarını reddetmesine AB sendikalarından güçlü destek gelmedi. ETUC‘a bağlı büyük sendikalar referandumda “evet” oyunu savundu ve referandumdan çıkan “hayır” sonucunu kınadı. Eylül’de ETUC toplandı. Kemer sıkma ile mücadele etme kararı aldı. Fakat bu Yunanistan’ın bu politikalardan kopuşunu kınamaları ile bir çelişki oluşturuyor. Sendika liderliğinin bir kısmı AB’nin Yunanistan’a karşı tutumunu destekledi. Böyle olmakla birlikte bazı AB sendikaları Yunanistan halkı ile dayanışmalarını açıkladı.

Soru: Yunanistan halkı kemer sıkmaya dur demişti. Neden olmadı?

Diğer Avrupa ülkelerinden destek gelmedi. Syriza Hükümetinin ilk 6 ayında (Ocak-Temmuz 2015) AB ülkelerinden destek gelmedi. Sadece Güney Avrupa ülkelerinden, İtalya, İspanya ve Portekiz’den destek geldi.

Soru: Sendika liderlikleri çağrı yapabilir ama bu tabanı genelde etkilemez. ETUC’un mektubu ve çağrısı nasıl etkiledi?

Öyle olmadı. ETUC’un çağrısı tabanı etkiledi.

Yunanistan bankalarının yarısı Londra’da. Bunlar kontrol edilemiyor. Rusya bankaları da böyleydi ama Rusya artık Londra’daki bankaların paylarını geri çekiyor. I. ve II. Memorandum’da bankaların yarısına AB tarafından ipotek konuldu. AB’den çıkalım ama bunu ilk kim yapacak? Senkronizasyon gerekiyor. Bütün bu zenginlik emekçiler tarafından üretildi ve bize ait olması gerekiyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinden destek gelmeden Yunanistan tek başına bunu kıramaz. Bu sadece bizim değil bütün ülkelerin sorunu.

Öğretmen açığını kapatmak için sözleşmeli öğretmenler işe alınıyor. Maaşlar Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) bölgesel fonlarından ödeniyor. 15 bin sözleşmeli öğretmen alındı. 6 bin öğretmen daha alınacak ama fonlarda para yok. ECB bu fonları harcayarak Yunanistan’ı borçlandırdı. Sözleşmeli öğretmenler sadece okullar açık olduğu dönemde işe alınıyorlar ve sözleşme sonunda işsiz kalıyorlar.

Ücretler için toplu sözleşme yapılamıyor. Ücretler AB-ECB-IMF (Troyka) tarafından belirlendiği için toplu sözleşme diye birşey yok. Asıl sorun tekrar toplu sözleşme yapılabilmesi. Grevler; ulusal güvenlik, öğrencilerin psikolojisinin bozulması gibi nedenlerle yasaklanıyor. Yunanistan tamamen bağımsızlığını kaybetti. Artık bunlar birer politik sorun, ekonomik değil.

 *  *  *

Eğitim-Sen’in de kardeş örgütü olan OLME’deki toplantıya katılan diğer Yunan sendikacıların görüşleri Başkan ile benzerdi. Avrupa’nın diğer ülkelerinden destek gelmeden Yunanistan’ın tek başına AB politikalarına dur diyemeyeceği görüşü hakim. Fransa, İngiltere, Almanya’dan toplantıya katılan katılımcılar Yunanistan ile benzer bir süreçten geçtiklerini, grev yasalarının ve uygulamalarının, eğitimdeki bütçe kesintilerinin Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da da benzer biçimde değiştiğini belirttiler.

Delegasyon daha sonra Atina ve Naphlio’da hastanelere ziyaretler gerçekleştirdi. Burada doktorlar ve hemşireler ile toplantılar yapıldı. Sağlıkta da durum eğitimdekine benzer. Sağlık alanında da kararlar Troyka tarafından alınıyor. Memorandumlar sağlık işçilerinin durumlarını ve hastanelerin hizmetlerini kötüleştirmiş. Görüştüğümüz bütün sağlık emekçilerinde AB’ye büyük bir öfke olmakla birlikte AB’den ayrılma ve kemer sıkma politikalarını durdurulabilme ihtimali konusunda bir umutsuzluk hakim. Syriza’dan beklentilerinin boşa çıkması, eğitim emekçilerinde olduğu gibi sağlık emekçilerinde de oldukça açık bir biçimde umutsuzluk yarattığı gözlemlenebiliyor.

Doktorlar ve hemşirelerin çalışma şartları çok ağır. Hemşireler günde 8 ila 16 saat arasında çalışıyorlar. Kadro eksikleri olduğu için acil durumlarda evlerinden çağrılabiliyorlar. Sağlıkta her yıl yüzde 30 bütçe kesintisi yapılmış. 2016’da yüzde 45 bütçe kesintisi bekleniyor. Birçok hastane ölme noktasına gelmiş. Birçok uzman doktor AB üyesi başka ülkelere çalışmaya gitmiş. Uzman doktor konusunda ciddi sıkıntılar var. Asistan doktorlar yetersiz olmalarına rağmen kendi başlarına çalışmak durumunda kalıyorlar. Tıbbi teçhizatlar yenilenmediği için büyük sıkıntı yaşıyorlar. Emekli olan çalışanların yerine yenileri alınmıyor. Hastanelere de eğitimde olduğu gibi sözleşmeli personel alınıyor. Yemek, güvenlik gibi işler taşeronlar şirketlere verilmiş.

Sağlık çalışanlarının görüşleri:

Sağlık sistemine yönelik bu neoliberal saldırılar 90’ların başındaki saldırılara benziyor, bu sistem insan hayatını önemsemiyor, insanları Malezya gibi ülkelere tıp turizmine yönlendiriyorlar. Bu sadece Yunan sistemi değil, AB bu sistemi getirdi. Ekonomi adı altında yaşam hakkına engel oluyorlar. 90’ların başında sağlık sistemine yapılan saldırılar aşılmıştı. 2008’den sonra kriz oldu. Asıl sorumlu olan Yunan hükümeti. ECB ile sözleşme imzalamaması gerekirdi. Avrupa, ECB (Avrupa Merkez Bankası) değildir, Avrupa halktır.

2009-2010’a kadar önceden yapılanlardan öğreniyorduk. Burada bir sıçrama oldu. Meydanların işgali hareketi yeni bir olgu olarak ortaya çıktı. Haraket tam anlamıyla sendikal bir hareket değildi. Sol, komünist, anarşist akımlar hareketin içindeydi. Küçük burjuva hareketler sendikaları eylemlerde görmek istemiyor. Grevler genelde kendiliğinden oldu. Papandreu’nun memorandumu kabulünden hemen sonra grevler ve gösteriler oldu. Yunanistan’da sosyalizme ve devrime inanç zayıf. 2012’de seçimler ile değişiklik olabileceği umudu doğdu. Fakat Syriza’nın seçim zaferine rağmen değişiklik olmamasıyla halk seçimlere olan inancını da kaybetti, oy verdiği hükümete karşı sokağa da çıkmadı ve aynı zamanda AB’nin bu sorunların yaratıcısı olduğunu da gördü. Diğer taraftan insanlar AB’den ayrılmanın mümkün olmadığını düşünüyor. Bu yapıda kazanabileceklerini düşünmüyorlar. Birçok şey yapılabilir ama insanlar inanmıyorken bunu nasıl başarabiliriz? Syriza Hükümetinden sonra sağlık emekçilerinin durumunda iyileşme olmadı. Hastalardan kesilen 5 avro kaldırıldı. Sigorta kesintisi yüzde 2’den yüzde 6’ya çıktı. Gerekçe olarak hastanelerdeki kadro, teçhizat, hizmet eksiklerini tamamlayacaklarını söylediler ama dedikleri gibi olmadı.

Yunan burjuvazisi yalnız değil. AB burjuvazisi ile birlikte hareket ediyor. AB’ye katılma kararı Yunan burjuvazisine aitti ve bunun bedelini emekçilere ödetiyorlar.

*  *  *

Eğitim ve sağlık emekçileri ile görüşmelerin ardından bir turizm ve tarım bölgesi olan Penelopese’de kasabadaki yerel yönetimden temsilciler ile buluştuk.

Yerel yönetim temsilcilerinin değerlendirmeleri:

Bu kasabanın muhafazakâr bir halkı vardır. 2008’de Yunanistan’da büyük kitle eylemleri başladığında burada çok az sayıda insan eylemlere destek veriyordu. Fakat sonrasında kasaba halkı bu eylemleri desteklemeye ve bu bölgede de eylemler olmaya başladı. Burada da kitlesel eylemler gerçekleşti. Bu kitlesel eylemler Syriza Hükümetine kadar devam etti. Sonrasında azaldı ve şimdi oldukça az sayıda katılım oluyor. Son tarım grevi çağrısını insanlar doğru bulsa da katılım olmadı. Yerel yönetimler merkeze artık daha çok bağlı. Küçük kasabalar birleştirilip merkeze bağlanıyor. Eskiden yerel yönetimlerin yaptıkları işler, çöp toplama gibi, özel şirketlere devredildi. Elektrik faturalarından yapılan kesintiler merkezde toplanıyor ve yerel yönetimlerin bütçesi merkezden belirleniyor. Özel şirketler işlerine geldiği gibi davranıyor. AB; iş güvenliği ve çevre yasalarına bile uymuyorlar. Fazla çöp toplanmış olarak gösterip daha fazla para alıyorlar ve yerel yönetimlerin itirazlarına rağmen buna göz yumuluyor. İstemediğimiz herşey artık yasa oluyor. Bu sorunlara karşı birleştik ama olmadı. Çipras’ın söylediklerine inandık ama olmadı. Şimdi aynı şeyleri söyleyen insanlara neden inanalım? Bu sorunun bir yanıtı yok. Eğer birşeyler yaparsak değişecek yoksa hiçbir şey değişmeyecek. Tüm Avrupa’da benzer sorunlar yaşanıyor. Mülteciler ile birbirimize düşman gibi bakıyoruz.

*  *  *

Yunanistan emekçilerinin mücadelesi Avrupa’yı sarsmaya devam edecek

Yunanistan’da seçimlerin kemer sıkma politikalarının durdurulması için bir umut olduğu ve bu umudun Syriza ile birlikte söndüğü yönündeki görüş herkes tarafından dile getiriliyor. Sorunların AB’den kaynaklandığı konusunda da bir görüş birliği var. Fakat Syriza Hükümeti ve ardından referandumdan çıkan “hayır” oyuna rağmen Troyka’nın politikalarının kabul edilmesi, AB’den ayrılmanın mümkün olmadığı inancını oluşturmuş. Avrupa sendikalarından bu noktada destek gelmemesi kemer sıkma politikalarının durudurulabileceği ve Yunanistan’ın AB’den tek başına bir kopuş yapabileceği inancını azaltmış. Böyle bir inanç olması durumunda insanların KKE’ye yöneleceği belirtildi ki KKE uzun süredir AB’den kopuşu savunuyor. Buna rağmen son seçimlerde KKE’nin oylarının düşmesi kitlelerin AB’den ayrılmanın mümkün olmadığına dair inançlarının bir göstergesi sayılıyor.

Syriza’nın kemer sıkma politikalarını durduracağına dair taahhütü ve ardından bunu yapmaması, referandumdan “hayır” çıkmasına rağmen Troyka’nın dayatmaları kabul etmesi kitleleri umutsuzluğa sürüklemiş. Syriza Hükümetinin, kitle hareketinin gücünü kaybetmesine neden olan umutsuzlukta oynadığı rol büyük. Diğer taraftan, Yunanistan işçi sınıfı zafer kazansa da bunu Avrupa işçileri ile ortak mücadele vermeden koruması olanaksız. Avrupa işçilerinin sorunları eşitsiz gelişse de sorunların kaynağı ortak. Farklı düzeylerde neoliberal saldırılar bütün Avrupa’da devam ediyor. Yunanistan işçileri belki de Avrupa’da bu neoliberal saldırılara en şiddetli maruz kalan sınıf oldu. Kitlesel mücadeleleri ile neoliberal politikaları kırma olanağını elde ettiler ve Avrupa’yı sarstılar. Referandumdan “hayır” oyu çıkmasına rağmen hükümet Troyka’nın taleplerini kabul etmiş olsa da Yunan emekçilerinin dediği gibi “logic” (mantık) Yunanca bir kelime ve mücadele henüz bitmedi. Tam tersine Avrupa’nın diğer ülkelerinde son dönemde hızla artan neoliberal saldırılar Avrupa genelinde işçi sınıfını harekete geçiriyor. İşçi hareketindeki bu yükseliş, Yunanistan’da yeniden umutların doğmasına neden olacak ve bu defa Yunanistan işçi sınıfı yakın zaman önce kazandığı büyük mücadele deneyimine de sahip olacak. Avrupa’da kısa vadede doğması muhtemel birleşik yeni bir mücadele dalgasının, Yunanistan deneyimi ışığında tarihsel dönüşümlere yol açması uzak değil.

 

 

Yunanistan Seçimlerinde Ne Oldu?

ATİNA- Yunanistan’da 20 Eylül seçimlerinde, Avrupa Birliği ve Troyka (IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu) tarafından talep edilen kemer sıkma önlemlerini uygulamak için Başbakan Alexis Tsipras’ın vekâlete sahip olduğu iddialarına kitlesel çekimserlik darbe vurdu ve rekor düzeye ulaştı.

Önceki seçimlerde %30 olan yüksek katılmama oranıyla karşılaştırılırsa bu seçimde seçmenlerin %45’inden fazlası evlerinde oturdu. Syriza’nın parlamento üyelerinden Zoi Konstantopoulou “Yunan halkının %50’den fazlasının parlamentoda temsil edilmediğini” ifade etti. Basında yer alan bu açıklama, yüksek katılmama oranı ve parlamentoda temsil edilmek için %3 barajını geçemeyen aralarında 155 bin oy alan LAE (Syriza’dan kopan sol kanat, Birleşik Halk Partisi) ve 46 bin oy alan Antrasya’nın bulunduğu partileri destekleyenlere bir referanstır.

Geleneksel sağ parti Yeni Demokrasi, Ocak ayındaki son genel seçimlerden sonra 200 bin oy kaybetti. Yunanistan seçmeni Yeni Demokrasi ve son beş yılda ülkeyi yöneten ve AB’nin dayattığı memorandum da dahil ilk iki kemer sıkma planını uygulayan PASOK’un (geleneksel sosyal demokrat parti) yozlaşmış politik sistemine herhangi bir geri dönüş fikrini reddetti.

Sonuç, Başbakan Alexis Tsipras’ın “ulusal birlik” hükümeti oluşturma planlarına ilk “HAYIR”dır.

Büyük çekimserlik, Potami’nin (iki yıl önce ortaya çıkan merkezci Avrupa yanlısı parti) topyekûn iflası, son seçimlerden sonra Syriza’nın 320 bin oy kaybı, Tsipras’ın üçüncü Mnemonio’yu; yani kemer sıkma memorandumunu uygulama vekâletine sahip olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Solda Antarsya yeni kurulan Birleşik Halk Partisi (LAE) ile birleşik bir seçim cephesi oluşturmaya karşı çıkarak kendi adaylarını çıkarmaya karar verdi. 5 Temmuz’da (seçmenler kitlesel olarak AB’nin kemer sıkma politikalarını reddettiğinde) vekâleti savunmak için bu birleşik cepheyi kurmuş olsalardı LAE parlamentoda temsil edilecekti.

Artık seçimler sona erdi, Troyka tarafından talep edilen 51 yeni kemer sıkma yasasının bu üçüncü Mnemonia’da uygulamaya başlanması zorunlu. Patronlar örgütü SEB, sendikalara ve politik partilere bu “reform” gündemini uygulamak üzere “ulusal birlik” çağrısı yapıyor. Sendika federasyonu GSEE’nin liderliği şimdiden bu “ulusal birlik” davetini kabul etti. Fakat herkesin aklındaki soru: işçiler bu dikteyi kabul edecekler mi? Ya da Troyka’nın taleplerine karşı çıkmaya devam mı edecekler?

Yunanistan Devrimi Yeni Başlıyor!

–Şadi Ozansü

Öncelikle, ilk elde sıradan gözükse de daha sonra ortaya çıkacak politik sonuçları bakımından dikkate alınması gereken bir uyarı: Türkiye’nin sınıf mücadelesinden yana güçlerinin Yunanistan’daki son durumla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinin attığı başlığa sarılmalarına gerek yok, yani Düyun-u Umumiye benzetmesine. Üstelik AB’nin Çipras’a dayatarak kabul ettirdiği anlaşma paketinin içinde pek kimsenin üstünde durmadığı şu: “Bundan böyle Yunanistan’da herhangi bir hükümet AB kurumlarına danışmadan dilediği zaman referanduma gidemeyecek, eğer illâ gidiyorum derse de, halka referandumda sorulacak soruyu bizzat AB kurumları formüle edeceklerdir” maddesi. Bu maddenin varlığına rağmen Yunanistan’ın emperyalist sistem içindeki konumu ortadadır. Ne İkinci Dünya Savaşı sonrasının işgal altındaki Almanya’sı (450 bin ABD askeri yıllarca bu ülkede kaldı, hâlâ birkaç bin varlar) ve ne de Amerikan 7. Filosunun kontrolü altında olan ve kendine ait bir ordu kurmaya hakkı olmayan Japonya’sı birer sömürge ya da yarı-sömürge ülke değil, emperyalist ülkelerdir. Aynı durum, Yunanistan için de geçerlidir. Yunanistan Türkiye’den farklı olarak “zincirin zayıf halkası” da olsa emperyalist bir ülkedir. Türkiye’den bankalar satın alan bir finans kapitale sahip olmanın ötesinde, bütün bir Akdeniz deniz taşımacılığını Akdeniz’in çok ötesine uzanarak elinde tutan bir ülkedir. Unutmayalım, deniz taşımacılığındaki gücü nedeniyle İtalya’nın Adriyatik sahillerindeki Ancona limanını satın almış bir ülkedir Yunanistan.

Emperyalist burjuvazi niye Yunanistan işçi sınıfına saldırıyor?

Avrupa emperyalist burjuvazisinin Troyka aracılığıyla Yunan halkının egemenliğine saldırması (referandum sonuçlarını hiçe sayması) genel olarak, emperyalizmin Yunanistan işçi sınıfının güçlü örgütlülüğüne saldırmasının bir parçasıdır. Daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi dünya işçi sınıfının en örgütlü müfrezeleri Avrupa’dadır ve kriz içindeki emperyalizmin hedefinde örgütlü Avrupa işçi sınıfı vardır. Troyka’nın Yunanistan işçi sınıfına saldırmasının sorumluluğu sadece Alman emperyalizminin üstüne yıkılamaz. Troyka’nın Alman emperyalizmine yüklediği misyon son derece politiktir ve neo-liberal AB politikalarına karşı yarın İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz ve hatta Alman işçi sınıflarının başlatacakları – ki şimdiden belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır- büyük isyanların önünü kesmek içindir. ABD emperyalist burjuvazisi de dahil olmak üzere Avrupa’nın bütün emperyalist burjuvazileri Troyka’nın Yunanistan’da gerçekleştirdiği darbeden memnundurlar. Yunan finans kapitali de memnundur, çünkü gelecek kredilerin önemli bir bölümü öncelikle Yunan bankalarının kasalarını dolduracaktır. İşte, bu noktada meselenin Düyun-u Umumiye’den farkı ortaya çıkar. Ve gene bu noktada “iyi polisi” oynayan Hollande ile “kötü polis” Merkel arasında bir fark olmadığı görülecektir. Liberal kalemşorların bütün şerlerin kaynağını Alman emperyalizminin üstüne yıkmak istemelerinin nedeni, başta Fransa olmak üzere diğer AB ülkelerinin Almanya’ya göre daha “insancıl” olduklarını göstermek ve aslında bir gericilik merkezi olan AB’yi temize çıkartmak gayretindendir. AB, sadece gericiliğin ve militarizmin koordinasyon merkezi(daha önce Yugoslavya parçalanırken görüldüğü gibi şimdi de Ukrayna örneğinde görülen) değil, bunun ötesinde emperyalist yobazlığın da cisimleşmiş hâlidir. Dolayısıyla Almanya’yı öne çıkartarak Avrupa Birliği’ni aklama girişimlerine karşı uyanık olunmalıdır.

Avrupa Birliği’nin karşı-devrimci rolünün Yunanistan krizine etkisi

Bir an için kendi kendimize şu soruyu soralım: Yunanistan bugün bir AB üyesi olmasaydı, bu ülkedeki siyasal mücadele hangi durumda olurdu? Kuşkusuz, Yunanistan halkı ve işçi sınıfı açısından iktidar mücadelesinin yolu – yani üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimine son verme mücadelesinin yolu- bugünküne göre daha engebesiz olurdu. Yunanistan burjuvazisi böyle bir durumda da Avrupa’nın emperyalist burjuvazilerinin desteğini kuşkusuz arkasına alırdı, ama Yunanistan işçi sınıfı ve halkıyla esasen tek başına karşı karşıya kalırdı. Bu da Yunanistan işçi sınıfının yürüteceği iktidar mücadelesi açısından bir avantaj anlamına gelirdi. Bugün Yunanistan işçi sınıfının maalesef hem iç hem dış düşmanlarının sayısı ziyadesiyle fazla. Referandumda yenilen kampa bakmak yeter: Troyka, ABD emperyalizmi, AB emperyalizmi, yazılı ve görsel medyanın neredeyse tümü, Yeni Demokrasi, PASOK, Papandreou’nun yeni partisi ve tabii boykot çağrısı yapmasına rağmen üyelerinin en az yarısının “Hayır” oyu kullandığı KKE.

Esas hainleri görmezden gelmeyelim: ETUC!

Syriza Hükümeti referanduma gitmeye karar verdiğinde ülkede büyük bir kitle seferberliğinin oluşmasına neden oldu. Bu kitle seferberliğinin karşısında saf tutanlar da kendilerini hemen belli ettiler. Ama aralarında bir tanesi vardı ki, insana şaşkınlıktan küçük dilini yutturuyor: Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu, nâm-ı diğer ETUC! Sağcısından solcusuna Türkiye’deki bütün işçi konfederasyonlarının bağlı olduğu örgüt. Evet, AB’nin bir yan kuruluşu gibi çalışan ETUC yönetimi Yunanistan’daki referanduma gidilmesine bile karşı tavır aldı. İşte, AB yalakalığının işçi hareketi üzerindeki etkisi. Yani Çipras sonuçta bir kitle seferberliğine neden olan bir referanduma gitme kozuna sarıldı. ETUC bunu bile reddetti.

Burada Syriza’ya ve Çipras’a tabii ki özel bir yer ayırmak gerekiyor. Unutmayalım, burjuva medyasının etkisi altına girmiş olan Çipras, referandumdan üç gün önce neredeyse referandum oylamasından vazgeçmeye niyetlenmişti bile. Sonunda referandumu kazanmak istedi. Bunu daha iyi pazarlık şartları yaratmak için kullanabileceğini düşündü, ama böyle ezici bir sonucu da ne bekliyor ne de arzuluyordu. Çünkü bu sonuç, referandumu kendisinden farklı amaçlarla kullanmak isteyen (memorandumlara son, ücret kesintilerine son, özelleştirmelere son) Yunan halkının giderek güçlenen AB düşmanlığından endişe duymasına sebep oldu. Dolayısıyla referandumdan Çipras’ın beklentisi farklı, Yunan halkınınki farklıydı. Sonuçta emperyalist burjuvazi sadece Çipras’ı dize getirmekle kalmadı, O’na, aynı zamanda oynamakta olduğu tehlikeli kumarı da hatırlattı. Çünkü burjuvazi, AB’den ve AB Bölgesinden ısrarla çıkmak istemediğini açıklayan Çipras’ın aslında blöf yaptığının farkındaydı. Ama Yunanistan halkı ve işçi sınıfı ne kumar oynuyor ve ne de blöf yapıyordu! Ve bu durum şu anda da devam ediyor. Emperyalizmin bastırmasıyla şimdiden parçalanmaya başlayanSyriza Hükümeti ikili karakteriyle (39 milletvekili anlaşmaya “Hayır” oyu verdi, anlaşma karşıtı 5 Bakan görevden alındı) çok kısa sürede misyonunu doldurmaya başladı.

Çipras, halk kitlelerinin canını yakan sorunlara getirdiği acil cevap programıyla iktidara geldi, ama kitlelerin en demokratik taleplerinin bile uygulanmaya konması halinde burjuvazinin iktidarına son verme eğilimini yaratacak bir devrim sürecinin başlayacağını gördüğü için de korkarak emperyalist burjuvaziye teslim bayrağını çekti. Ama artık cin şişeden çıktı ve devrim geri dönüşü olmayan bir yola girdi. “Devrim başladı” derken, bunun, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki sınıf mücadelelerinden bağımsız gelişebileceğini kesinlikle düşünmemek gerekir. Söz gelimi, bugün Avrupa’nın elle tutulur bütün devrimci Marksist partileri Yunan işçi sınıfının mücadelesinin enternasyonalist zeminde desteklenmesinin yolunun kendi ülkelerinde Yunanistan’ı destekleyen eylemler yapmaktan ziyade, gene kendi ülkelerindeki sınıf mücadelelerinde kendi emperyalist hükümetlerini devirmekten geçtiğini dile getiriyorlar. Yunanistan işçi sınıfının yıllardır sürdürdüğü amansız mücadele Avrupa işçi sınıfına da yol göstermeye başladı. Ama zaten Troyka’nın esas korkusu da bu değil miydi?

Şimdi ne olacak?

Gene “Yunan Devrimi Başlıyor” derken herkes herhalde bir süreçten bahsettiğimizin farkındadır. Yani iktidarın teknik olarak da el değiştirdiği an’dan değil, bütün iniş-çıkışları ve ilerleme ve gerilemeleriyle uzunca bir dönemden. Daha açık ifade etmek gerekirse 1931’de başlayıp, monarşiye de son veren İspanyol Devrimi’nin 1939’da yenilgiye uğramasına kadar uzanan “Devrim” döneminden. Ama bugün başlayan Yunan Devrimi geçmişte İspanyol Devrimi’nin uğradığı akıbeti paylaşmak zorunda değil. Tek bir koşulla: Devrimin seyri içinde işçi sınıfının iktidarı fethetmesine yardımcı olacak bir sınıf önderliğinin yaratılması koşuluyla! Bugün Yunanistan’la ilgili olarak ikirciksiz bir biçimde “Yunan Devrimi”nden söz etmemizin nedeni; Yunanistan’da yaklaşık üç yıldır süren sınıf mücadelelerinin gücü, yapılan sayısız 24 saatlik ve 48 saatlik genel grevlerin varlığıdır. İçine girdiğimiz dönemde bu eylemler sürecek ve burjuvazinin iktidarını sallamaya devam edecektir. Ama öncelikle mevcut durumdaki sınıf kampına bir bakalım.

Yunan solundaki tablo ne?

Liderlikleri AB’ci ETUC’un kontrolünde olsa da tabanlarının basıncıyla istemeye istemeye – veya bazen de kitle hareketinin “gazını almak” için- genel grevlere giden Yunanistan işçi sendikaları konfederasyonlarını bir kenara bırakacak olursak, Yunanistan’daki sınıf partilerinden bir devrime öncülük etmelerini beklemek hayaldir. Syriza koalisyonunun durumu belli: Süreç biraz sertleştiğinde, önderliği teslim bayrağını çekerken, buna muhalefet eden sol kanadın (parlamentoda 39 milletvekili var) kendi başına ne yapabileceği veya kitlelerin karşısına yeni duruma tekabül eden nasıl bir programla çıkacağı meçhul. Yunanistan Komünist Partisi, KKE geleneksel olarak “duruş” sergilemeyi seven ve neredeyse tarihi boyunca SBKP’ye biat etmenin ötesine geçemediği için her türlü “devrimci” durumdan rahatsızlık duymuş bir parti. İktidarın eşiğine geldiği iç savaş sonrasında, Sovyet partisinin (bürokrasisinin anlayın) direktifine uyarak elindeki silahları burjuvaziye terk edip yerli faşistlere ve onların ağababaları emperyalist işgalcilere karşı kahramanca savaşmış kadrolarını çırılçıplak ortada bırakmış bir parti önderliği. Günümüzde de, “Ben zaten AB’ye karşıyım!” demeyi yeterli bularak burjuvaziye ve emperyalizme karşı kitle eylemlerinde kendi örgütlerini sürekli olarak genel kitleden ayrı tutmaya çalışan, referandumda taraftarlarını “Hayır” oyu vermeye bile çağıramayıp, boykot çağrısı yapan, “800 bin üyem var” diyerek seçimlerde 500 bin oy alan, referandumda üyelerinin yarıdan fazlası önderliğin çağrısına rağmen “Hayır” oyu kullanan bir parti. Dolayısıyla aynı Syriza önderliği gibi onunla aynı gelenekten gelen KKEönderliğinden de Yunanistan Devriminin başarıya ulaştırılması konusunda iyimser bir beklenti içinde olmanın bir anlamı yok. Bir diğer önderlik, yıllarca Yunanistan’da hükümet kurmuş olan ve Yunanistan’ın AB’ye teslimiyetinde başrol oynayan bir burjuva işçi partisi olan PASOK’tur. Önderliği kendisinden kopan Papandreou’nun partisiyle birlikte referandumda “Evet” oyu çağrısı yapmıştır. Kendilerinden ne beklenebilir? Bir ortayolcu koalisyon olan Antarsiya sürece etki edebilecek bir programatik yönelişe sahip değildir. Devrimci Marksist örgütler EEK ileOKDE’den birincisi programatik yöneliş olarak daha tutarlı bir çizgide olsa da Türkiye’deki kardeş partisi Devrimci İşçi Partisi (DİP) ile muhtemelen aynı çizgide durduğundan, yıllardır Yunanistan’da ülkenin AB’den kopuşunu hızlandıracak egemen bir kurucu meclis çağrısı yapamamaktadır. Üstelik referandum sonrası son gelişmeler halk egemenliği ve dolayısıyla demokrasi talebini bu kadar dayatmış ve kitle hareketini sürükleyebilecek bir hâle getirmişken.

Yukarıda sıraladığımız irili ufaklı bütün işçi örgütlerinin militanlarını ve tabii ki onların dışında kalan yüzlerce ve binlerce doğal işçi önderini kucaklayacak bir partinin inşası, Yunanistan Devriminin zaferi için vazgeçilmez bir gereklilik. Böyle bir partinin inşasına öncülüğü şu anda nispeten küçük bir siyasi parti ya da grup da yapabilir, çünkü esas devrimci parti inşası devrim sürecinde olur. Böyle bir parti, devrim sürecinde “az olsun benim olsun” sekter anlayışına ve solculuğa kapılmadığı takdirde işçi sınıfının iktidarına yardımcı olacak bir devrimci partinin inşasına pekâlâ girişebilir. Ama solculuğa kapılıp, “ya kitle hareketinin kontrolü elimden kaçarsa” diye düşünürse de zaten böyle bir inşayı yıllar da geçse başlatamaz.

İlk adım Eylem Komiteleri olmalı

Yunanistan Devriminin temel sorunu ilk elden Eylem Komitelerinin kurulmaya çalışılmasıdır. Bu komiteler mücadele halindeki her 100 işçiye bir delege esasına göre oluşturulabilir. Seçilen delegeleri eylem halindeki işçilerin seçmesi önemlidir. Eylem halinde olmayan işçilerin seçtikleri delegelerin bir önemi yoktur. Bu eylem komitelerine sadece mavi yakalı işçiler değil, kamu çalışanları, memurlar, emekli işçiler, zanaatkârlar, küçük üreticiler, yoksul köylüler, ama özellikle gençler, ezilen kadınlar ve genç işçiler seçilmelidirler. Eylem Komitelerinin çaresizleşen küçük burjuvazinin faşist aygıtlara yönelmesini engelleme misyonu olmalıdır. Gene buEylem Komiteleri işçi sınıfı bürokrasisinin burjuvazi ile ittifaka girmesini engelleyecek bir işlevleri de vardır.

Eylem Komitelerinin oluşturulması, işçi sınıfının aygıtlarının, yani var olan parti ve sendikalarının devrim karşıtı dirençlerini kırmanın mümkün tek yoludur. Eylem Komiteleri siyasal partilerden farklı olarak devrimci parlamentolar olarak düşünülebilirler. Kuşkusuz bu Komitelerden siyasal partiler dışlanamaz, tam tersine onlar da bu Komiteler içinde yer almak için çalışacaklardır ve bu da son derece meşru haklarıdır. Fakat bu komiteler aynı zamanda eylem içindeki kitle tarafından denetim altına alınacaklardır ve böylelikle çürümüş siyasal partilerin etkisinden kurtulmanın yollarını öğreneceklerdir. Yunanistan’da kurulması gereken Eylem Komiteleri başlangıçta elbette Sovyetlerin yerini alamaz, ama mücadelenin seyri içinde bu noktaya varabilirler. Bu devrimin gelişim temposuna bağlıdır. İşte, bugünkü Yunanistan’da böyle bir yönelişle hareket edecek bir devrimci işçi partisinin inşası devrimin kaderi üzerinde fazlasıyla etkili olacaktır. Evet, Yunanistan Devrimi yeni başlıyor!

Syriza’da Şimdilik “Kol Kırılır Yen İçinde Kalır” Anlayışı Hakim

Bununla birlikte Merkez Komite toplantısında Troyka’ya verilen tavizlere itiraz eden önerge, Çipras destekçisi çoğunluk tarafından reddedilmekle birlikte üyelerin yüzde 45’inin desteğini aldı.

Troyka’nın yaklaşık beş yıl süren memorandum uygulamalarından bezen Yunan halkı sonunda diğer bütün siyasi partileri cezalandırarak kemer sıkma politikalarına ve memorandumlara son vereceğini ileri süren Syriza’yı neredeyse tek başına iktidara getirdi. İktidara gelen Çipras hükümeti kendini derhal Troyka yetkililerinin karşısında buldu. Onlar yıllardır süren taleplerini sürdürmekte kararlıydılar. Çipras ise seçim öncesi vaadlerinden çok geri adım attı.

Syriza’ya Oy Vermiş İşçilerin Ruh Hali

25 Ocak seçimlerinde Syriza’ya oy vermiş olan işçilerin ruh hali son derece karmaşık. Sokakta görüştüğümüz, kapitalist hükümetlere karşı en militanca mücadeleleri yürüten İnşaat İşçileri Sendikası’na bağlı işçiler şöyle diyorlar: “Çipras hükümetine biraz zaman tanımak lazım. Henüz daha çok yeniler ve karşılarında güçlü bir düşman var: Avrupa Merkez Bankası, IMF ve bütün Avrupa hükümetleri…” Buna karşılık Syriza Merkez Komite Üyesi Stathis Kouvelakis’in yorumuysa şöyle: “Süreyi erteletmiş olmak asla bir başarı değil. Çünkü her şeyden önce alacaklılara bütün paralarını zamanında ödemeyi taahhüt etmiş olduğumuz gibi, aynı alacaklıların vesayeti altına girmeyi de peşinen kabullenmiş bulunuyoruz. Tek fark şu: Artık Troyka değil ‘Kurumlar’ diyoruz.“ Kouvelakis şöyle devam ediyor: “Oysa sözde çalışma yasaları çalışanların lehine yeniden düzenlenecekti, işten çıkartılmış memurlar görevlerine iade edilecekti, geliri yetersiz olan yoksullara elektrik bedava sağlanacaktı, kamusal Radyo-TV kurumu ERT çalışanların eliyle yeniden düzenlenecekti(…) Bütün bu talepler Avrupa Birliği yetkililerinin direnişine tosladı.” Kouvelakis bu sözlerinin ardından şunu ekledi: “İşte zaten zurnanın zırt dediği yer de burası. Hem memorandum hem de başka konularda ciddi bir adım atabilmek için Avrupa Birliği ile çatışmaya girmeniz gerekir. Halkın çıkarları doğrultusunda kararlar alabilmeniz için AB’den kopmanız bir zorunluluktur.

Syriza’lı Bakanla Syriza’lı Sendikacı Karşı Karşıya

Geçenlerde daha önce işten çıkartılmış olan öğretmenlerin görevlerine iadesini sağlamak üzere Syriza’lı Eğitim Bakanı ile Syriza’lı Öğretmenler Sendikası’nın Başkanı (kendisi de işten çıkartılanlar arasında) karşı karşıya geldiler. Hoş bir görüşme olmadı. Ama görünen o ki sendikalar kolay teslim olmayacaklar.

Merkez Komite’de Çipras’ı Şaşırtan Sonuç

İşte kitleler böyle karmaşık ruh halleri içindeyken Syriza Merkez Komite toplantısında Sol Kanadın Troyka ile yapılan anlaşmayı geri çeviren önergesinin aldığı destek şaşırtıcı oldu. Sol Kanadın önerisi oyların yüzde 45’ini aldı, yüzde 4’lük bir çekimser oya karşılık çiçeği burnunda Başbakan Çipras’ın yandaşlarının oy oranı yüzde 55’te kaldı. Böylelikle Çipras’ın “Kurumlar” ile yaptığı anlaşma onaylandı, ama Sol Kanadın kendi gücünün oldukça üstünde destek alması da dikkate değer. Buradan çıkan sonuç şu ki Yunanistan’da işçi sınıfı henüz son sözünü söylemediği gibi Syriza’nın mevcut yönetimi üzerindeki basıncını da hiç eksik etmeyecek. (Dominique Ferré)

 

Yunanistan Nereye?

— Dominique Ferré1

Memorandumların reddi, toplumun büyük sektörlerinin işçi sınıfının etrafında kenetlenmesine neden oluyor: Köylüler, gençler, iflas bayrağını çekmiş “orta sınıflar”

Sınıf mücadelesi zeminindeki sert direniş

Doğrudan sınıf mücadelesi zemininde işçiler sayısız “eylem günü” yaşadılar. Ama bu eylemlerin (grevlerin) hemen hepsi sendikal konfederasyonların yöneticilerince kaderlerine terk edildi. Üstelik bunlar başlangıçtaki hedeflerinin çok ötesine uzanan grevlerdi, söz gelimi, daha sonra Atina ulaşım işçilerinin de desteğini alan ve 2013 yılının Ocak ayında konfederasyon yönetimleri tarafından bilinçli olarak yalnız bırakılan sekiz günlük Atina Metro işçileri grevi gibi. Bunun gibi çok sayıda engelle karşılaşan Yunan halkı, direnişini seçim zemininde de sürdürdü.

2012 yılının Mayıs ve Haziran aylarında yapılan seçimlerde, daha önce Yunan Komünist Partisi’nin (KKE)  yaşamış olduğu bir krizden dolayı ondan kopan grupların başını çektiği bir koalisyon olan Syriza2 adlı küçük bir parti, sözcüsü Alexis Çipras, “memorandumların iptali” için kampanya başlattığında ve özellikle de bu memorandumların hayata geçirilmesini hedefleyen bir hükümete katılmayı reddettiğinde, bir anda parlamenter muhalefetin birinci partisi haline geliverdi. İşte bu satırları kaleme aldığımız sırada 25 Ocak 2015 tarihinde yapılacak olan genel seçimlerle ilgili olarak yapılan kamuoyu yoklamalarında en yüksek oyu elde edeceği ifade edilen parti bu partidir.

Avrupa Komisyonu ile “mali piyasalar” adına Aralık ayı sonunda görüş belirten Jean-Claude Juncker ile Pierre Moscovici, kelimelerinin üstüne basa basa şöyle dediler: “Tanıdık isimlerle çalışmayı arzularız”. Avrupa Birliği kurumlarının anti-demokratik karakterlerini doğrularcasına Yunan halkının kendi temsilcilerini seçme hakkına sahip olmadığını ileri sürdüler. Der Spiegel dergisinin bir “boşboğazlığı” olası bir Syriza hükümetinin memorandumları sorgulaması halinde Almanya Şansölyesi Merkel’in Yunanistan’ı Avro bölgesinden çıkartma tehdidinde bulunduğunu çıtlattı.

AB’ye göre seçimleri kim kazanırsa kazansın kemer sıkma politikaları sürdürülmeliydi

Oysa bizzat Spiegel’e göre bu abartının kendisi böyle bir varsayımın gerçekleşmesini engellemek için yapılmış olan bir baskıdan ibaretti, zira Yunanistan’ı Avro Bölgesinden ihraç etmek, O’nu dış borçlarını hiç ödememe noktasına getirirdi ki bu da belli başlıları Alman finans kapitaline ait olan bankaları büyük zarara sokardı. Mevcut durumda Samaras-Venizelos hükümetinin çöküşünü engelleyemeyen Avrupa Birliği Komisyonu, artık ne yapıp edip Syriza etrafında oluşacak bir hükümetin, Çipras’ın 2012’de dediği gibi “cehenneme gidecek yolun taşlarını döşeyecek” bir yönelişe girmesini sağlamanın koşullarını yaratmalıydı.

Syriza cephesinde de işler karışık

Bu arada Syriza cenahından da çelişkili ifadeler akmaya başladı. Bir yandan Çipras, 29 Aralık tarihinde Hükümetin düşmesinden birkaç saat sonra, “İşçi sınıfına takılan zincirleri kıracağız(…) Memorandumlar tarafından dayatılan talimatları bütünüyle ve sistematik olarak askıya alacağız” açıklamasını yaparken (ki bu açıklamalar Syriza’nın işçi, köylü ve halk seçmenini kendi geleneksel tabanının çok ötesine sıçratmaktadır), öte yandan aynı Syriza’nın yöneticileri “Avrupa Solu” çerçevesinden dışarı çıkmayarak Avrupa Birliği kurumlarını sorgulama fikrini bile tartışmaya açmamayı sürdürdüler.

Halkın özlemleriyle “AB çerçevesine saygı” birbirleriyle mutlak uzlaşmazlık içindedir

Militan işçiler, Syriza’nın önderliğinin her zaman grevleri ufalama/parçalama stratejisini izlediğinin – hem bir ya da iki günlük grevlere verdiği destek hem de denetim altında tuttuğu sendikal yapıların politikaları3 aracılığıyla- farkındalar.

Aralık ayı sonunda Syriza önderliği daha önce kemer sıkma politikalarına destek vermiş oldukları için itibarını yitirmiş olan şahsiyetler ve partilerle “ittifak” arama yoluna girdi (Haziran 2012 ile Haziran 2013 tarihleri arasında Sağ-PASOK hükümeti üyesi Dimar Partisi gibi). Bununla birlikte, bu “ittifak” arayışları Ocak ayında Syriza’nın yerel ve bölgesel kurullarında büyük ölçüde geri çevrildi.

Ama buna rağmen 6 Ocak tarihli Le Monde şunu yazıyor: “Brüksel’de bazı çevreler bu partinin Merkez Sol ile koalisyon oluşturacağını ve Troyka’ya karşı daha az radikal bir çizgi izleyeceğini düşünüyorlar. Bay Çipras Avro’dan çıkmak istediğini söylemediği gibi Yunanistan’ın mevcut borcunu ödemeyeceğini de söylemiyor. Financial Times’a göre bu onun pragmatizmi, ama daha şimdiden niyetleri konusunda kendilerine güven verebilmek için uluslararası yatırımcılarla görüşmeler yapmaya başladı bile…”

Öte yandan geçtiğimiz günlerde şunu da gördük: Bir Syriza çoğunluğunun başını çeken Réna Duru, Attika Bölgesel Konseyi’nde selefi olan PASOK’lunun bütçesini aklamadı mı?

29 Aralık tarihli konuşmasında Çipras şöyle diyor: “Avrupa Birliği sorumlularının bugünkü açıklamaları partnerlerimizin yeni Yunan Hükümetiyle işbirliği yapmaya hazır olduklarını doğruluyor…” Juncker’lerle Moskovici’lerin kendisine köpürerek saldırdıkları bir sırada sarf edilen tuhaf sözler doğrusu. Ve aynı Çipras, “Avrupa Birliği’nin çerçevesine ve Avrupa Birliği kurumlarına” duyduğu saygıyı ifade etmekten vazgeçmiyor.

Oysa son yıllarda Yunanistan’da olduğu kadar Avrupa’da da işçi sınıfının tüm deneyimi, milyonların kemer sıkma planlarına son verme özlemleriyle Avrupa Birliği kurumlarına saygı duyma arasında mutlak bir aykırılık olduğunu gösteriyor. Çünkü Avrupa kurumları bu konudaki renklerini zaten fazlasıyla belli etmiş durumdalar: Memorandumları sonuna kadar uygulamaya devam etmek gerek!

Kitlelerin öfkesi her taraftan taşıyor

Atinalı bir kadın işçi militan Yunan halkının durumuyla ilgili olarak bize şu ruh halinden söz etti: “Genelinde, inanılmaz sayıda insan, Syriza’ya kuşkuyla bakanlar dahil olmak üzere (O Syriza ki, bir an olsun patronlara, Merkel’e, Yunan Kilisesine, Papa’ya ve benzerlerine el uzatmaktan vazgeçemiyor) Syriza’ya oy vermenin dışında bir çıkış yolu göremiyorlar. Felâket o kadar büyük ki! Eski IKA’nın (Sosyal Güvenlik Kurumu) lokallerinde fareler cirit atıyor! Küçük burjuvazi umutsuz durumda. Öfke sel olmuş ve her yerden taşıyor…”

Yunan halkının ve işçilerinin isyanı, her ne kadar Syriza yönetimi Avrupa Birliği tarafından belirlenmiş “çerçeveye saygı” duyacağını ileri sürse ve buna mukabil Yunan işçi sınıfı da buna bir biçimiyle karşı olsa da, bütün bunlara rağmen oylar yoğun olarak Syriza’ya akacaktır. Syriza’ya gidecek oylar işçi sınıfının grevlerde defalarca ifade ettiği gibi memorandumların derhal iptalini olduğu gibi diğer tüm barbarlık önlemlerinin de kaldırılmasını dayatıyor.

Bu oylar, işçiler için, önlerindeki sayısız engele rağmen, kendi isteklerini dayatma ve gene kendi meselelerinin çözümünü bizzat kendi ellerine almaları konusunda müthiş yüreklendirici bir kaldıraç işlevi görecektir. Yunan işçileri ve halkı bu yolda bütün Avrupa’nın işçilerinin, militanlarının ve gençlerinin desteğini yanında bulacaktır.

  1. 7 Ocak 2015 tarihli Informations Ouvrieres‘den alınmıştır. []
  2. Fransa’daki Komünist Partisi (PCF) ve Sol Parti (PG) ve Almanya’daki Die Linke vb. gibi Avrupa Sol Partisi’ne bağlı olan Syriza Avrupa Birliği’ne karşı olmamasının yanı sıra O’nu (AB’yi) “reforme” etmeyi ve “daha sosyal” hâle getirmeyi umuyor. []
  3. Öte yandan, “Ortodoks” Yunan Komünist Partisi (KKE) ile onun sendikal kesimi, sınıf hareketini sistematik olarak bölme politikasını sürdürüyor: sınıfın diğer kesimlerinden ve örgütlerinden ayrı grev çağrıları, ayrı sokak gösterileri… Aynen PASOK’un konfederal sendikal yapılarının yönetimleri gibi KKE de burjuvazi için çok faydalı bir mücadele ufalama/parçalama aygıtı. []