— François FORGUE ((La Vérité/Gerçek’in 74. sayısından dilimize çevrilmiştir.))
Arjantin hükümeti, geçtiğimiz yılın nisan ayının ortalarında, eskiden bir ulusal şirket olan ve 1992 yılında özelleştirilerek çoğunluk hisseleri bir İspanyol şirketine satılan YPF adlı petrol şirketinin kısmi yeniden millileştirilme sürecini başlattı. Hükümetin söz konusu tasarrufu bir kamulaştırma eylemi, yani devrimci bir operasyon da değildi. Arjantin devleti sadece şirketin çoğunluk hisselerini (yüzde 51) kendine almak istiyordu. Kaldı ki, bir mahkeme de İspanyol şirketine ne kadar tazminat ödeneceğine karar verecekti. Yani tazminatsız bir kamulaştırma dahi yapılmıyordu. Ama “Vay sen misin böyle bir skandala sebebiyet veren hükümet?”
18 Nisan 2012 tarihli Financial Times’ın başyazısı şu başlıkla çıktı: “Sefil Bir Korsanlık Eylemi”. Gerçekten de bir korsanlık eylemi! Hatta neredeyse bir savaş ilanı… Sanırsınız Malvinas Adaları üzerindeki denetimini sürdürmek için buraya donanmasını gönderen İngiliz emperyalizmi değildi de, şimdi İspanya’ya karşı savaş uçakları filosunu sevk eden bir Arjantin’di söz konusu olan. Financial Times konuyla ilgili olarak Arjantin’e karşı gerçekleştirilmesi gereken münhasıran Avrupa Birliği merkezli bir uluslararası eylem çağrısında bulunuyor ve “Arjantin’in G20 ile ilişkilerinin askıya alınması” talebinde bulunuyordu. Öte yandan, 21 Nisan tarihli The Economist de Arjantin’e şöyle verip veriştiriyordu:
Arjantin hâlâ G20 üyesi ve uluslararası kuruluşlardan borç alabiliyor. Vatandaşları Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz seyahat edebiliyorlar. Eğer Batı Avrupa ülkeleri onların bu ayrıcalıklarına son verip onları cezalandırırlarsa Arjantinliler kendi kadın devlet başkanlarının izlediği politikaların kendilerine neye mal olacağını öğrenmiş olurlar.”
Demek oluyor ki, “Uluslar Topluluğu”nun içinde yer alan bir devletin (o devlet kapitalist dahi olsa) ve onun vatandaşlarının ticaret, ithalat ve seyahat özgürlükleri, emperyalist bir devletin çıkarlarını zedelemeye yeltendiğinde geri alınabilir ayrıcalıklar olarak görülebiliyor. Her şey bu kadar açıklıkla ifade edilebiliyor!
Tek başına bu hâdise bile, bugün içinde bulunduğumuz muazzam altüst oluşlar döneminde, Marksist emperyalizm tanımı çerçevesinde “ezen ülkeler” ile “ezilen ülkeler” ayırımının neden altını çizmemiz gerektiğini vurgulamak için yeterli bir örnek teşkil ediyor. Yani, emperyalizmin, ulusal sorunla ve genel olarak demokratik haklar (( Lenin, Komünist Enternasyonal Kongresine sunduğu raporda “ezen halklar ve ezilen halklar” tanımını “bir halkı ezen bir halk özgür olamaz” şeklindeki ünlü formüle referans yaparak kullanır. Ancak bu tanım, gelişmiş kapitalist ülkelerin halklarının da “kolektif bir suçluluk” içinde oldukları biçiminde algılanma riskini taşıdığından, ben, Troçki’nin “ezen burjuva ülke ile ezilen burjuva ülke arasındaki keskin fark” yaklaşımından hareketle, “ezen ülkeler, ezilen ülkeler” formülünü kullanmayı tercih ettim. Kuşkusuz en doğru bilimsel tanım şu olmalıdır: “Emperyalist kapitalist ülkeler” ve “emperyalist olmayan kapitalist ülkeler”. Açıktır ki, hâkimiyet şeklinden söz ettiğimizde, söz konusu olan emperyalist hâkimiyettir. Çünkü yarı- sömürge veya eski-sömürge ülkelerin kolonyal hâkimiyet biçimini doğrudan yıkarak ona son vermeleri, bu ülkelerin, emperyalist devletler karşısındaki bağımlılık ilişkilerini ortadan kaldırmaz.)) konusuyla ilişkisine daha dikkatlice eğilmemizi zorunlu kılıyor.
(Yazının tamamını okumak için tıklayın.)