Bu Sayı

— Yayın Kurulu

PGB Sosyalizm’in elinizdeki sayısı dünya işçi sınıfı tarihinin çok özel bir anında gündeme gelme fırsatını yakalamış bulunuyor. Evet, gerçekten de kapitalizmin kokuşmuş emperyalist evresinde, başta Avrupa’da (Yunanistan, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Hollanda, Belçika gibi emperyalist ülkelerin yanı sıra AB’ye sonradan giren eski Doğu Bloku ülkelerinden Macaristan, Romanya, Polonya, Arnavutluk benzeri artık yarı-sömürge statüsüne geri düşmüş ülkelerde) proletarya eline geçirebildiği bütün araçlarla asalak burjuvazinin her renkten hükümetine (sağcı veya “solcu”) karşı grev, genel grev ve dev kitlesel gösterilerle mücadele etmeye çalışırken, aslında bir anlamda Latin Amerika ülkelerinin proletaryasına ve ezilenlerine “ artık sadece sizin mücadelenizi seyretmekle yetinmeyeceğiz, bu işin içinde biz de varız” demiş oluyordu ki, dünya devriminin bayrağını bir anda Tunus proletaryası eline geçirdi. Hem de öyle bir ele geçirdi ki, sürekli devrim bir anda başta Mısır olmak üzere bütün bir Magrip ve Maşrık coğrafyasını etkisi altına aldı. Şimdi dünya devriminin Tunus’ta patlak veren bu “en tepe” noktasından bakmak durumundayız dünyaya. Hiç merak etmeyelim, zaten emperyalistler de aynı şeyi yapıyorlar. Nitekim dünyanın ezilenlerinin gözlerinin içine baka baka ABD senatosu hiç utanmadan Tunus ve Mısır yöneticilerinin vaziyeti kurtarmak için neler yapmaları gerektiğine dair kararlar alıyor. Yani sendikası UGTT kanalıyla harekete geçen Tunus proletaryası ve gençliği emperyalizmin doğrudan hizmetkârı olan Bin Ali’yi ve bundan daha da önemlisi onun toplumun bütün hücrelerine kadar işlemiş tek partisi RCD’yi paramparça ederek sürekli devrim sürecini başlatmış bulunuyor. Kuşkusuz sürekli devrimin başarıya ulaşması, Tunus proletaryasının üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimine son vermesiyle mümkün, ama bunun için de öncelikle geniş halk yığınlarını ABD ve AB emperyalizmlerinin sultasından koparması gerekiyor. Tunus proletaryasının ülkeyi emperyalizmden kopartacak egemen bir kurucu meclis şiarıyla ezilen kitleleri peşinden sürüklemesi sadece emperyalizmden kopuşu değil aynı zamanda emperyalizmin dayattığı mülkiyet ilişkilerinin de sorgulanmasını beraberinde getireceğinden yarı-sömürge ve emperyalizme bağımlı bir ülkede sürekli devrimin dinamiklerinin nasıl işleyeceğini gösterecektir. Tabii her şey aynı zamanda bu kurucu meclis hareketi içinde Tunus proletaryasının kendi bağımsız partisini inşa etmesine bağlıdır. 2. Dünya Savaşının öncesinden bu yana proletarya kendisine ihanet eden önderlikler (Sosyal Demokrat ve Stalinist) yüzünden içinde bulunduğumuz duruma düşmüştür. Kurtuluşu ve ayağa kalkışı kendi bağımsız önderliğini inşa etmesine bağlıdır. IV. Enternasyonal Tunus’ta da dünyanın bütününde de bu önderliğe adaydır. Üstelik bu önderliği sadece kendi güçleriyle inşa etme iddiasında da değildir. IV. Enternasyonal, ILC (Uluslararası Bağlantı Komitesi) örneğinde de görüldüğü gibi işçi sınıfının önderlik sorununu tam da Troçki’nin yöntemiyle, yani işçi sınıfının burjuvaziden ve hükümetlerden bağımsız bütün eğilim, grup ve sendikal yapılarıyla biraraya gelerek çözme amacındadır. İşte bu yüzden de bu sayımızın ilk yazısını IV. Enternasyonal’in Genel Sekreteri Daniel Gluckstein’ın Troçki ve Geçiş Programı başlıklı yazısına ayırdık. Gluckstein bu yazısında yukarıda çizdiğimiz bütün tabloyu Troçki’nin doğrudan açılımlarıyla zenginleştirerek okuyucunun önüne sunuyor. Bu yazıyı okuyanlar Troçkizmin kendisini burjuva liberalizmiyle “solculuk”tan nasıl ayırdığını kolaylıkla kavrayacaklardır. Yazı, aynı zamanda Troçki’nin diyalektik yöntemi ne büyük bir ustalıkla kullanıyor olduğunun da bir sergilenmesi.

İkinci yazı Jean-Pierre Raffi imzalı ve IV. Enternasyonal ve ‘Halk Cepheleri’ Ekim Dersleri başlığını taşıyor. Bu yazı da IV. Enternasyonal’in, dünya proletaryasına Stalinizmin mirası olan Halk Cephelerini nasıl burjuvaziyle işbirliği cepheleri olarak gördüğünü ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Tabii burada ilginç olan, Troçki’nin, “Dünyadaki ilk halk cephesi uygulaması Rusya’daki 1917 Şubat Devrimi’dir” saptamasıdır. Gerçekten de, Troçki Ekim Dersleri adlı eserinde Menşeviklerle Sosyalist-Devrimcilerin burjuva partisi Kadetlerle Şubat’tan itibaren işbirliği yaparak devrimi satmaya çalıştıklarını ve işte bunun tam da Halk Cephesi politikasının en özgün biçimi olduğunu anlatıyor.

Sonraki yazı, Sürekli Devrim ve Anti-emperyalist Birleşik Cephe adını taşıyor ve yazarı da Joao Alfredo Luna. Kendini Devrimci Marksist olarak niteleyen bütün militanların büyük bir dikkatle okumaları gereken bir yazı. Bu yazı, Troçki’nin özellikle Latin Amerika deneyiminden çıkarttığı dersleri Rusya’dan ve Çin’den ve tabii dünyanın bütün işçi sınıfı mücadelelerinden çıkarttığı derslerle bütünleyerek sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğini irdeliyor. Bu yazıda Troçki’nin özellikle bir işçi devletiyle ona özenen bonapartist diktatörlük altındaki bir yarı-sömürge kapitalist ülke arasındaki farkı gözler önüne seren yaklaşımları olduğu kadar, “yarı-faşist” bir askeri diktatörlükle “demokratik” bir emperyalist ülke arasındaki çatışmada proletaryanın nasıl da “yarı-faşist” diktatörlükten yana tavır alması gerektiğini anlatan açıklamalarının yarı-sömürge ülkelerde sürekli devrim sürecini anlama bakımından ne kadar önem taşıdığı görülecektir.

Daha sonraki yazı gene Luna imzalı ve Alan Woods’la Serge Goulart’ın daha nereye kadar gerileyeceklerini sorguluyor. Bilindiği gibi Serge Goulart 2007’de Chavez’le örgütsel işbirliği yapmak için Alan Woods’la birleştiği için IV. Enternasyonal’le ilişkisi kesilen Brezilyalı bir sendikalist. Yazı aradan geçen kısa zaman diliminde Serge-Goulart ikilisinin uyguladıkları politikalarla hem kendi yapılarının nasıl parçalandığını ve hem de etkisi altında tuttukları üç fabrikadaki işçi mücadelesinin nasıl yenilgiye uğradığını anlatıyor.

IV. Enternasyonal kaynaklı son çeviri yazısı Dominique Ferré imzalı ve Birleşik Sekretaryanın 16. Dünya Kongresinin Ardından başlığını taşıyor. Ferré’nin daha önce de Birleşik Sekretaryanın Fransa’da içinde yer aldığı Yeni Anti-kapitalist Partinin (NPA) kuruluşuyla ilgili bir yazısını yayınlamıştık. Ferré, bu kez, Birleşik Sekretaryanın son kongresinin örgüt militanları arasında nasıl bir moral bozukluğuna yol açtığını, ayrıntılı örneklerle anlatmaya çalışıyor.

Dergimizin bu sayısının son yazısı telif bir yazı. Bu sayıdaki tek telif yazı olma “kıvancını” taşıyor. Yasin Kaya yoldaşımızın bir yazısı ve Çin üzerine. Kaya, devrimci Marksist hareketin olduğu kadar genel olarak sosyalist hareketin de Çin Halk Cumhuriyeti’nde olup bitenlerle pek ilgilenmediğinden yakınıyor. Oysa Troçkist literatüre göre sui generis yozlaşmış da olsa Çin Halk Cumhuriyeti hâlâ bir işçi devleti. Ama… İşte Yasin Kaya bu “ama”ya cevap vermenin uğraşı içinde.

Önemli bir gecikmeyle de olsa bu sayıyla karşınızdayız. Umarız bundan sonra benzer gecikmelerle karşı karşıya kalmayız. Bir noktanın altını çizmek istiyoruz: IV. Enternasyonal geleneği bu sayıdan da anlaşılacağı üzere kendini Türkiye’deki çeşitli devrimci-Marksist akımlarla ayrı konumlandırmaktadır. Sol liberalizmden uvriyerizme değerek goşizme kadar uzanan bir hatta yer alan “devrimci Marksizm” Lev Davidoviç Troçki’nin IV. Enternasyonal geleneğinin oldukça uzağındadır. Ancak burada hatayı sadece bu gruplarda aramayıp kendimizi de yeterince ifade edememiş olmamızda aradığımızdan, bu gruplarla ve onların militanlarıyla yoldaşça bir tartışmayı sürdürmeyi de fazlasıyla önemsediğimizi belirtmeliyiz. İlkbaharda buluşmak üzere.