–Şadi Ozansü
Türkiye işçi sınıfı; 2009-2010 yılları arasında gerçekleşen TEKEL eylemleri ve onun cılız uzantılarını bir kenara bırakacak olursak, hiçbir dönemde AKP iktidarı altında olduğu kadar zayıf, soluksuz ve sessiz bir “topluluk” olarak varlığını sürdürmedi. 12 Eylül’ün daha onuncu yılı dolmadan gerçekleşen Bahar Eylemlerini ve büyük Zonguldak kalkışmasını anımsadığınızda bunu daha kolaylıkla gözünüzün önüne getirebilirsiniz. 2013 yılı Haziran İsyanına işçi sınıfının örgütlü kesimlerinden çok zayıf bir katılım olduğundan Erdoğan Hükümeti ayakta kalabildi. Bundan dolayı başta Bursa olmak üzere işçi sınıfımızın otomotiv sektöründe yer alan ağır müfrezelerinin yılların uykusundan uyanarak Türk Metal’den bölük bölük kopmaya başlamaları sadece işçi sınıfının sınıf mücadelesi açısından değil, genel olarak Türkiye halklarının burjuvaziye ve emperyalizme karşı politik mücadeleleri açısından da tarihsel bir dönüm noktası anlamına geliyor.
7 Haziran seçimlerinden daha önemli
Kuşkusuz 7 Haziran seçimleri son derece önemli bir kavşak. Ve bu seçimlerden AKP’nin oldukça zayıflayarak çıkmasının yanı sıra seçimde HDP’nin barajı aşması da son derece önemli. Ama gene de Türkiye siyasetinin geleceğini doğrudan 7 Haziran seçimleri değil, onun hemen sonrası belirleyecektir. Yani 7 Haziran sonrasında, yeni Meclis ile yapılmak istenen Başkanlık Sistemi Anayasası ve onun referandumu. Bir başka ifadeyle HDP’nin barajı aşması engellenmiş bile olsa savaş felaketi referandum gerçekleşmeden kapıya dayanmayacaktır. İşte bu yüzden de otomotiv sektöründe patlak veren ve başka sanayi kollarına sıçrama eğilimleri gösteren sınıf mücadeleleri şu an için seçimlerden daha yakıcı bir görünüm arz ediyor. Üstelik bazılarına fazla iddialı gibi gözükecek böyle bir yaklaşımın kestirme bir “uvriyerizm” suçlamasının muhatabı olması dahi çok önemli değil. Gerçekten de işçi sınıfının içindeki Türk Metal kolluk kuvvetinin çökmesi, yıllardır zincire vurulmuş bir halde yaşayan işçi sınıfının mücadelesinin bir anda dizginlerinden boşalmasına neden olabilir ki, bunun önünde AKP dahil hiçbir hükümet duramayacağı gibi, savaş beklentileri de ham hayal olur. Böyle bir gelişme AKP için başarısız bir seçim sonucundan daha tehlikelidir. Zaten bu yüzden de “Çokuluslu şirketler-Türk Metal-Hükümet” şeytan üçgeninin Hükümet kanadı sınıf eyleminin gelişimini çaresizlik içinde seyretmeyi, bir süredir kullanmayı çok sevdikleri gaz bombardımanına tercih ediyor.
Bursa’nın önemi
Otomotiv sektörünün kalbi olan Bursa aynı zamanda AKP Hükümetinin de seçim kalelerinden. Yıllardır bu şehrimizde yapılan seçimleri AKP ya da onun soyundan gelen partiler rahatlıkla kazanıyorlar. Muhtemelen gene kazanacaktır. Nitekim 2011 seçimlerinden hemen önce Ordu’da yapılan ve hükümetin taban fiyatlarını protesto eden yaklaşık 100 bine yakın çiftçinin eyleminden sonra da AKP, Ordu’daki beş milletvekilinin hepsini kazanmıştı. Demek ki seçimlerle toplumsal olaylardaki tavır alışlar her zaman paralellik göstermeyebiliyor. Bir başka ifadeyle seçimlerde alternatifsizlik (bir kitlesel işçi sınıfı partisi yokluğu) nedeniyle AKP’ye oy vermiş işçiler, pekâlâ sokağa dökülüp AKP’yi hükümetten indirmenin mücadelesine girişebilirler. Nitekim 1987’de yüzde 36 ile iktidara gelen ANAP’ı iktidardan eden de, Özal Hükümetinin Körfez Savaşı’na fiilen girmesinin önünü kesen de Zonguldak Büyük Madenci Grevidir.
Hiç unutmayalım ki, şu anda Bursa dini cemaatlerle tarikatların at koşturduğu bir şehirdir ve muhtemelen Bursa’nın otomotiv işçilerinin azımsanmayacak bir bölümü de bu cemaat ve tarikatların kontrolü altındadır. Türk Metal’le AKP yıllardır işbirliği içindedir ve cemaatlerle tarikatlar da otomotiv işçilerine seçim dönemlerinde “AKP’ye oy ver!” çağrısı yapmaktadırlar. İşçi sınıfının Türk Metal karşıtı eylemi, Bursa işçilerinin sınıf çıkarlarının bir anda cemaat ve tarikat çıkarlarının ötesine varmasının yolunu da açma potansiyeli taşıdığından, 12 Eylül’den bu yana süregelen bir eğilimi de ilk kez tersine çevirme fırsatını verdiği için devrimci bir karakter taşıyor.
- Tofaş işçileri tepkilerini ayakkabıları kaldırarak gösteriyor.
- Renault işçileri fabrika önünde…
- İşçiler #direnRenault diyor…
Türk Metal’in malvarlığı işçilere aittir
Türk Metal tabandan bir işçi muhalefeti ile değiştirilebilecek bir sendika değil, patronların kolluk kuvveti işini gören, üye olmayanın işten atıldığı bir mafya sendikadır. Dolayısıyla işçilere bu mafya sendikayı ele geçirmeye çalışmalarını söylemek gerçekçi değildir, o nedenle tüm üyeleri tereddütsüz istifa ederek Türk Metal’in çöküşünü hızlandırmaya çağrılmalıdır. Tabii ki esas olması gereken sadece işçilerin Türk Metal’den istifası değil, Türk Metal’in bütün mal varlığıyla birlikte işçilere devridir. Yıllardır işçi sınıfının kanını emmiş olan Türk Metal yöneticileri sonuçta üyeleri olan metal işçilerinin aidatlarıyla zenginleşmişler, oteller satın almışlar, kumarhaneler işletmişler, ama aynı zamanda araziler ve sendika binaları da satın almışlardır. Bu mal varlığının tümü işçilere aittir. Türk Metal’den istifa eden üyeler, yıllarca işçilerin alınteriyle edinilmiş sendikanın malvarlığını (sendikanın aylık gelirinin 6 trilyon olduğu söyleniyor) gözden çıkaramaz, elbette yöneticilerinin işçi aidatları ve “patron destekleri” ile yaptıkları dudak uçuklatan servetlerini de. İstifa eden işçiler mutlaka yöneticilerinin göreve geldiği zamanki mal beyanlarıyla şu ankilerin karşılaştırılmasını talep etmelidir, çünkü yöneticilerin kendisi birer patron olacak serveti edinmiştir (bir önceki Genel Başkan Özbek’in sadece Kıbrıs’taki serveti 1 milyon Sterlin, şimdiki Başkan Kavlak da onun yolunda). Ayrıca, mafya sendikasından ayrılan işçiler, ayrılma dilekçelerini verirken ileride sendikanın mal varlığından doğacak haklarını da güvenceye alan bir resmi metin imzalamalıdırlar. Aksi takdirde Türk Metal günün birinde tekrar hortlayabilir. Kaldı ki zaten şimdilik mal mülk sendikanın mafya yöneticilerine terk edildiği için henüz canavar yok edilmiş değildir.
Birleşik Metal’de bir araya gelmek tabii ki doğru, ama…
Tabii ki Türk Metal’den kopuşta ilk dikkat edilmesi gereken husus eylem birliğinin bozulmamasıdır. İşçiler şu anda her ne kadar kendilerine düşman olarak Türk Metal yöneticilerini seçmişlerse de eylem içinde, fabrika yönetimleriyle hükümetin de aslında Türk Metal’in suç ortakları olduğunu, hatta dahası Türk Metal’in yularını ellerinde tuttuğunu göreceklerdir. İşçiler sınıf bilincini küçük burjuvalardan farklı olarak eğitimle değil, eylemle kazanırlar. Bir aylık bir eylem işçi sınıfına durağan dönemlerde yıllar içinde kazanacakları sınıf bilinci kazandırır. Buna daha önce Büyük Zonguldak Grevinde de tanık olduk. Şu veya bu fabrikanın eylemi daha önce ve daha sonra bırakmış olması, bu eylem birliğinin bozulmasına kesinlikle neden olmamalı. Bunu sağlamanın yolu da şu anda kısmen de olsa var olan fabrika temsilcileri sisteminin kökleştirilmesidir.
Öte yandan, şu anda hareket şöyle bir sorunla karşı karşıya: Nasıl devam edilecek? Tabii ki, Hak-İş’e bağlı Çelik-İş tercihi yaşanmış bunca acı deneyden sonra hiçbir şekilde gündeme getirilmemeli, hatta mümkün olduğunca “ötelenmeli”. Bugüne kadarki oldukça pasif tavrına rağmen gene de Birleşik Metal propagandasının işçiler arasında sistematik olarak yapılmasında yarar var. Ancak işçinin bu alternatiflere hayırhah bakmadığı koşullarda, Türk Metal’den büyük kopuşla gerçekleşecek olan ve bağımsız bir sendikaya ulaşabilecek olan girişim de kestirmeden “kızıl sendika” anlayışı olarak suçlanamaz. Söz gelimi Birleşik Metal’in üye sayısından daha fazla işçiyi temsil edebilecek bir kopuşu, küçük “kızıl sendika” olarak nasıl niteleyebiliriz? Burada esas sorun böyle bir sendikanın, bir fraksiyonun dükkânı “kızıl sendika” olmasından ziyade, başını çekecek olanların yeterli tarihsel deneyime sahip olmamalarından kaynaklı kolaylıkla patronlara yem olabilecekleri tehlikesidir.
Birleşik Metal’e naçizane “öğüt”: ASİS deneyimine bakın!
Türkiye işçi sınıfı hareketi özellikle 60’lı yıllardan itibaren ciddi mücadele deneyimleri yaşadı. Bursa işçi sınıfının, bütün Türkiye işçi sınıfı gibi demokrasiye aç olduğu aşikâr. Özellikle kendi kaderini ve tabii bütün toplumun kaderini belirleme noktasında sendikal demokrasi bu hareketin olmazsa olmazı. Birleşik Metal yöneticisi dostlarımız Bursa’nın ayağa kalkmış işçi sınıfını etkilemek istiyorlarsa DİSK’in 70’li yıllardaki mücadelesine ve bu mücadelenin ASİS (Ağaç Sanayi İşçileri Sendikası) deneyimine özellikle bakmak zorundalar. O günleri görememiş olanlara hatırlatmakta fayda var. İşçi sınıfının mücadele deneyimleri kuşaktan kuşağa başka nasıl aktarılabilir ki? 70’li yılların ortalarında ASİS İstanbul Anadolu Yakası’ndaki ELKA mobilya fabrikasında bir grev başlattı. Greve sendikalı 700 civarında işçinin tümü katıldı. Sendikanın Başkanı 12 Eylül’den bir süre sonra hayatını kaybetmiş olan sevgili ağabeyimiz Cenan Bıçakçı ve Başkan Yardımcısı da birkaç yıl önce aramızdan ayrılan yoldaşımız Alev Ateş idi ( Alev, ELKA grevi sırasında sendikanın Genel Başkanı olmuştu, çünkü ASİS’in tüzüğü1 gereği bir Genel Başkan üst üste iki dönemden fazla Genel Başkanlık yapamıyor, kendi başkanlığı sırasında bir başka işçiyi Genel Başkanlığa hazırlaması gerekiyordu, aynı şekilde Alev Ateş de 12 Eylül’den önce Genel Başkanlığı bir diğer işçi yoldaşımız olan ELKA fabrikası temsilcisi Rıfat Kendirligil’e devretmişti. Maalesef onu da Alev’den önce yitirdik).