Aşağıda 4.Enternasyonal’in ve Dünya Sosyalist Devriminin Partisinin Yeniden Teşkili için 3-4-5 Kasım 2023 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen Uluslararası Konferansta bir Filistinli militanla Enternasyonal’in Fransa seksiyonundan bir militan tarafından ortaklaşa sunulmuş Filistin üzerine tezlerini bulacaksınız:
(Fotoğraf: 2023 Nakba’sı)
Filistin halkının yetmiş beş yıldan uzun zamandır meşru toprak hakkından, yurttaşlık hakkından, egemenlik hakkından, mültecilerinin kendi topraklarına dönüş hakkından ve dünyanın geri kalan birçok halkına tanınmış bulunan kendi kaderini tayin etme hakkından mahrum bırakılmış olduğunu, buna mukabil büyük fedakarlıklar pahasına bu haklarını ısrarla talep etmekten vazgeçmediğini dikkate alarak;
Gene, yetmiş beş yıldan bu yana Tarihsel Filistin’in sakinlerinin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını bir kez bile kullanma hakkına kavuşamamış olduklarını ve onların kaderlerinin 29 Kasım 1947 tarihinde emperyalizmle Stalin arasında varılan anlaşmanın meyvesi olarak yürürlüğe
sokulan ve Filistin’in parçalanmasını öngören BM’nin 181 no’lu kararından 13 Eylül 1993’te ABD başkanının himayesi altında imzalanan ve “Filistin Otoritesi”ni yerleştiren Oslo anlaşmalarına kadar hep büyük güçlerin dayatmasıyla belirlendiğini dikkate alarak;
Gene, “İki Devletli Çözüm”ün kararlı taraftarlarının bile “İsrail Devletinin yanı başında” hiçbir “Filistin Devleti”nin gün yüzü görmediğini kabul ettikleri günümüzde, özellikle son yıllarda çok sayıda demokratik örgütün, Akdeniz’le Ürdün arasında, aslında fiiliyatta tek bir devletin, yani “ Ürdün nehrinden Akdeniz’e kadar uzanan bir Yahudi hakimiyeti rejiminin, bir ırk ayrımcı devletin” ( Ocak 2021 tarihli İsrail İnsan Haklarını Savunma Örgütü Raporu) varolduğunu ifade ettiklerini ve bu durumun günümüzde yeni bir Nakba tehdidi oluşturduğunu dikkate alarak;
Ve gene siyonist devletin krizinin ulaştığı düzeyin İsrail toplumunun bütün emniyet supaplarını gevşettiğini ve kurumlarının parçalanarak birbirleriyle giderek daha sert çatışmalara girdiklerini; aynı zamanda bu krizin köklerinin mevcut rejimin Filistin halkının direnişini ezmedeki kifayetsizliğinde yattığını gösteriyor. Bu kifayetsizlik günümüzde siyonizmin mantığını en uç noktalara vardıran, yani bir taraftan Filistin halkının tümüyle bu topraklardan sökülüp atılması ve kökünün kurutulması mantığıyla hareket eden Netanyahu-Gvir-Smotrich hükümetiyle, diğer taraftan Amerikan emperyalizminin şahsi ihtiyaçlarını savunan İsrail ordusunun yönetim kademeleriyle Shin Bet ve Yüksek Mahkeme arasındaki çelişkileri şiddetlendirdiğinden hareketle;
Günümüzde, 1947’den bu yana ilk kez kökenleri ve dinleri ne olursa olsun Filistin’in bütün sakinleri için (1948’de ülkelerinden sürülenler ve onların soyundan olanlar da dahil olmak üzere) mümkün tek demokratik çözümün bütün yurttaşları için eşit hakları güvence altına alacak bir devletin, Tarihsel Filistin topraklarının bütününün üzerinde laik ve demokratik tek bir Filistin devletinin derhal inşası olduğu sonucu kendini dayatıyor.
Bu neden bir Filistin devleti olmalı?
Çünkü Filistin “etnik” veya dini bir kimliğe göndermede bulunmaz. O, 1948’de yurtlarından sürülmüş olanlar ve onların soyundan gelenler de dahil olmak üzere bütün yurttaşlarına eşit haklar güvencesi verebilecek -geri dönüş hakkıyla birlikte- tek bir demokratik devletin üzerinde yer aldığı coğrafi bölgeye göndermede bulunur.
Neden Tek Devlet olmalı?
Çünkü, bağrında yaşamayı kabullenen bütün kadın ve erkeklerin eşit haklarını güvenceye alacağından; kapsayıcı, çoklu ve yurttaşlığı uyruktan, dinden ve her türlü kapalı aidiyet biçimlerinden ayrı tutacak bir toplumsal çerçeve teşkil edeceğinden dolayı. İşte bu yüzden demokratik bir çözümün taraftarı olan herkes, demokratik bir devletin pekala sözde “Çifte Uyruklu bir devlet” ya da bir “Cemaatler” federasyonu olabileceği şeklindeki üstü örtülü bir siyonist pozisyonu reddetmelidir. “One Democratic State Campaign” (Tek Demokratik Devlet Kampanyası) adı altında bir “İsrail ulusu”nu ya da bir “İsrail milliyetçiliği”ni öne sürmek (onu mahkum etmek adına dahi olsa) böyle bir “ulus”un mümkünlüğünü haklı kılmak anlamına geleceğinden ve dolayısıyla onun kendi kaderini tayin etme hakkını talep etmesine de imkan sunacağından, son tahlilde bu “İki Devletli” sözde “çözüm”e karşı çıkmamak anlamına gelir. Bunun tam tersine, demokratik bir çözümün taraftarları, Yahudi kitlelerine, tek bir devlet altında eşit haklara sahip Filistin yurttaşları olarak yer almaları için sürekli olarak siyonizmden kopma çağrısı yaparlar. Demokratik çözüm taraftarları, özellikle üzerlerindeki “siyonist rüya”nın çoktandır kabusa dönüşmüş olduğu İsrailli Yahudi emekçilerin en fazla sömürülen ve en mazlum kesimlerine bu çağrıyı yapmayı kesintisiz sürdürürler.
Bu devlet neden laik olmalı?
Çünkü bu, geleceğin Filistin devletinde – Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin liderliğinin daha sonra bunu reddetmesine rağmen, başlangıcındaki Sözleşmesinde açıkça yer alan bir maddedir- dinin insanların özel alanına gireceğini, yani Filistin’in her sakininin dini (ya da din dışılığı), kültürü, dili ne olursa olsun bir Filistin yurttaşı olarak eşit haklara sahip olacağını ileri sürmek demektir. 2018’de yürürlüğe soktuğu ırkçı yasayla kendini sözde bir “Yahudi halkının ulus devleti” olarak tanımlayan teokratik ve siyonist İsrail devletinin tersine, laik ve demokratik Filistin Cumhuriyeti; dinleri, dilleri, kültürleri ne olursa olsun toprakları üzerinde yaşamayı kabul eden bütün sakinlerini eşit haklara sahip yurttaşlar olarak kabul edecektir. Filistin Devrimi bayrağının üzerine bu şiarı kalın harflerle işleyerek, her zaman yaptığı gibi, siyonizmden bağlarını koparan Yahudi nüfusun tümünü bağrına basacaktır.
Bu devlet neden demokratik olmalı?
Çünkü böyle bir devlet 1947’den bu yana büyük güçlerin zirve anlaşmalarından değil (ve mültecileştirilmişlerle onların soyundan gelenlerle) teşkil etmek isteyecekleri tek bir Filistin devletinin demokratik iradesine dayanacaktır.
Filistin’in sakinlerinin demokratik iradesi nasıl tecelli edebilir?
Bir halk kendini ezen eski kurumları reddettiğinde, eski rejimle bağlarını koparmak istediğinde, baskı aygıtlarını süpürüp atmak istediğinde ve onların yerine yeni kurumlar tanımlama ihtiyacını hissettiğinde, bunu sağlanmasının elinin altındaki en demokratik araçlarından biri yeni demokratik rejimin şekil ve içeriğini tanımlayacak olan kendisi tarafından seçilmiş ve yine kendisine karşı sorumlu olacak delegelerden oluşacak bir egemen kurucu meclisi toplamasıdır. Bu sorun şu an acil olarak Filistin’in önündedir. “Filistin Kurucu Meclisinin seçimlerinde kim yer alacaktır?” sorusuna cevap olarak demokratik bir çözümün taraftarları şöyle cevap verirler: “ Filistin’deki herkes, 1948’de topraklarından sürülmüş olanların kendileri ve soylarından gelenlerin hepsi demek. Herkes demek, kendilerinin böyle demokratik bir süreçte Filistin yurttaşı erkekler ve kadınlar olarak eşit haklarla yer almaya hazır gören ve siyonizmle bağlarını koparmış İsrailli Yahudiler dahil, herkes demektir.”
Kurucu Meclis nedir?
Adına layık bir kurucu meclis, sömürgeci düzenin temsilcileriyle, dışlayıcı milliyetçiler gibi mevcut düzeni sürdürenlerin yukarıdan aşağı bahşedecekleri bir meclis değildir. Bu kurucu meclis, yüzyıla yaklaşan bir süredir dayatılmış olan kolonyalist parçalanmadan halk kitlelerinin devrimci seferberliğiyle “aşağıdan” gerçekleştirilecek bir kopuş anlamına gelir. Filistinli kitleler böyle bir meclisi hayata geçirmek için zihinlerinde hala canlılığını koruyan öz-örgütlenme deneylerine yaslanacaklardır. Çok daha gerilere gitmeden, 1987 yılında gerçekleşen ilk İntifada sırasında her mülteci kampında, her köyde, her mahallede bütün örgütleri bir araya getiren halk komitelerinin oluştuğunu, bunların birbirleriyle elele vererek devrimci seferberliğin örgütlenmesinin liderliğini almış olduklarını unutmayalım. Filistin hareketinin liderliği işte tam da bu eyleme sert bir şekilde son verebilmek adına 1988 yılında Tunus’ta FKÖ’nün iç sözleşmesini (ki bu sözleşme tek bir laik ve demokratik Filistin’e kapı aralamasın rağmen, Filistin liderliği tarafından daha 1974’te sözde “aşamalı kurtuluş” perspektifi adı altında zaten fiiliyatta terk edilmişti) geçersiz ilan etti.
Meseleyi somutlamak için şöyle diyelim:
Emperyalizm çağında ezilen ülkelerin burjuvazisi ulusal kurtuluş ve demokrasi için mücadelenin önderliğini alma yeteneğine sahip değildir. Filistin Devrimi bu olgunun trajik doğrulanmasıdır. Filistin Devrimi, burjuva liderliklerinin olduğu kadar (“laik” ve dini liderlikler), onların yanı sıra küçük burjuva önderliklerinin de ( her türden “sol” liderlikler ve 1993’te Oslo anlaşmalarına bel bağlayanların hepsi) kesintisiz ihanetine uğramıştır.
Filistin’in ulusal kurtuluş ve demokratik görevlerinin tamamlanması, bütünüyle fellahlarla, kentlerin ve kırların yoksullarıyla ve tabii mülteci kamplarının sakinleriyle ittifak yapacak olan işçi sınıfının omuzlarındadır. 2011 yılındaki Tunus Devrimi deneyimi göstermiştir ki, işçi sınıfının bağımsız ve örgütlü mücadelesi olmaksızın, yani nihayetinde devrimci bir işçi partisi olmaksızın oluşacak kurucu meclis emperyalizm ve onların ajanları tarafından en kısa zamanda yolundan çıkarılacaktır.
İşte bundan dolayı, Filistin Kurucu Meclisi için mücadele işçi sınıfının kendi bağımsızlığı için mücadelesinden, onun sendikal planda olduğu kadar, politik planda da bağımsız örgütlenmesi mücadelesinden ayrı düşünülemez. Yani bir anlamda IV. Enternasyonal’in Yeniden Teşkili mücadelesiyle ilişki içinde olacak bir devrimci işçi partisi inşası mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Not: Bu tezler, 1 (bir) çekimser oya karşılık oybirliğiyle kabul edilmiştir.