Söz Cemal Bilgin’de
36 yaşında hasta bakıcı
Mumbai Konferansı delegesi
[Savaşa, Sömürüye ve Güvencesiz Çalıştırmaya karşı Uluslararası İşçi Konferansı, 18-20 Kasım tarihleri arasında Mumbai’de (Hindistan) gerçekleşiyor. Türkiye delegasyonunda bulunan, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde taşeron işçi örgütlenmesi faaliyetleri nedeniyle hedef olmuş ve yakın zamanda işten atılmış Cemal Bilgin’in bu röportajı, Fransa’da La Tribune des Travailleurs gazetesinin 2 Kasım 2016 tarihli 62. sayısında yayınlanmıştır.]
Cemal Bilgin: Orta Anadolu’nun yoksul bir kenti olan Yozgatlıyım. On beş yıldır İstanbul Üniversitesi Büyük Hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışıyorum. Burada taşeron çalışan yaklaşık bin kadar ücretliyiz. Ayda yaklaşık 300 Avro alıyoruz. Ama İstanbul’da hayat çok pahalı, neredeyse Avrupa’nın bazı sanayileşmiş ülkelerininkiyle aynı düzeyde.
Buna karşılık hiçbir toplu sözleşme güvencesine sahip değiliz. Bizim işyerinde sendikal örgütlenme talebimiz İdare tarafından sürekli olarak geri çevrilmiştir. Beş yıldan fazla bir zamandır Taş-İş Der adlı bir taşeron işçi derneği kurmuş bulunuyoruz. Bu mütevazı örgütlenme sayesinde ücretli yıllık hakkı benzeri çeşitli kazanımlar elde ettik. Taş-İş Der bir sendikanın maddi imkanlarına sahip olmasa da, onun aracılığıyla işten çıkartmalara karşı koyabildik. Ama bugün OHAL uygulamasına maruzuz ve mesela derneğin yöneticilerinden biri olduğum halde işten atılmış durumdayım. Arkadaşlar eylemleriyle beni desteklediler ama şimdi işten çıkarılma tehdidi altındalar. İşten atılmış olmama rağmen arkadaşlarımla işyerindeki ilişkilerimi sürdürüyorum (İdare bizim buraya girmemize yasak koyamıyor çünkü burası bir hastane ve kamusal bir alan) hatta İstanbul’un diğer hastanelerinin hasta bakıcıları ile temastayım. Hatta Türkiye’nin başka kentlerindeki taşeron işçilerle de ilişkilerimi sürdürüyorum. Türkiye’de, biz işçilerin yönetiminde olacakları bağımsız bir kitlesel işçi partisi oluşturmak istiyoruz. Türkiye’de böyle bir partiye olan ihtiyacın vazgeçilemez olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Türkiye’de bizim sınıf olarak sözümüzü söyleme imkanımız yok.
Türkiye’deki ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) üyesi konfederasyonlara bağlı sendikalarla ilişkileriniz nasıl?
Türkiye’de soldan sağa bütün sendikal konfederasyonlar ETUC’a bağlı. Bütün bu sendikalarla şaşırtıcı ilişkilerimiz oldu. Ama bizim açımızdan en şok edici olan kendilerini “Solda” tanımlayanlarla ilişkimizdi (çünkü sağ sendikalar zaten korporatist bir anlayışa sahip olduklarından, taşeron işçilerin mücadelesiyle hiç ilgilenmiyorlar, sendikalarına sadece hükümet partisine yakın işçileri dahil ediyorlar ya da almak istedikleri işçileri Erdoğan’ın partisi AKP’nin çalışmalarına katılmaya zorluyorlardı).
İşten çıkartmalara karşı gerçekleştirdiğimiz eylemlerde basit bir megafonla işçilere hitap etmeye kalktığımda, bana, “Dur! Provokasyon yapma! OHAL var. Biz burada İdare ile diyalog için varız, tavizsiz bir mücadele yürütmüyoruz. İşçilere senin değil sendikanın hitap etmesi gerekir” dediler. İşte bu tip sendikacılara hiç güven duymuyoruz. Biz, arkadaşlarımıza özgürce hitap edeceğimiz buna yasak getirmeyecek kendi sendikamızı ve kendi bağımsız partimizi istiyoruz.
Neden Türkiye’deki kadın/erkek kardeşlerini Mumbai’de temsil etmek istiyorsun?
Hindistanlı işçi militanların savaşa, sömürüye ve güvencesiz eğreti çalışmaya karşı bir uluslararası konferans çağrısını gördüğümde kendi kendime şöyle dedim: ” Başka ülkelerden kadın/erkek kardeşlerimle tanışmak için mutlaka oraya gitmeliyim. Onlara kendi deneyimlerimi aktarmalı, onların deneyimlerini öğrenmeliyim. “Türkiye’de Savaşı, Sömürüyü, Taşeron çalışmayı bir arada yaşıyoruz. Bu üç kötülük dünyanın her yerinde var. Bunlara karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Bu yüzden Hindistan’da, Mumbai’de olacağım.